Cenevre'deki Kıbrıs toplantısından kim, ne bekliyor?

Kıbrıs'da görev yapmış, adayı yakından takip etmeye devam eden emekli diplomat ve soL yazarı Engin Solakoğlu'na Cenevre'deki görüşmelerin anlamını ve bundan sonraki sürece dair görüşlerini sorduk.

Haber Merkezi

27-28 Nisan tarihlerinde Cenevre'de Güney ve Kuzey Kıbrıs yönetimlerine ek olarak garantör ülkeler İngiltere, Türkiye ve Yunanistan taraflar olarak bir araya geliyor.

Uzun süre sonra kurulan gayriresmi masadan kim ne bekliyor? 

Toplantı'dan önce, dün, Ankara'ya gelen Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türklerin pozisyonunu  değerlendirdiler. Önceki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın aksine Tatar iki devletli çözümden yana. Türkiye'nin açıklamaları da bu yönde. Ancak Kıbrıs masaları her zaman pazarlıklara açık.

Kıbrıs'da görev yapmış, adayı yakından takip etmeye devam eden emekli diplomat ve soL yazarı Engin Solakoğlu'na Cenevre'deki görüşmelerin anlamını ve bundan sonraki sürece dair görüşlerini sorduk.

Bugün Kıbrıs konusunda taraflar bir araya geliyor. 27-29 Nisan günleri arasında düzenlenecek toplantı için "gayrıresmi" vurgusu yapılıyor. Bu ifadeden ne anlamalıyız?

Kapsamlı sayılabilecek son müzakere denemesinin üzerinden 4 yıl geçtikten sonra yeni bir denemenin başlangıcına daha tanıklık ediyoruz. Kıbrıs müzakere sürecinin uzun ve karmaşık tarihinde her “yeni” başlangıç bir tür “tanışma” toplantısıyla başlıyor. Aradan geçen dört yılda Kıbrıs Türk tarafında lider değişti, Türkiye’nin federasyonla ilgili tutumunda görünüşte bir sertleşme, bir soğuma oldu, daha da önemlisi, Doğu Akdeniz fonda Kıbrıs adasının bulunduğu bir enerji kaynakları çekişmesine sahne oldu. Bu dönemde bölge içi ve dış devletlerin donanma gösterilerine de tanık olduk. Bütün bunlar yüzünden yeniden masaya oturmadan önce “tanışmak” gerekiyor. Gayrı resmî nitelemesinin arka planında bu var öncelikle.

Tümüyle diplomasi tekniği açısından bakarsak derinlikli bir görüşme olup olmayacağını ortaya çıkartmayı amaçlayan bir girişim olarak değerlendirebiliriz bu yeni Cenevre toplantısını. Taraflar birbirlerini tartacak, kapsamlı bir müzakere sürecinin başlayıp başlayamayacağını görecekler diyebiliriz. 

Toplantı öncesinde kim ne derse desin masada BM parametreleri var. Nedir bunlar? İki kesimli, iki toplumlu Federasyon. 

İki tarafın pozisyonunu nasıl görüyorsunuz? Belki buraya bir üçüncü taraf olarak BM'yi (ve-veya İngiltere-ABD'yi) ekleyebiliriz. Bugüne kadar yapılan açıklamalara bakınca anlaşma, uzlaşma pek mümkün görünmüyor kısa vadede. Yanılıyor muyuz? 

Kıbrıs’ta sadece iki tarafın bulunduğu yaygın olduğu kadar yanıltıcı da bir önerme elbette. Türk ve Rum taraflarının dışında Birleşik Krallık (BK) ve aslında onun arkasındaki dolapta beceriksizce saklanmaya çalışan ABD emperyalizmi var. BK yeni sürece AB üyesi olmaktan kaynaklanan ve özellikle Türk tarafında rahatsızlık yaratan kamburundan kurtulmuş olarak, bir anlamda Adanın eski sahibi kostümünü yeniden üzerine geçirerek başlıyor sürece. Doğu Akdeniz’deki istikrarsızlık, gerginlik Kıbrıs’ta egemen üsleri bulunan BK’yı ve bu üsleri bütün Orta-Doğu’ya uzanabilecek şekilde kullanan ABD’yi rahatsız eder. Sanırım bu yeni girişimin neden BK tarafından ortaya atılan bir “çözüm planı” taslağı üzerinde başladığını açıklıyor.

