Müzisyenler, oyuncular, senaristler, ışıkçılar, reji asistanları: ‘Mevsimlik işçiymişiz onu anladık’

Herkes için dertleniyoruz, kardeşlerimiz için. Ne yer ne içerler? Genç sanatçılar da böyle merak ettiklerimiz arasındaydı. 

Söyleşi: Çağrı Kınıkoğlu

Herkes için dertleniyoruz. Ne yer ne içerler? Çalışmak zorunda olanlar, her gün bindikleri servislerde, işyerlerinde salgının tedirginliğini nasıl yaşıyorlar? İşini kaybedenler, zorla izne çıkarılanlar... Genç sanatçılar da böyle merak ettiklerimiz arasındaydı. Onlarla “buluştuk” ve yaşadıklarını dinledik.

Genç sanatçılar diye tanımladık onları ama aslında kendi fark ettikleri gibi “genç işçilerden” söz ediyoruz aslında. Kayıt dışı, güvencesiz çalışan. Yine kendi deyişleriyle “mevsimlik işçi” olanlardan.

Dinlediklerimiz arasında durumu mükemmel resmedense Kültür Bakanlığı’nın sanatçılara bu zor zamanda yardım (!) etmek için yaptığı çalışmayla ilgiliydi. Bu yardımdan yararlanabilmek için kayıtlı bir şekilde çalışıyor olmak gerekiyor. Oysa çalıştığı zaman da bazen kayıt dışı, bazen kısa süreli işlerde çalışan sanat emekçileri işsiz!

Tanışarak başlayalım. Kendinizi tanıtır mısınız?

Seda Kaya: Ben opera mezunuyum. Bu meseleden önce “Amadeus” oyunundaki korodaydım. Mart’ın dokuzunda bizim oyunlar iptal oldu. Bir müzik merkezinde çalışıyordum ve yeni başlamıştım. Bir hafta gidebildim oraya da. Bir de özel dersler var. Hepsi tabii kayıt dışı. Aslında öyle bir işte çalışıyormuşum gibi görünmüyorum zaten hiçbirinde. Şu an evdeyim ve işsizim. Ailem sayesinde evde kalabiliyorum. 

Kardelen Pınar: Kemancıyım. Konservatuvar mezunuyum. Keman öğretmenliği yapıyorum ve bu meseleye kadar birkaç yerde çalıyordum fakat bu tamamen ortadan kalkmış oldu. Şu an bazı özel derslerime devam edebiliyorum. Bunun yanında çalıştığım kurslardan çok az öğrenci “online dersi” kabul etti. Onlarla devam edebiliyorum. 

Haldun Kartal: Ben de konservatuvar mezunuyum, oyunculuk bölümünden. İki yıl da yüksek lisans yapmıştım. Bu virüs mevzusundan önce Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde oynadığım bir oyun vardı. Başka sahnelerde de oynadım, turnelere filan gidiyordum. Çok da güzel geçiyordu bu sezon. Fakat oyunların iptaliyle birlikte eve kapandık. Bütün oyunlar iptal oldu. Bunun dışında iki farklı ekipte yönetmenlik yapıyorum. Az önce arkadaşımın da söylediği gibi hiçbir şekilde resmiyetimiz yok. Ekibimizin de resmiyeti yok. Biz sahne kiralayarak oynayan ekiplerdeniz. Tabii ki bilet üzerinden vergilerimizi ödüyoruz fakat bir resmiyetimiz yok. Bu nedenle de şu dönemde bakanlığa yapılan başvurularda biz tamamen yok sayılıyoruz. Hiçbir şekilde dikkate alınmıyoruz, böyle bir sıkıntı var. İşsizim ve artık kabul etmeye başladım bu durumu. Öncesinde kabul etmeyip bir şeyler üreterek hayatı devam ettirmeye çalışıyordum. Artık tamamen işsizim ve bu süreç uzayacak gibi görünüyor. Sezonu kapattıysak üç aylık bir süreç var. Bir de yaz var önümüzde, zaten yazın iş yapamıyorduk. Yani topladığımız zaman yedi aylık bir işsizlik söz konusu. Nasıl geçineceğiz, nasıl yaşayacağız, nasıl makarna alacağız, bilmiyorum. Bu kadar...

