Sağlık emekçileri de kaygılı

Sonuç olarak dünyanın birçok yerinde benzer nedenlerle sağlık emekçileri hastalanıyor ve ölüyor. Bunu çalışanların tedbirsizliği ile açıklamak yetersiz ve bir noktadan sonra yanlı bir tutumdur. Yanında olunan şey ise asla insanı anlamaya, emek sürecinde kavramaya, yaşadığı sorunlarını çözmeye çalışan bir zemin olmayacaktır. Buna psikiyatride empati yoksunluğu denebilir, politikada ise...

Endam Köybaşı

Geçen hafta toplumda oluşan kaygı hali ve bunun psikolojik dinamikleri üzerine değerlendirmelerde bulunmuştuk. Bu hafta işin hastalık ile mücadele edenler boyutuna bakalım; sağlık emekçilerine.

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi en başından itibaren sağlık alanında çalışanların iş yükünün artacağı biliniyordu. Toplumun hastalığı kapacak ve olumsuz sonuçlarından etkilenecek önemli bir iş kolu olacaklardı. Nitekim ilan edilmese de ölen ilk vakanın bir eczacı olduğu düşünülüyor. Veriler açıklanmasa da beklenenden çok sayıda sağlıkçıya virüs bulaştığı konusunda fikir birliği mevcut. Bunu birçok nedenle açıklayabiliriz. Yeterince kişisel koruyucu ekipman sağlanamamış olması nedenlerden biri olabilir. Personelin gerekli eğitimi almamış olması da öyle. Uzun çalışma süreleri, aralarda gerekli dinlenmenin sağlanamaması da sayılabilir. Yine bir hastalıkla savaşmak için gerekli immün yanıtın oluşabilmesi için ihtiyaç duyulan sağlıklı beslenme, yeterli uyku ve ruhsal açıdan iyi hissetmek koşullarının sağlanamaması da maddeler arasına eklenebilir. Çok temel, basit ve öngörülebilir şeyler bunlar aslında. Nerede ne kadar sağlanabildiği ile ilgili veriler ise çok iç açıcı değil. Aslında toplumda neler yaşanıyorsa hastanelerde de benzer süreçler işliyor. Halka maske dağıtımı sürecine bakarak sağlık çalışanlarına ekipman temininin ne durumda olduğunu kestirebiliriz. Yine topluma “evde kal” çağrısı yapılırken bir yandan çalışmak zorunda bırakılmasına bakarak, hastanelerde çalışan emekçilerin içinde risk gurubunda olanların da bulunduğunu öngörebiliriz. Yine bilim kurulunun ne önerdiğini, karşılığında hangi bakanlığın ne kadarını yaptığını bilmediğimiz bir süreç izliyoruz, bunun halkta nasıl bir paniğe yol açtığını da…Hastanelerde hangi işi hangi meslek grubunun ne kadar üstleneceğinin, olası bir sorunla karşılaşıldığında çözümün kimin tarafından üretileceğinin, yapılan işin karşılığında açıklanan “ödülden” hangi kesimin yararlanacağının belirsiz olduğunu tahmin edebiliriz. Duyduğumuz, okuduğumuz haberler de bizi haklı çıkaracaktır. 

Dünyada Durum Nasıl?

Birçok ülkede yaşanmış geçmiş deneyimlerden ve Covid salgını esnasında ortaya çıkan bilgilerden biliyoruz ki afet esnasında yardım edenler, maruz kalanlarla benzer ruhsal sorunlar yaşıyor. Profesyonel bir iş yapılıyor olsa da travmayı gözlemek insanda travma etkisi oluşturur. Diğer taraftan yardım ediyor olmanın yarattığı riskler de, kaygıda artma, depresyon ve travmaya ikincil uykusuzluk, huzursuzluk gibi belirtilere yol açar. Wuhan’da yapılan çalışmalarda sağlık çalışanların yarıya yakınının depresyon belirtileri gösterdiği, benzer bir oranda katılımcının anksiyete yaşadığı, uykusuzluk ve sıkıntı hissinin sık görülen yakınmalar olduğu sonuçları çıkıyor. Hemşireler, kadınlar, hastayla doğrudan temas etmesi geren çalışanlarda söz konusu semptomların şiddeti yüksek bulunmuş. Yine Çin’de 3300'den fazla sağlık çalışanının Mart ayı başından itibaren enfekte olduğunu, Şubat ayı sonuna kadar en az 22 kişinin öldüğünü gösterir makaleler mevcut. Diğer yandan İtalya’da sağlık çalışanlarının %20'sinin enfekte olduğu ve bunların bazılarının öldüğü yazılanlar arasında. Sağlık çalışanlarının fiziksel ve zihinsel zorluklarının üstüne, meslektaşlarını kaybetmenin acısı ve korkusunu da eklemek gerekiyor. Sağlık emekçilerinin, kişisel koruyucu ekipmanlara erişemiyor olmanın yarattığı strese ek olarak ailesine ve sevdiklerine hastalık bulaştırma endişesi yaşadıkları da unutmamalı. Tüm bu yaşanan sorunların karşısında çalışanların çok basit temel talepleri var aslında. “Beni duy, koru, eğit, destekle ve ailemi koru” olarak formüle edilmiş bu talepler; ekip içinde fikirlerine değer verilmesi, kendileri için temel koruma önlemlerinin alınması, uzman olmadıkları bir alanda çalıştırılırken yeterince eğitilmeleri, çok uzun süre çalıştırılmamaları ve aileleri konusundaki risklere duyarlılık gösterilmesi olarak özetlenebilir.

