Vaziyet komedi filmi kıvamında olsa bile, şükür, inanç dimdik ayakta. Tarikat şeyleri kazanmaya ve kazandırmaya devam ediyor.

Marketteki hayalet

Gerici tarihçi Kadir Mısıroğlu, cinci Ayhan Altınbaş ve Erenköy tarikatı şeyi Osman Nuri Topbaş'ın peygamberin ruhunu davet edip sohbet ettikleri bir “ruh çağırma seansı”nın ses kaydı yayınlandı birkaç gün önce. Ses kaydından anlaşıldığı kadarıyla, peygamberin ruhu odada bulunan bir kadının bedenine giriyor ve hazır huzura gelmişken sorulara cevap veriyor. 

Sahne çarpıcı; içine ruh kaçan kadın derin derin nefes alıyor, korkmuş, ağlamaklı. Fesli Kadir işkilleniyor, “niye öyle yapıyor” diyor. İçine peygamberin ruhu kaçmış, ne yapsın garip. Kadir’in aklına soru da gelmiyor fakat, son çare “hizmetlerimizden memnun mu” diye top çeviriyor. Ne desin, kalkmış gelmiş ta öteki dünyadan, memnunum diyecek mecbur. Eksik gedik? “İlme yönelmesi lazım. Dini anlatmalı” diyor kadın bedenindeki ruh. Yani Fesli Kadir’in “ilminin” olmadığı öte dünyada bile sır değil. 

Erenköy Cemaati şeyi Osman Nuri Topbaş’ın da dili tutulmuş. Ne desin ne sorsun koca peygambere şimdi? Üstüne ruh da politika işlerine girmez mi? “Erdoğan yanlış yapıyor, hak yiyor” diyor, iki senelik ömrü kaldı diye ekliyor ki facia. Tarikat şeyi Osman Nuri Topbaş açıklama yaptı kaydın dolaşıma sokulmasından sonra. Kayıt montaj, dublaj dedi. Peygamber ruhunun dublajı olur mu? Montaja-dublaja inanmayan bir müridi bambaşka bir yorum getirdi olaya haliyle; “Topbaş hocanın mana aleminde Efendimizle görüştüğünü söylediğimizde burun kıvıran ve alay edenlerin yüzüne Allah delilini çarptı. Allah dostlarıyla alay eden olursa artık kendi bileceği iş” dedi. Görüşmenin kaseti vardı elde, daha ne olsun!

Peki, İslam’da ruh çağırma var mı? Yok. Fes giymek, tarikata şey olmak, ilim için yeterli değil demek ki. Her şartta ilme yönelmek lazım ruhun da dediği gibi. 

Ruhlar aleminden gerçek dünyaya kesin dönüş yapalım. Fethullahçılar epey tepindi bu ruh çağırma seansının üzerinde. Kayıtlarını onların sızdırmış olması da büyük ihtimal. Belli ki aralarında ruhani ve ticari bir hesaplaşma var.

Hatırlatalım; Ruh çağırma seansının kahramanı Osman Nuri Topbaş’ın şey olduğu Erenköy Cemaati Nakşibendiliğin Halidiye kolunun bir kolu. İçinde daha çok esnaf ve iş adamları var. Bir tür patron cemaati anlayacağınız. Cumhuriyetin tekke ve tarikatları kapatmasından sonra ortaya çıkmış bir kol bu. “Erenköy Cemaati” ismini, Menemen gerici ayaklanmasının müsebbiplerinden şey Esad Erbili’den alıyor. Şey Esad Erbili, ayaklanmaya katıldıkları iddiasıyla, 1931 yılında oğluyla birlikte Menemen’e götürülmüş ve idamla yargılanmış. Yaşı ileri olduğu gerekçesiyle idam kararı ertelenmiş. Sonra Erenköy’deki evinde inzivaya çekilmiş, Erenköy’ün olaya dahil olması bundan ibaret. Bir de tarikat şeylerinden biri Erenköy tren istasyonu yakınındaki Zihni Paşa Camii’nde yapıyormuş propaganda faaliyetlerini. Tarikat şeylerinin tamamı devlet memurudur, malumunuz. İstanbul-Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdai Camii ve Vakfı yeni üsleri. Devlet hem cami veriyor hem besliyor bunları. Tarikat düzeninin meşhur sırrıdır. 

