'Komik sansür girişimleri sözün yayılmasını hızlandırıyor'

Bir yandan bunaltan, diğer taraftan alay konusu haline gelen yargının 'yasaklama' kararları yine tartışma konusu. Örneğin artık Emine Erdoğan'ın çantasından bahsetmek, Bilal Erdoğan'ın zekasını alaya alan o malum deyimi kullanmak yasak! soL Genel Koordinatörü ve TKP MK üyesi Mehmet Kuzulugil'se bu yasakların amaçlananın tam tersi sonuç verdiğini söylüyor.

Haber Merkezi

Bir yandan bunaltan, diğer taraftan alay konusu haline gelen yargının "yasaklama" kararları son günlerde yine tartışma konusu olmaya başladı. Örneğin artık Emine  Erdoğan'ın çantasından bahsetmek, Bilal Erdoğan'ın zekasını alaya alan o malum deyimi kullanmak yasak!

soL Genel Koordinatör'ü ve TKP MK üyesi Mehmet Kuzulugil'den hem basın, hem de siyasetçi gözüyle yaşanan gelişmeleri değerlendirmesini istedik. 

Sosyal medya, yazılı basın ya da haber sitelerinde yayımlanan içerikle ilgili her gün yeni yargı kararları alınıyor. Son olarak Evrensel Gazetesi'nde yayımlanan “Parıl parıl parlıyordu Hermes çanta” yazısı nedeniyle Ender İmrek hakkında dava açıldığını öğrendik. Bugün Yargı'nın AKP ve Erdoğan'ın istekleriyle hareket eden bir sansür kurumu haline geldiğini düşünüyor musunuz?

Mahkemelerin en seri çalıştıkları, en "etkili" kararlar aldıkları alan nedir derseniz, "kadın cinayetlerini ya da toplumsal şiddeti önleyecek caydırıcı ve adaletli ceza kararları alıyorlar ya da örneğin sosyal medyanın bir toplumsal şiddet alanı haline gelmesini önlemek üzere harekete geçmiş durumdalar ya da yine elektronik haberleşme araçları kanalıyla uygulanan şiddete, ölüm tehditlerine karşı etkili kararlar alıyorlar" diyemeyiz elbette! Yargının en hızlı çalıştığı ve en "sert" kararlar aldığı konu, haber ve fikir sansürü. Bu çok açık.

Bu koşullarda siyaset yapmak nasıl mümkün olacak? Muhalefet etmenin en temel gerekliliklerinden birisi iktidarın uygulamaları hakkında halkı bilgilendirmek değil mi?

Açık konuşmak gerekirse, yargının Erdoğan'ın bilgi bekçiliğini yapıyor olmasının gerçekten amaçlanan sonucu verdiğini düşünmüyorum. Yani, bu mekanizma gerçekleri gizlemek için hiç de yeterli olmuyor.

Erişim engelleme kararlarıyla yapılan haberler siliniyor ama?

Bu çoğu durumda yapılan haberlerin daha fazla yayılmasıyla sonuçlanıyor. Erişim engelleme hikayesi büyük bir hukuksuzluk. Gerçek bir yargılama yapılmadan, iddianame hazırlanmadan, savunma alınmadan sadece bir başvuruyla bir internet yayını engellenmiş oluyor. Bu uygulama tam olarak AKP'nin basına "yargısız infaz" isteğinin ürünü olarak ortaya çıktı. Bir haber yapıyorsunuz ve iki gün sonra "erişim engelleme" kararı elinize ulaşıyor.

Öte yandan bu da saçma bir hal aldı. Sonuçta amaçlanan en acayip mahkemenin bile kabul etmeyeceği bir yasaklama kararını hızlıca aldırmak ve haberi, bilgiyi engellemekti. Verili durumda bunu başarmış oluyorlar mı? Bence o kadar uzun boylu değil. Sonuçta haber çoktan yayılmış oluyor. Üstelik bazı örneklerde, engelleme kararları haberin gündemde kalma süresini uzatıyor.
Biz "bu haber zaten gereğince gündem oluşturmamıştı, üzerinde durulmamıştı" diyerek erişim engelleme kararlarını değerlendirebiliyoruz mesela. Erişim engelleme kararının kendisini haber yapıyoruz!

Sosyal medya üzerindeki baskı denilen şey de benzer şekilde işliyor. "Cumhurbaşkanı'nın başdanışmanının bilmemne ihalesinde yolsuzluk için devreye girdiğini söylemek yasaklanmış. Sakın söylemeyelim arkadaşlar" gibi sosyal medya mesajları atılıyor ve yayılıyor mesela.

Ama sosyal medya mesajları nedeniyle gözaltına alınanlar, tutuklananlar oluyor. Bu insanları yıldırmıyor mu?

Bence burada da meşruiyet temel ölçüt olmaya devam ediyor. Ne yaptığını bilen, belirli bir örgütlü mücadelenin, en azından tutarlı bir siyasal pratiğin parçası olarak sözünü söyleyenleri, yayıncılık, habercilik yapanları (dar anlamıyla sosyal medya yayınlarını burada merkeze almak da doğru değil, platformun kendisi sorunlu zaten) yıldırdığını pek sanmıyorum. Tersine, gözaltı hatta tutuklamalar sanki insanlara daha fazla cesaret veriyor! Çıktıktan sonra kenara çekilen, toplumun beklentilerini boşa düşürüp susan görmedim ben.