Bugüne Kadar Neler Oldu?

İlk vakaların ilan edildiği günlerde, alkışlarla ve ek ödeme “müjdesi” ile motive edilmeye çalışıldı sağlık emekçileri. Salgın öncesinde birincil talepleri şiddetten korunma olduğundan iyi gelmişti elbette alkışlanmak sağlıkçılara; ama arkasından ne geleceği hep bir tedirginlikti. Yapılacak olan tavan ek ödeme açıklaması ise kimseyi tatmin etmemiş, var olan adaletsizliği arttıracağı düşünülmüştü. Yine “zarar görmemek” ten fazlası da istenmedi aslında. Salgın döneminde risk grubundaki çalışanların çalıştırılmaması, koruyucu malzeme temininde yaşanan sıkıntıların giderilmesi, çalışma sürelerinin uzun tutulmaması, çalışılan mekanların virüsün yayılmasını önleyecek şekilde düzenlenmesi, ailelerine hastalığı bulaştırmamak için evleri dışında yeterince dinlenebilecekleri alanlar oluşturulması, toplu taşıma olanakları kısıtlanmışken uygun ulaşım seçeneklerinin oluşturulması, Covid hastalığının meslek hastalığı olarak tanımlanması akla gelen ilk talepler oldu. Yıllardır var olan özlük haklarındaki sorunların düzeltilmesini talep etmek akıllarına gelmedi, dillerine dökülemedi bile bu karmaşada. Ölen meslektaşlarını, arkadaşlarını saymaya başladılar bildikleri ile, sağdan soldan duydukları ile. Ve elbette büyük bir tedirginlik içerisinde. Ne olup bitenler tam olarak anlaşılabiliyor ne de yaşanacak olanlar kestirilebiliyor bulundukları yerden. Oysa tam da göbeğindeler işin. Seslerini bölüm sorumluları bile duymadı, korkuları kaytarma gerekçesi olarak gösterildi.

Gözlemlerini açıklamaları bile bir sürgün gerekçesi olurken, güvensizlik de eklendi olumsuz duygulara. Salgının yaşandığı diğer ülkelerdekine benzer şekilde, ailelerine hastalık taşıma riski de unutulmamalı elbette. Küçük çocuklarına sarılamıyor hatta çocuklarını ebeveynlerine teslim etmek zorunda kalıp haftalardır göremiyor sağlık emekçileri. Bir yandan çocuklarının bu ani yokluğu anlayamıyor olmasını izlemenin bir yandan onları sakinleştirmeye çalışmanın yoruculuğu…Anne babaları ile görüşemiyor olmak üzüyor sağlıkçıları. Bir sağlık sorunları oluşursa ne yaparlar nereye götürürler diye düşünüyorlar kara kara. Oysa ailenin “sağlık güvencesi” idiler düne kadar, şimdi ise hastalık kaynağı! Başta belirttiğim üzere hızla kötüleşen, acı çeken, ölen insanlara şahitlik etmek, bunların sayıca fazlalığı, ne kadar süreceğinin bilinmemesi afet dönemlerinin ruhsal sorunlarını oluşturan temel travma nedeni olarak önden yerini ayırmış durumda. Bittiğinde travma sonrası belirtilerin hazırda beklediği de başka bir bilimsel veri. Bu koşullarda soğukkanlı kalmak, sağlam durabilmek mucize olsa gerek. Durumun, “bu mesleği seçenler buna da hazır olmalı” inkarcılığı ile geçiştirilemeyeceği açık. Ortada olağanüstü koşullar, bir kriz var. Bugüne kadar şunu da iyice öğrendik artık: krizden çok nasıl yönetildiği önemli! Ve yine başta dediğim gibi hastanelerin nasıl yönetildiğini anlamak istiyorsak toplumun nasıl yönetildiğine bakmamız yeterli. 

Açıklamalar, açıklamalar, açıklamalar….