‘Şirketler bu dönemde biz nasıl reklam yaparız diye düşünüyor’

Onur Doğan: Okuldan mezun olduğumdan beri, on beş yıldan fazla oldu galiba, medya sektörünün çeşitli alanlarında çalıştım. Bir dönem akademisyenlik de yaptım. Son dönemde BKM gibi ve onunla bağlantılı olarak küçük şirketler gibi yerlere projeler ya da programlar yazıyordum. Onların bir yoğunluğu vardı. Lâkin bu konu ortaya çıkınca - istenen projeler, çoğunlukla çekilmesi gereken işlerdi - haliyle setlerin ufku görünmediği için, bizim projeler de kesilmiş oldu ve nereye gideceği belirsiz oldu. Bir yandan da çeşitli markalarla filan çalışmalar vardı. Onların hepsinin şu an konuştuğu şey: “Masaüstü” olarak neler yapılabilir... Bu sektörün bizim alanda ölmeyecek olan kısmı, sanırım, reklam, tanıtım ve yapacakları propaganda işleri olacak gibi görünüyor. Bu konuya ciddi bir kafa yoruyorlar: “Bu dönemde biz nasıl reklam yaparız?” diye...

Alperen İbrahimoğlu: Sinema ve dizi sektöründeyim. Yardımcı yönetmenlik ve reji koordinasyon yapıyorum. Bir süre çok kötü işler geldiği için kabul etmemek gibi bir “şımarıklıkta” bulundum. Bunun üzerine birazcık daha çalışmaktan keyif alacağım bir işte anlaştım ama, Kadir Has’ta çekilecekti çoğu, Puhu TV’ye bir iş... Yani ama  şu an evdeyiz! Çok fazla bir alternatifimiz yok herhalde. Bizim iş temposunda maske, eldiven takıp çalışma şansımız yok. Çünkü o tempoda “mesafe koyayım”, “sen şöyle biraz uzakta dur. Ben sana gerekli şeyleri anlatacağım” demek gibi bir şansımız olmadığı için şu süreçte ki alt noktasında olduğu söyleniyor, ve yok olmaya yakın bir zamana kadar da çalışamayacağız. Yani nasıl geçineceğimize dair bir fikrim yok. Geçinemiyoruz da zaten. 

Galiba salgınla birlikte işler kesilmeden önce de öyle geçimi çok rahat olanlardan değildiniz. 

Alperen: Bizim işte şöyle bir matematik var: İki haftadan fazla çalışmayınca kesin olarak eksiye geçiyorsun. Proje bittiyse ya da uzun soluklu bir şey değilse, iki hafta sonra kira alarmı, faturalar alarmı, temel ihtiyaçlar alarmı başlıyor. Bazen kafanda yapmak istediğin başka şeyler oluyor ve hemen çalışmak istemiyorsun. Bu süre bu gibi durumlarda bir aya kadar çıkıyor. Şu an durum çok daha vahim halde. Zaten son birkaç senedir aynı paralara çalışıyoruz. Kaba tabirle, domatesin bir liradan beş liraya çıkması biz emekçi sınıfını fazlasıyla ilgilendiriyor. Bir alışveriş yaptığımızda onun karşılığıyla direkt markette veya temel ihtiyaçta karşılaşıyorsun. Eskiden çalışmadığım zaman cepten yiyordum ama şimdi öyle bir durum yok. Yani bu pandemi sonrası işe başladığımızda da insanların açlığı ve maddi yoksunluğu sektörü bence iyice kötü hale götürecek. Tamam bir sosyal devlet yok karşımızda ama bizler de aslında mevsimlik işçiyiz, proje bazlı çalışıyoruz. Ama bunun bir noktada hukuki olarak da önleminin alınması lazım. Sendikalar bu konuda çok fazla bir şey yapmıyor biliyorum ama nasıl hayata tutunacağız? “Bana 10 lira gönder”, “bana 100 lira gönder”, “yeni bir kampanyamız daha var, sana maske göndereyim” ya da “bir koli yemek göndereyim” ile olacak iş değil.

Evlerinde kendi kurgu yapabilecekleri bilgisayarları, önlerinde çizim tabletleri, kendilerini çekebilecekleri kameraları ve hâlâ aktif olan YouTube ve Twitch kanallarıyla kalakaldılar. Kalakaldık!