Bir şey yanlış anlaşılmasın, iktidarın ve onun elinde oyuncak olmuş yargının zorbaca bir pratik içinde olduğu çok açık. Bunun yıldırma amacı taşıdığı, sansür olmanın ötesinde, suçu örtme anlamına geldiği vs. Sadece geldiğimiz noktada birikmiş tepkileri, insanların gerçekleri duyurma isteklerini bastırmaya pek yetmiyor.

Bu atmosferin "muhalefeti" bastırmak için kullanıldığı, başkanlık sistemiyle birlikte iyice anlamını yitirmiş parlamenter demokrasinin, seçimlerin içini boşaltarak iktidarı koruduğu görüşüne katılmıyor musunuz? Yani söz söyleme hürriyetinin bu şekilde fiilen ortadan kaldırılması aynı zamanda buna neden olan iktidarın da değişmez, dokunulmaz hale gelmesine neden olmuyor mu?

Çok güzel bir yere geldik. Biraz uca çekerek söyleyeceğim: Sıradan insanların, yani örgütlü bir siyasal pratiğin içinde olmayan ya da siyaset yapmayıp siyaset yapanları takip eden insanların "aman sus, alıp götürüyorlar" tedirginliği yaşadıkları kısmen doğru. Düzen siyasetçilerinin, düzen muhalefetinin bu ruh halini istismar ettiğini düşünüyorum.

Bir yerden sonra mesele "yenim dar, yerim dar"a çıkıyor. Babacan ya da Davutoğlu neler neler açıklayacak, AKP'yi kökünden sarsacak da bu boğucu atmosfer yüzünden gıklarını çıkartamıyorlar, öyle mi! Bunu diyebilir miyiz?

Tabanında ortaya çıkan birazcık sert ve radikal bir tepkiyi hemen yumuşatmak için mahkemelerden önce harekete geçen CHP yönetimi radikal hamleler yapmaya niyet ediyor da yargı mı engelliyor?

"İşte görüyorsunuz Enis Berberoğlu'nun, Eren Erdem'in başına gelenleri" demesin kimse! "Dış politika milli meseledir, bu konuda hükümetin arkasındayız" diyen ya da hükümetin Meclis'e getirdiği tüm sınır ötesi operasyon tezkerelerini onaylamış olanların "MİT tırları milli meseledir, bu konuda haber yapanlar vatan hainidir" diyenlerin karşısında zaten maça yenik başlayacakları açık değil mi?

Meselenin özü bence şu: Düzen muhalefeti sermaye sınıfından icazet alarak hareket ediyor. İktidarsa gücünü tam olarak sermaye sınıfına sunduğu "güçlü iktidar her zaman iyidir" ölçütünden alıyor.

Düzen muhalefetiyle, uzatmalı iktidarı aynı anda oynatmayı, onlardan hep daha fazlasını beklemeyi beceren sermaye iktidarın da muhalefetin de ölçüsünü belirliyor.

Düzen muhalefeti rüzgar gülü gibi sermayenin havasını kokluyor ve orda bir esinti yoksa zaten yapacak çok bir şeyi olmuyor. Ülkedeki hukuksuzluk da bunun bahanesi oluyor.

Peki bir de toplumsal muhalefete, düzen dışı aranışlara bakabiliriz. Bu noktada aynı şeyleri söyleyebilir misiniz?

Örgütlülük, dayanışma ve sınıfsal dayanaklarını güçlendirme... Temel ihtiyaç bu. Artık bir skandallar müsameresi halini almış yargının ya da polis zorbalığının karşısında gerçekleri söylemeye devam etmenin basit ama emek isteyen formülü bu. Burada boşluk bırakmamak önemli. Sosyal medya kahramanlığı ile örgütlü toplum haberciliğinin farkı burada önem kazanıyor.

Ötesi, Fatih Terim'in dediği gibi: Çıkarsınız ve oynarsınız. Zorbalığın teorisini yapıp, ülkedeki koşulların Kafkaesk anlatımlarıyla halkı bunaltmak yerine, zorbalığa kafa tutmak gerekir.

Emine Erdoğan'ın "Hermes çantası"nı yazan Ender İmrek, Cumhurbaşkanı eşi Emine Erdoğan’a “güzel vasıf atfetmeyerek hakaret” suçlamasıyla yargılanıyor. Göreceğiz, İmrek'in örgütlü bir kararlılıkla hareket ettiği bu yargılama sadece Emine hanımın "Hermes çantası"nın gündemde biraz daha fazla kalmasıyla sonuçlanacak.

İktidarın sansürcübaşısı olarak konumlanan yargının durumunun teşhir edilmesi, ortadaki büyük hukuksuzluğun gösterilmesi ve buna karşı durulması çok önemli ve bunun için de sürekli "distopya" tabloları çizip hukuksuzluktan dert yanmak yerine hukukun işlemediği yerde hukuksuzluğun da işlemez hale getirileceği bir pratik kararlılık göstermek gerekir.