Yunanistan yıllardır Kıbrıs konusundaki müzakerelere kerhen katıldığı görüntüsü veren bir ülkedir. Yunan tezi “Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir bölümünü işgal etmiştir. Mesele bu iki ülke arasındadır” şeklinde özetlenebileceği için, garantörlük meselesi dışında topa girmemeyi tercih eder Yunanistan. Katıldığında Rum tarafıyla uyum içinde hareket etmeye gayret eder. Şu anda Rum tarafının da, Yunanistan’ın da Kıbrıs’ta acil bir çözüm arayışı içinde olduğunu düşünmüyorum.

Türkiye ise son derece zayıf bir konumda oturuyor masaya. Geçtiğimiz iki yıl içinde izlenen agresif Doğu Akdeniz politikası fare bile doğurmadı. Kasa tamtakır. AKP rejimi iktidarını sürdürebilmek için gereken siyasi ve mali sermayeyi sağlayabileceği Batı emperyalizmine dönmek zorunda. Buna ek olarak, KKTC’yi fethedilmiş bir toprak olarak görme refleksini gizlemeyi başaramamış olması, müzakerelerde Türk tarafının elini zayıflatan bir diğer etken.

Buradan Kıbrıs Türkleri’ne gelelim. Kıbrıs Türklerinin acilen çözüme ihtiyaçları var. On yıllardır yaşadıkları güçlüklere şimdi de kendilerini hakir gören ve bunun açıkça ortaya koyan, imkân bulduğu takdirde Kuzey’deki nüfus yapısını “çatlak ses” çıkması olasılığını daha da düşürecek şekilde değiştirmeyi hedefleyen bir AKP ile de boğuşmak zorundalar. Bu yüzden Kuzey Kıbrıs’ta yaşayanların en az yarısı statükonun değişmesini istiyor. 

Bu tablo karşısında, bugünden yarına bir çözüm beklemenin gerçekçi olmadığı ortada. Buna karşılık Türk tarafının masada kalmaya ihtiyacı var gibi görünüyor. Kıbrıs müzakereleri için hep kullandığım bir benzetme var. James Dean’in başrol oynadığı Asi Gençlik (Rebel without a cause) filmini hatırlayalım. Orada iki genç arabalarıyla son sürat bir uçuruma doğru giderler. Frene ilk basan veya arabayı uçurumdan önce ilk terk eden oyunu kaybeder. Buna “chicken” oyunu diyorlar. Kıbrıs müzakere masası da böyle. Masadan kalkan kafadan kaybetmiş sayılıyor.

Türkiye ve KKTC’nin son derece deneyimli teknik/diplomatik kadroları var. İktidar sahipleri gereksiz çıkışlar yapmazlar ise, bu kadrolar beş yıl, on yıl rahatlıkla masada kalmayı sağlayacak argümanları üretebilirler. Bu mümkün olan tabi ki, muhtemel olan değil.

Özeti, masada oturan taraflara, temsil ettikleri zihniyetlere bakarak ben de bu müzakere sürecinden bir çözüm çıkacağı kanısında değilim.

Kıbrıs'ın ne olacağı konusu, Doğu Akdeniz'deki doğalgaz rezervleri gündemiyle birlikte daha da ısındı. Siz bu iki gündemi, gaz rezervleri ve adadaki süreç, birbiriyle ne kadar bağlantılı görüyorsunuz? Önümüzdeki süreçte gaz konusu Kıbrıs sorununda ağırlığını artırır mı, yoksa çok da önemli bir parametre olmaz mı?

Enerji uzmanı değilim. Bununla birlikte, doğalgaz rezervleri konusunda kopartılan fırtınayı bırakın diplomatik boyutu, üç buçuk iktisatçılığımla bile anlamlandıramıyorum. Cahilliğimden olacak, bu bana biraz “mesela dedük” fıkrasını anımsatıyor. Türkiye başta olmak üzere, bölge halklarının, emekçilerinin kıt kaynakları sonuçta bulunsa dahi üç tane enerji şirketinin cebini dolduracak doğalgaz yatakları uğruna sahneye güç gösterilerine harcanıyor. Daha da önemlisi ekolojik bakımdan zaten son derece zedelenmiş bir yapısı bulunan Akdeniz’deki doğal hayata kastediyorlar. Yaşadığımız kabusa bakar mısınız? Doğu Akdeniz’in emekçi halkları bu güzelim bölgedeki hayatı paylaşıp geliştirecekleri yerde, sermayenin atadığı yöneticilerinin Akdeniz’in cesedini paylaşmak için itişmelerini izliyorlar.

Bu girişten sonra kimseye sürpriz olmayacaktır ama Kıbrıs sorunun karmaşık denkleminde bu doğal gaz meselesinin gerçek veya ciddiye alınması gereken bir ağırlık taşıdığı kanısında değilim.