‘Hepimiz mevsimlik işçi gibi çalışıyoruz’

Kardelen: Hepimiz mevsimlik işçi gibi çalışıyoruz muhtemelen. Çünkü sigortalı bir işimiz yok. Ya sigortamızı dışarıdan, kendimiz ödememiz gerekiyor, bu şekilde hayatta kalmaya çalışıyoruz, ya da sigortamızı ödeyemiyoruz. Benim müzisyen arkadaşlarımdan gördüğüm kadarıyla, pek çoğu borçlanarak yaşıyor. Ne bileyim işte eksi hesaba düşüyorsun ve kiranı öyle ödüyorsun. Sonra gelecek, biliyorsun ama sürekli “bir yerlerden gelecek bir para” meselesi var. Sürekli bir para hesabı yapmak zorundasın: “Şuradan şu gelecek, onunla şuraya öderim. Buradan bu gelecek, oraya öderim”... Böyle bir hesapla geçiyor, kafa sürekli doluyor yani. Ve bu akış durduğu anda senin kurduğun o düzenek bozuluyor ve orda bir boşluğa düşmüş oluyorsun. O anda aslında fark ediyorsun. Ama söylediğin gibi, bu problem her zaman var. Yani güvencesiz çalışmak sorgulanmalı şu an diye düşünüyorum. “Neden biz güvencesiz çalışıyoruz?” 

‘Kayıt dışı çalışma, sigortasız çalışma, güvencesiz çalışma...’

Sürekli söyleniyor ya “kayıt dışı çalışma işçiler arasında çok yaygın” diye... Sanatçılar arasında da çok yaygın kayıt dışı çalışma, sigortasız çalışma, güvencesiz çalışma...Bunların sorgulanması ve cevap verilmesi gerekiyor. Bunun hesabını sormak gerekiyor. Konservatuvar mezunuyuz burada hepimiz, yeterince tiyatro yok demek ki; yeterince senfoni orkestrası, opera yok demek ki, beni istihdam edemiyorsun. Yani devletin kontrolünde olabilecek bir şey. Ama bu olmadığı için ortada, kendine sürekli bir iş alanı yaratmaya çalışan insanlar var. Özel ders kovalıyorsun, müzik merkezlerinde öğretmenlik yapmaya çalışıyorsun... Aslında konservatuvar mezunusun ama formasyon alıyorsun daha sonra kendine bir iş alanı yaratabilmek için. Bu meseleler zaten vardı. Bu problemle boğuşuyorduk biz her gün. İş almaya çalışarak, yeni bir iş yaratarak filan geçirmeye çalışıyorduk.

‘Aslında hiçbir şeyin kontrolüne sahip değilmişiz biz’

Onur: Kendi alanımdan daha çok biliyorum ama diğer alanlarda da var olduğunu biliyorum: 90’larda çıkmış olsa da özellikle 2000 sonrasında çok etkili olan, bizim alanlarda söylenen bir yalan var: “Artık bu alanlarda kullandığımız pek çok üretim aracı demokratikleşti. Kendi bedenimizin kontrolüne zaten sahiptik ama işte müzik aletleri ucuzladı, kayıt teknolojileri küçüldü, evlere girdi. Kendi kamerana sahip olabiliyorsun ve nitelikli çekim yapabiliyorsun.” İşte şunlar da var: “bunun gösterim platformları genişledi. Dağıtmak için iki sıfırla sonsuz seçeneğin var. Dışarı bağımlı değiliz artık. Kendi üretim araçlarımıza kendimiz sahibiz”... gibi bir iddia vardı aslında ortada. Bu çok geniş çaplı bir iddiaydı ve bütün iletişim fakültelerinde bunlarla ilgili seminerler düzenlendi, makaleler bunlarla doldu, bunların ne kadar demokratikleştiği ile ilgili. Ama böyle kriz durumlarında bunun ne kadar büyük bir yalan olduğu ortaya çıkıyor aslında. Çünkü senin kendi evinde videonu çekebilmen ya da gidip bir yere çekim yapabilmen, aslında gerçek anlamda bu süreçle ilgili içinde bulunduğun çalışma alanıyla ilgili üretim araçlarına sahip olduğun anlamına gelmiyor hiç bir noktada. Ve şuraya gidiyorsun: Twitchler ve YouTube platformları... Ama bunları izleyip sana bağış yapacak ödeyecek olanlar kimler? Sen bu noktada ne ödeyeceksin? Ne yapacaksın? Nasıl fonlanacaksın? Ne kadarını karşılayabileceksin? Senin bunları tasarlarken, bunları uygulamaya geçirmeden önce, üretimini tasarlarken güvencen var mı? Seni fonlayan bir sistem var mı?

En basitinden, bu gibi sorunlarla karşılaştık ve aslında bu ayrıcalıklı bakış açısı, yani kendini farklı konumda görme şekli, kendi hayatının kendi zamanının kontrolünün diğer insanlardan çok daha fazla senin elinde olduğu yanılgısından kaynaklanıyordu. En çok bence bu yanılgı çöktü! Aslında hiçbir şeyin kontrolüne sahip değilmişiz biz. Yani gerçekten evde kalmak zorundayız çünkü dışarda yapabileceğimiz bir işimiz yok! Bir de bunun tam tersiymiş gibi görünen ama aslında bizimle aynı yerde olan, -bunu fark etmek gerekiyor sanırım- bazıları da evde kalma lüksüne sahip değiller. Çünkü “evde kalmak” demek onlar için işsiz kalmak demek.