Bir de hepimizin hayatında yeri olan BİM marketler zinciri var hikâyede. Bu ucuzcu market de Erenköy kolunun kontrolünde. Hatırlayacaksınız, Erdoğan ve Bahçeli bir ara fahiş zamların bu marketten kaynaklandığını iddia etmişti. BİM’in “siyo”su ve tarikatın şeylerinden biri olan Galip Aykaç, iktidar zirvesinden gelen bu sinyali fırsat bilip marketine saldıran havuz medyasına, “bre ahlaksızlar, sizlere bundan sonra sizin tonunuzda cevap vereceğim bilesiniz” diyerek tepki göstermişti. Ancak Aykaç önce MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın “salyalarını akıtmış ahlaksız, edepsiz hortumcu” sözlerine maruz kaldı, sonra MHP vurucu tim komutanı Kürşad Yılmaz tarafından tehdit edildi. Öylesine korktu ve sindi ki bu tehditlerden, Gıda Perakendecileri Derneği Başkanlığı’ndan bile istifa etmek zorunda kaldı.

Devlet Bahçeli o tarihte zincir marketlerin “FETÖ” ile irtibatının araştırılmasını istemişti gerçi ama 17-25 Aralık’ta Topbaş ailesi de Fethullahçıların hedefindeydi. Belli ki BİM krizinin arkasında damat Berat ve medya patronu olan kardeşi Serhat’ın parmağı vardı. Bu ruh çağırma seansı kaydı ile bir taşla birkaç kuşu tepelemek istemişti Fethullahçılar, hem Erenköy’e hem Kısıklı’ya çakmışlardı çaktırmadan.

***

Fethullahçılar, birkaç gün önce, başka bir tarikat atağı vesilesiyle de girdi gündemimize. Başında Belçika’dan ithal bir bakan bulunan Aile Bakanlığı, koruması altındaki çocukları Suffa Vakfı’na ait Mutlu Yuva Derneği’ne teslim etmişti. soL bu haltı haber yapınca Bakanlık açıklama yaptı, “sivil toplum örgütleri ile protokol yapıyoruz”, uygulama normal dedi. Belli ki Bakanlık tarikatları sivil toplum örgütü olarak tanımlıyordu.   

Aile Bakanlığının çocukları teslim ettiği Suffa Vakfı Nurcu Mehmet Kırkıncı Cemaati’nin vakfı. Tıpkı Fethullah Gülen gibi, Mehmet Kırkıncı da 12 Eylül darbesinin ardından darbeye ve darbecilere övgüler düzmüş, akıl hocalığına soyunmuştu. Kırkıncılar, 12 Eylül 2010 referandumunda da militan “evetçiler” arasındaydı. İki kafadar şeyin cunta sevgisi Nurcuların bölünmesine neden oldu haliyle. 

Nakşibendi-Halidi artığı Nurcular, başlangıçta Said Nursi’nin risalelerini yaymak isteyen irili ufaklı cemaatler topluluğuydu. Topluluk, önce, risalelerin Latin harfleri ile matbaalarda çoğaltılmasını savunan “okuyucular” ile metinleri Arap abecesi ile ve elle çoğaltarak dağıtma taraftarı “yazıcılar” olarak bölündü. Sonra o kollardan başka kollar türedi. Mehmet Kurtoğlu, Yeni Asya Grubu, Mehmet Kırkıncı, İhlas Grubu, Nesil Grubu ve Fethullahçılar bu bölünmenin ürünü oldu. İkisi de Erzurumlu olan Fethullah Gülen ve Mehmet Kırkıncı medrese arkadaşıydı. Fethullah Gülen Nurculukla Mehmet Kırkıncı aracılığıyla tanışmıştı. Haliyle Kırkıncı’yı hocası olarak kabul ediyordu. 

