Mayıs ayının sonlarından beri bir patinaj hali söz konusuydu. Vaka sayısı 900 ile 1.000 arasında geziniyordu. En sonunda 1 Haziran “normalleşme”sinin etkileri kendisini ortaya koydu. Sayı birden 1.000’in üzerine sıçradı.
100 testle bulunan vaka sayısı artıyor
Daha fazla test yapılsa gerçek durumun çok daha dramatik olduğu ortaya çıkacak. Bu nedenle süreci 100 testle bulunan vaka sayısı, yani vaka/test oranı üzerinden izleyelim. Aşağıdaki tabloda gösteriyoruz.
|
Durum net. Yalnızca vaka sayısı değil, 100 testle bulunan vaka sayısı da artıyor ve bu daha ciddi bir sorun. Vaka/test oranının %3’ün üzerinde olduğu en son tarih 28 Mayıs’tı. Birden yaklaşık üç hafta geriye döndük.
Önümüzdeki günlerde ölümler de artabilir
Şimdilik herkes vaka sayıları üzerine odaklandı, ancak gözlerden kaçan bir durum var: Vaka sayılarıyla birlikte yoğun bakımda yatan ve entübe durumdaki hasta sayısı da artıyor.
Bu eğilim de, aynen vaka sayısında olduğu gibi, 1 Haziran’daki kontrolsüz “normalleşme”nin etkilerini görmeyi beklediğimiz 6-7 Haziran’dan itibaren ortaya çıktı.
Böyle giderse önümüzdeki günlerde ölüm sayılarının da artmasını beklemek gerekir.
|
Sorumlu vatandaş değil
Evet, vaka sayısı sıfırlansa bile herkes önümüzdeki bir yıl boyunca ya da aşı yaygın uygulamaya girinceye kadar maskeli ve mesafeli yaşamak zorunda. Bu toplumsal bir sorumluluk.
Ancak toplu taşıma araçlarının, işyerlerinin durumu mesafe kuralına uymayı olanaksızlaştırıyor. Bir iş gününde üç maske değiştirme zorunluluğu emekçilerin üzerine çok önemli bir mali yük bindiriyor, dolayısıyla maskeyi gerektiği gibi kullanmak da nüfusumuzun önemli kısmı için mümkün değil.
Kısacası koşullar maske ve mesafe kuralına uymak bakımından kesinlikle elverişsiz.
Koşulları kuralların uygulanmasına uygun hale getirme sorumluluğu ise hükümetin, yani AKP’nin üzerinde.
AKP bu görevi yerine getirmek yerine, patinaj halini maske-mesafe kurallarına uymamaya bağlıyor, suçu vatandaşa atıyor. İşte bu tutumun kendisi vaka sayısındaki artışın en önemli nedenidir: Görevini yapmak yerine, vatandaşı suçlamak.
Hükümetin kontrol altına alındığı yönündeki açıklamalarına karşılık, salgının giderek uzaması insanlarda karmaşık duygu ve davranışlara yol açıyor: Bir yanda yorgunluk hali ve rahatlama isteği, dolayısıyla kurallara karşı lakaytlık, bir yanda da salgını yönetenlere karşı güvensizlik.
Böyle giderse, gerektiğinde aynı mücadele önlemlerini yeniden hayata geçirmek de daha zor olacaktır.
Sorumlu AKP: Salgın yönetiminde en başından beri büyük hatalar yaptı
İlk önlem en az 14 günlük kesin bir karantina olmalıydı. Yapılmadığında sürecin uzayacağı, ilk fırsatta virüsün yeniden kalkacağı, bütün bunların halkta yorgunluğa ve uyumsuzluğa yol açacağı kesindi.
Bunu saptadıktan sonra, 11 Mayıs’tan itibaren karşımıza çıkan yalnızca birkaç hatadan söz edelim:
11 Mayıs tarihi AVM’lerin açılması için çok erkendi. O tarihteki günlük vaka sayısı 1.114’tü. Test sayısı yetersiz olduğu için Türkiye salgının gerçek boyutları hakkında hiçbir fikre sahip değildi, yani “normalleşme” kararına temel oluşturacak bir zemin yoktu.
1 Haziran’daki ise, bunun üzerine neredeyse bir intihar girişimiydi. Vaka sayısı henüz 900’lerdeydi. 11 Mayıs’tan sonraki üç hafta içinde ancak %10 kadar düşmüştü. Bir sünme haliydi söz konusu olan.
1 Haziran’daki “normalleşme” kararı yanlıştı, ama çok farklı bir şekilde de hayata geçirilebilir, uygulamadaki önlemler teker teker kaldırılarak, nasıl devam edileceğine ortaya çıkacak sonuca göre karar verilebilirdi. Bunun yerine “saldım çayıra” türünden bir tutum benimsendi.
Aynı gün milyonlarca insanın, üç ay boyunca eve hapsedilen yaşlılar da dahil olmak üzere, yolculuğa çıkmalarına izin verildi.
1 Haziran’la birlikte ortada salgın yönetimi diye bir süreç de kalmadı. Yalnızca tek bir örnek: 6-7 Haziran hafta sonunu ilgilendiren sokağa çıkma yasağı konusundaki kakafoni. Sağlık Bakanı düşünülmüyor dedi, birkaç saat sonra İçişleri Bakanlığı yasak genelgesini yayımladı ve 24 saat geçmeden Erdoğan genelgeyi şahsen iptal etti. Erdoğan’a göre yasak kararının tek amacı hastalığın yayılmasını önlemekti, ama bu karar farklı sosyal ve ekonomik sonuçlara yol açacaktı.
AKP’nin salgın sürecindeki hataları sınıfsal tercihlerinin sonucudur
Üretimin kesintisiz devam etmesi patronların talebiydi.
1 Haziran’daki kontrolsüz “normalleşme” kararı da öyle. Özellikle turizm, otomotiv ve seyahat sektörü patronları sıkıştırıyordu.
Küçük esnaf ve salgın sürecinde işten çıkarılanlar parasızdı, AKP’nin bu dar gelirli, yoksul tabakalara gereken mali desteği sağlaması mümkün değildi.
“Normalleşme” kararı kapitalist düzenin yarattığı mecburiyetin, çaresizliğinin sonucudur, başaramama, pes etme halidir.
Dünya ve Türkiye bu duruma düşmek zorunda değildi
Bu salgın bilimsel bir yaklaşımla yaklaşık 3 ay içinde sonlandırılabilir, o süre içinde ölüm sayısı 0’a, vaka sayısı da 10’un altına indirilebilirdi.
Çin bunu henüz virüsle ilgili ciddi bir bilgi ve deneyim birikimimin olmadığı bir dönemde sosyalizmden kalma refleksleriyle, Küba ise ABD’nin ablukayı iyice sıkılaştırdığı bir ortamda sosyalist sağlık politikalarıyla başardılar.
“Ekonomiyi sonsuza dek durduramayız, insanları sürekli evlerine kapatamayız” lafları çaresizliği örtmeye yöneliktir. Tabi ki ekonominin ve insanların uzun süre kapatılmasına gerek yoktur, çünkü salgını bitirmek olanaklıdır.
Ama bu düzende değil. Bu düzende ancak “normalleşilir”.