Biz işsiz kaldığımız için zaten evde kalmak zorundayız ve hepimiz aslında hiçbir şeyin tam olarak kontrolüne sahip değiliz bu sistem içerisinde ve orada, dışarıda bir şeyler çöktüğünde veya duraklatıldığında, biz elimizde nelere sahip olursak olalım (bir şeyimiz de yok gerçi ya!), hiçbir işe yaramıyor bu ve bu yanılgı, pek çok arkadaşımızın aslında yüzüne vurdu. Evlerinde kendi kurgu yapabilecekleri bilgisayarları, önlerinde çizim tabletleri, kendilerini çekebilecekleri kameraları ve hâlâ aktif olan YouTube ve Twitch kanallarıyla kalakaldılar. Kalakaldık!

Ben özel olarak yapım şirketinden sigorta yapılmasını istedim. Bana “zaten sahnede herhangi bir sağlık problemi olursa biz bunu karşılıyoruz” gibi şeyler söylediler ve yapmadılar, ayak dirediler.

Haldun: Ben bir şey söylemek istiyorum. Evet bir fark ediş, bir fark edilme var. O da şu sanırım: Ben bu işe başladığım günden bu yana kendime hep tiyatro işçisi dedim. Tırnak içinde “sanatçı” kelimesini kabul etmedim. Onun dışında fotoğrafa daha dışardan baktığımızda işte opera mezunları, müzisyenler, oyuncular, yönetmenler ve bir çok sanat işçisi aslında şu an şunun farkına varıyor: Kesinlikle sektörden sektöre değişen bir durum değil. Hepimiz işçiyiz çünkü insanla ilerleyen bir durum var.

Seda: Şimdi pandemi öncesi pek farkında değildik belki. Bunu çevremdeki insanlar için söylüyorum...Kendini sanat emekçisi olarak görme hali pek yoktu çevremde. Ama şu an bunun farkına varıp ne yapacağını bilemeyen bir toplam da var aslında. Çünkü özellikle müzisyenler için bir platform, beraber birşey yapabileceğim bir alan yok. O yüzden de aslında problemi görüp nasıl çözeceğini bilmeyen, kiminle beraber dayanışacağının çok da farkında olmayan bir toplam var.

Şimdi mesela pandemi öncesi bizim oyun... Büyük bir oyun, “Amadeus” oyunu. “Okan Bayülgen”ler, şunlar, bunlar... Ben özel olarak yapım şirketinden sigorta yapılmasını istedim. Bana “zaten sahnede herhangi bir sağlık problemi olursa biz bunu karşılıyoruz” gibi şeyler söylediler ve yapmadılar, ayak dirediler. Bir sözleşme verdiler bize saçma sapan ve ben bunu imzalamayacağımı söyledim kendilerine. Sonrasında da onlar da çok önemsemediler, gibi bir durum oldu. O dönem şöyle şeyler konuşuldu zaten: “Seda abartma. Sektör zaten böyle, sigorta yapılmıyor, niye böyle beklentilerin var?” falan gibi şeyler söylenmişti.

Şimdi mesela Kültür Bakanlığı’nın bir yazısı dolaşıyor. Geçen gün Kardelen’e de bir başka benzer form yollamıştım müzisyenlerle ilgili. Şimdi orda da bir sorun var, az önce Haldun'un söylediği şey. Sigortasız çalıştığımız için, zaten kayıt dışı olduğumuz için, bir talepte bulunamıyoruz. Çünkü Kültür Bakanalığı’na göre zaten işsiziz. Şimdi sigortayı istemeyen arkadaşlar biraz onun kıymetini anlamaya başladılar aslında. Bundan sonrası için mesela bunun daha fazla dile getiriliyor olması gerekiyor.

İstanbul’un en büyük oyunlarından bir tanesinde herkes sigortasız çalıştı, Ocak ayından itibaren...

Şimdi mesela Kültür Bakanlığı’nın bir yazısı dolaşıyor. Geçen gün Kardelen’e de bir başka benzer form yollamıştım müzisyenlerle ilgili. Şimdi orda da bir sorun var, az önce Haldun'un söylediği şey. Sigortasız çalıştığımız için, zaten kayıt dışı olduğumuz için, bir talepte bulunamıyoruz. Çünkü Kültür Bakanalığı’na göre zaten işsiziz.