Fethullah Gülen fırsatını bulur bulmaz Komünizmle Mücadele işine de girdi, aynı adlı derneğin Erzurum Şubesinin kurucuları arasında yer aldı. Dolmabahçe’de 6. Filo’yu kıble kabul edip namaz kılmaya vardırdı mücadele işini. O sayede devlet içinde yer edindi, meşruiyet kazandı. Hocası Mehmet Kırkıncı bu tip gösteriler yapma konusunda çekingendi, Fethullahçılar onları pasiflikle suçluyorlardı. Devir değişti, darbeye kalkışan Fethullahçılar başarısız olunca tası tarağı toplayıp ülkeyi ve devleti terk etmek zorunda kaldı. Şimdi onlardan boşalan yerleri doldurmaya çalışan tarikat kolları arasında Kırkıncılar da var. Aile Bakanlığından çocuk kapma vakası da bu yer doldurma çabasıyla ilgili. 

***

Tarikatları, daha dar anlamında Nurcuları devlet nezdinde meşrulaştırma başarısını “sosyolog” Şerif Mardin’e borçluyuz. Bakanlık da tarikatlara “sivil toplum örgütleri” derken bir anlamda ona atıf yapmış oluyor. Mardin, “Bediüzzaman Sait Nursi Olayı”, “Türk Modernleşmesi”, “Türkiye, İslam ve Sekülerleşme”, “Türkiye’de Din ve Siyaset" gibi kitaplarıyla Said-i Nursi ve o vesileyle Fethullah Gülen’e övgüler dizdi. Abdülhamit’in deli diye tımarhaneye kapattırdığı Said-i Nursi’yi entelektüel bir kahramana dönüştürdü. Ona göre Nurculuk da bir tarikat değil İslami sivil toplum kuruluşuydu. Bugün görüyoruz, cumhuriyet düşmanlığının en utanmaz ideoloğudur.

Ama o sivil toplum kuruluşu, 2016’da, silahlı bir kalkışmaya imza attı. Bildiğimiz silahlı-askeri bir örgütlenme çıktı sivil toplumculuğun içinden. Şerif Mardin imzalı ne varsa çöpe dönüştü böylece. Çıkarıp geride bıraktıklarını temizleme görevimiz var. Süpürüyoruz. 

***

Nurcu, Fethullahçı, Kırkıncı, cinci, BİM’ci… Bunlar kafanızı karıştırmasın. Türkiye’de bir “tarikatlar” sorunu değil, bir tarikat sorunu var. O tarikat Nakşibendiliktir. Nakşi Tarikatı Osmanlı Sultanlarının kucağında büyüdü. Süleymaniye çıkışlı Nakşi-Halidi kolunun çıkışında da Osmanlı parmağı var, ebesi Topkapı Sarayındadır. 31 Mart gerici ayaklanmasından Menemen Kalkışmasına kadar bütün gerici isyanlarda Nakşi-Halidi kolunu teşhis etmemiz işte bu doğuş ile ilgili. Osmanlıda kazandılar ve Cumhuriyette kaybettiler, kaybettirene derin bir kinleri var, özeti budur. 

Tarikattan sivil toplum olur mu? Kaynağını dinden alan herhangi bir toplumsal hiyerarşi laik cumhuriyet için imkansızdır, yasaktır. Bir bölümü babadan oğula geçen “manevi liderlik” iddiası ise saçma olmanın ötesinde, normal bir hukuk düzeninde suçtur. Tarikatlara ve tarikat şeylerine cumhuriyette yer yok. Bu durumda denklem basit: ya ülkeyi kapatacağız ya bu irili ufaklı tarikatları. 

***

Dönelim ruhlar alemine… Madem çağırdın peygamber ruhunu, erinmedi çıktı geldi o da, bir iki ayet daha istesene kem küm edeceğine. “İslam aleminin” ve insanlığın hali ortada, bir el daha atsa olmaz mı? 

Olmayacağını onlar da biliyor tabii. Kadın kılığı da yanlış anlamalara bir önlem. Gerçek olsa şahitliği bile mümkün değildir.

Vaziyet komedi filmi kıvamında olsa bile, şükür, inanç dimdik ayakta. Tarikat şeyleri kazanmaya ve kazandırmaya devam ediyor. Arada hır gür olmasa ortam tarikatlar için bildiğin cennet. “Kahrolası laiklik, keşke Yunan galip gelse” sözlerindeki keramet budur. 

Bize gelince, ruh muh fayda etmedi, kriz derinleşiyor, bari BİM’e gidelim!