Bu kriz yönetiminde yapılan açıklamaların başına olumlu bir sıfat koyabilmek mümkün olmadı. “Yeterli tedbiri aldık, büyük sorun yaşamayız”la başladı, “evde kalın ama çalışanlar kalmasın”la devam etti, “ölenler var evet ama iyileşenler de var” eklendi, sayılar geçti her gün önümüzden…”Maske yok ama sen markete maskesiz girme” deniyor bugünlerde de. Ve tabii yasağa iki saat kala açıklanan haftasonları sokağa çıkılmayacak “açıklaması”. Her biri birbirinden anlaşılmaz, yeterli bilgi sunmayan, tedirginlik verici açıklamalar. Şimdi yeni bir tanesi eklendi: Sağlık çalışanları birbirini enfekte etti! Sağlıkçılara kalacak yer ayarlanmış, ücretsiz yemek verilmiş hatta ulaşımları bile sağlanmıştı hem de ücretsiz; ama… İşte birbirlerine hastalık bulaştırmışlardı. Açıklamayı yapan mülki amirin kendi gözlemi olduğu düşünülmüyordur mutlaka. Hatta “sağlık işlerinden anlayan” birisi duyurmuş, vali tatmin olmuş olacak ki yapıvermişti açıklamayı. Onca yıllık devlet geleneğinin verdiği alışkanlıkla “ama kıymetini bilmediler” süslemeleri de buldu yerini vakit kaybetmeden. Doğrudur. Sağlık emekçilerinin birbirine bulaştırma riski vardır ve fakat aynı şekilde bunu engelleyebilme yolları da bir o kadar vardır! Bunun bilincinde olmak için insanı anlamaya çalışan bir aklın olması yeterlidir aslında. Bu koşullarda belli bir eğitim almış profesyonel mesleği olan erişkin bireylerin zorluklarını nasıl aşması beklenir? Birbirleriyle temas ederek mi yoksa ne bileyim bilgisayar oyunu oynayarak mı? Birlikte yaşadığı kişilerle dokunamayan bir insan elbette ki rahatlamayı iş arkadaşlarına “yakınlaşarak” aşmaya çalışacaktır. Yemek yemeye inen bir emekçi sadece karnını doyurmaya gitmemektedir; şu günlerde kendisini anlayabilecek meslektaşları ile birlikte vakit geçirmeye gitmektedir. Çalışmaya mola veren bir çalışan çay içmek için ocağa gitmez sadece. Sosyal temel bir ihtiyacı karşılamak üzere bahane yaratır aynı zamanda. Bunları yok sayan bir kişi, emekçilerin özensizliğine bağlayarak öfkesini dışavurur ve rahatlar. Oysa önce yapılması gereken emekçilerin fiziksel ihtiyaçlarını karşılayarak belli bir stres yükünden kurtarmak. Süreci yönetirken onların da taleplerini ve fikirlerini gözeterek karar almak. Sağlıklarını koruyacak beslenme, dinlenme, uyku ihtiyaçlarını karşılamak. Yine aileleri ile ilgili kaygılarını azaltacak tedbirler almak. Özlük haklarını iyileştirmek, hastalanmaları halinde kendilerinin ve ailelerinin bakımının üstlenileceğinin garantisini vermek. Buna en kötü senaryo olan ölümlerde geride kalanlara yardımın süreceğini bildirmek de dahil edilmeli. 

Belirsizlikleri ortadan kaldırmak, geleceği birlikte öngörmeye çalışmak. Bunlar temel fiziksel gereksinimler. Bunlar olmadan sağlık emekçilerinin kaygısını, huzursuzluğunu azaltabilmek morallerini yükseltmek mümkün değil. Diğer yandan bunlar yapılsa da sıkıntı hissi endişe olacaktır, kriz zamanlarında olur. Bunları da makul görmek ruhsal açıdan da temel gereksinimleri bilerek, bunları karşılayarak devam etmek gerek. Sosyalliklerini yaşayabilecekleri uygun alanlar oluşturmak bunun bir parçası. Uygun yemekhanelerin oluşturulması, fiziksel açıdan yeterli, güvenli dinlenme alanlarının ve sürelerinin yaratılması, doğalında gelişen bir süreçte oluşacak sorunları azaltacaktır. Bunlarla da temel ruhsal ihtiyaçlar da bir miktar karşılanmış olacaktır. Kaldı ki sağlık emekçilerinin ne kadarının virüsü taşıdığı rutin tetkiklerle tespit edilerek de sağlıklı yan yana gelişler sağlanabilir. Birçok yerde bunun gündeme dahi gelmediğini biliyoruz. Elbette sağlık emekçileri birbirlerine hastalık bulaştırabileceği ihtimalini bilerek hareket etmeli. Fakat aynı deskte, havasız ortamlarda, yetersiz ekipmanla çalışmalarını görmeden, onları önlem almamakla suçlamak, artık “talihsizliği” aşan bir bakış açısı olur.

Sonuç olarak dünyanın birçok yerinde benzer nedenlerle sağlık emekçileri hastalanıyor ve ölüyor. Bunu çalışanların tedbirsizliği ile açıklamak yetersiz ve bir noktadan sonra yanlı bir tutumdur. Yanında olunan şey ise asla insanı anlamaya, emek sürecinde kavramaya, yaşadığı sorunlarını çözmeye çalışan bir zemin olmayacaktır. Buna psikiyatride empati yoksunluğu denebilir, politikada ise...