Ulaş: Sanıyorum bu meselede de şöyle bir şey var: Kültür Bakanlığı’nın buradaki yaklaşımı “sanatçıya destek olalım, sanatçıyı destekleyelim” değil de “bu alandaki esnafı destekleyelim” şeklinde. Çünkü bu sürecin sonunda elbette bazı kültür sanat mekânları yok olacak fakat bu süreç bazı “işletmelere” büyüme olanağı da sunacak diye düşünüyorum. El değiştirmeler, büyümeler vs... Bakanlığın burada attığı adım, devletin “KOBİ”lere sunduğu olanaklardan farklı bir adım gibi gelmiyor bana. Yani aslında sanatçıyı düşünerek değil, yürütücüsü kim olursa olsun kültür sanat işletmecisini, esnafını düşünerek atılmış bir adım bu.

“Ekonomiye can veriyorlar” (!) yani…

Ulaş: Evet.

Alperen: Bir şey anlatacağım, canlı örnek diyelim. Bir arkadaşım var, burada yardımcı yönetmenlik yapıyor. Kriz durumlarında ben yardımcı yönetmenlik yapsam da reji koordinasyon olarak gidebiliyorum bazen çeşitli işlere. Beni aradı “Gel Dese Aşk” dizisi için. Orada şöyle bir hikâye varmış: ATV “asla durmayın, devam edin!” diye bir çıkış yapmış ilk başta. Gece on bir gibi ikimizin de çok sevdiği bir uygulayıcı yapımcı; “ne yapalım, işi alalım mı?” diye sordu. “Önceki ekip neden bırakmış?” diye sordum, “Koronadan dolayı” olduğunu söyledi. “Delirdin herhalde” dedim ve bana şunu söyledi: “Annem hasta. Bir senedir çalışmıyorum ve gerçekten nasıl geçindiğimi bilmiyorum. Ben yarın görüşmeye gidiyorum…”

Dedim ki ona: “Diyelim ki bir ekip kurduk. Asistanlarının ailesinin kapısına gidip, “kusura bakmayın biz çalıştığımız için oğlunuz öldü” mü diyeceğiz?” Olmaz yani. Arkadaşımız birkaç arkadaşla daha konuştuktan sonra ikna edildi ve bu işi kabul etmedi. Ve dedim ki “isterse abim olsun uygulayıcı yapımcı! Yine kabul etmem şu süreçte. Delice bir şey çünkü bu”.

İşin böyle bir tarafı da var yani. O kadar uzun zamandır çalışmıyor ki gece on birde gelen bir telefonla işi devralacaktı. Neyse ki öyle ya da böyle vazgeçirdik. Fakat bir ay sonra pandemi süreci devam ederse ve böyle bir iş gelirse ben de mesela kabul etmeyebilir miyim, şartlar ne olur, ne yaparım bunu da bilmiyorum. 

Sigorta da sıkıntı... Haydi çalışırken var, iş bitti, on gün sonra sende belirtiler başladı. Nasıl olacak o iş? Limon mu sıkacaksın evde?

Kardelen: Risk alıyorsun.

Alperen: Evet, risk alıyorsun bir de sigorta da sıkıntı... Haydi çalışırken var, iş bitti, on gün sonra sende belirtiler başladı. Nasıl olacak o iş? Limon mu sıkacaksın evde? Böyle bir durum var. İşte, yaşamın devam etmesi gerekiyor aynı anda. Bir şekilde şunu halletmek lazım, benim çok yakın bir arkadaşım KHK’dan atıldı, davul çalıyordu, şimdi davul da çalamıyor, yani nasıl yaşıyor bilmiyorum mesela. Kedisiyle beraber evde tüm gün oturuyordur en fazla. Şöyle bir şey mi gerekli acaba: Belirli bir süre çalıştıktan sonra 3 ay daha bir sigorta devamlılığı mı ya da otomatik bir işsizlik maaşı mı... En azından kendi bildiğim sektör üzerinden konuşabiliyorum. Bir şekilde bunu zorlayıp almak lazım, yoksa gerçekten önünü görmen imkansız. Çağrı’nın da az önce dediği gibi; bu yoğun işsizlik ve evde oturma sürecinden sonra çok daha düşük kaşeler olabilir, hatta çok daha zor şartlarda çalışılabilir. Şunu bile diyebilirler; “hadi 6 gün çalışmayalım ama 5 gün çalışalım ama 20 saat çalışalım”... Ve en acısı bu çok normal bir şeymiş gibi insanlar kabul edebilirler.