Yeniden solun “iyi zamanlarını”, aynı anlama gelmek üzere halkımızın umutlu zamanlarını yaşayabiliriz. Üstelik bu kez adlı adınca sosyalizm halkımızın umudu haline gelebilir.

Solun iyi zamanları için

Bizde de solun iyi zamanları da oldu. Birinci Dünya Savaşı dünyanın uzun süredir Türkiye diye adlandırdığı ülkenin üstüne çizik atılması anlamına geliyordu. İşte o sıra muhtaç olduğu barışın adresini Devrim Rusya’sı olarak karşısında bulan Türkiye siyaseti topluca sola döndü. İşçi sınıfına değil, sınıfsız topluma giden yol olarak komünizme de değil; ama emperyalizme karşı duran ve Anadolu’ya elini uzatan Bolşevizme duyulan sempati bir solculaşma dalgası yarattı. Tomurcukları boğmak için az uğraşmadı, egemen güçler.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Türkiye’nin, Nazizmden feyz alan bir sağcılığın hüküm sürdüğü limandan demir alması zorunluydu. Sağın dibinden ayrılış solculaşma anlamına gelecekti. Sendikalar kuruldu, aydınlar başlarını dikleştirdi. Siyasette komünizmin rüzgârı esmese de, ateşini komünistlerin harladığı bir demokratikleşme havası oluştu. Egemen güçler bu havayı, Tan matbaasını basarak, tez zamanda Kore üstünden kapağı NATO’ya atarak, Amerikancılığı kökleyerek ve komünistleri toplama kampına koyar gibi topluca zindana doldurarak zor bela dağıttılar. 

1960’a gelindiğinde sağ ülkeyi yine batırmıştı ve yeniden toparlanmak gerekiyordu. Bu kez mecburi sola dönüşün içini dolduran, yeni, topluma yayılmış özneler vardı. Mücadeleci işçi önderleri, devrimci aydınlar vardı. Artık yükseköğrenime erişen halk çocukları, kentlere göç etmiş Aleviler, avukat, öğretmen, doktor çıkmış Kürt demokrat aydınları vardı. Elbette onlarca yıldır deneyim biriktirmiş solcular, komünistler de vardı. Solculaşmanın önü neredeyse yirmi yıl kesilemedi!

Hikâyemizin bu noktasında 12 Eylül darbesine geliyoruz. Adı üstünde darbe. Katliamlarla hazırlanan, işkencelerle süren bir askeri faşist darbe. Ama kesinlikle bu kadar değil. 

Sol sadece şiddetle ezilmedi. Solculuk, siyasete devrimci mücadelenin birikimiyle değil liberalizmle iğdiş edilmiş biçimlerde yansıdı. Arkamızda 15-16 Haziran vardı. 1 Mayıslarda ortaya konan sınıf iradesi vardı. Devrimcilerin kanıtlanmış boyun eğmezliği vardı. Lakin bunların yerini tövbe etme ayinine dönen örgüt özeleştirileri aldı. İktidarı nasıl ele geçireceğini tartışan sol gitti, tövbe ayinine dua kitabı niyetine sivil toplumcu teoriler geldi.

“Memleket hazır değildi sola! Kapitalizm ne kadar gelişmişti ki? Hâlâ köylü değil miydik! Bu işçilerle mi olacaktı devrim? Marksizm Türkiye’yi açıklamaya yetmiyordu zaten. Ve örgüt diye diye bireyi yok etmiştik…” 

Asıl yenilgi budur. O gün bugündür solun üstünden “liberal vesayet” kalkmamıştır. 

Bugün Türkiye bir kez daha sağ tarafından batırılmış bulunuyor. Sağın batağından çıkışta mecburi istikamet solu gösterir. Bu, 2023’ün yeniliği değil. Doğrusu, sermaye “AKP zaferini” solun görevini yapmamasına borçludur dersek durumu abartmış olmayız. Sol, sivil toplumun gelişmesiydi, birlikti, yenilenmeydi, 21.yüzyıl sosyalizmiydi, toplumsal hareket solculuğuydu diye tumturaklı laflarla geri çekmiş, ortalığı gericilere bırakmıştır. 

Bu durum değişmek zorundadır. Türkiye yüzünü sola dönmeye hazırdır. Yeniden solun “iyi zamanlarını”, aynı anlama gelmek üzere halkımızın umutlu zamanlarını yaşayabiliriz. Üstelik bu kez adlı adınca sosyalizm halkımızın umudu haline gelebilir. Bunca yoksulluktan ve rezillikten, zulümden ve karanlıktan sonra bu pekâlâ mümkündür.

Ancak belirleyici olan, toplumun, soluna baktığında ne göreceğidir. Sermayeden ve burjuva siyasetinden medet uman, ilkesizliğe ve fırsatçılığa prim veren bir sol bataklığın garantisi olacaktır. Sola dönen orada vicdan görmelidir, düzenin kökten yıkılma çağrısını duymalıdır, pazarlıklarla değil ilkelerle tanışmalıdır.