Benim “Din ve Devrim” kitabının temel tezidir; dinde devrim bulamazsınız. Tabii sadece İslam tarihinin değil bütün dinler tarihinin özetidir bu.

İslam medeniyeti

Şeytan Ayetleri, yazar Salman Rüşdi'nin romanının adı. İlk baskısı 1988'de İngiltere'de yapıldı. Kitabın bir bölümünde, Muhammed'in içinde yaşadığı pagan topluluğun desteğini almak üzere pagan tanrıçaları onaylayan sözler ettiği, bu desteğe ihtiyaç kalmayınca bu ayetin şeytan tarafından yazdırıldığını iddia ettiği anlatılmaktaydı.

“Lât ve Uzza’yı ve diğer üçüncüsü Menat’ı gördünüz mü?” (Necm; 53/19-20) Kuran’da adı geçen ve ululanan bu üç tanrıça gerçekten de “cahiliye” dönemi Arap politeizminin önde gelen simgelerindendi.

Aslında bu alımlama girişiminin, senkretizm, dinler tarihi açısından şaşırtıcı bir yanı yok. Senkretizm, bütün dinlerde olağan hallerden biri. Böylece eski inanç yeni inanca sızıyor, yaşamını yeni biçim altında uzatıyor. Yeni inanç da bu yolla bir meşruiyet sağlıyor kendine. Dinde geçiş döneminin tezahürlerindendir. 

Paganizme gelince; “cahiliye dönemi” Arapları arasında şekil verilmiş taşlara tapınma çok yaygındı. Tanrısal varlıklar adına yapılmış kutsal mekânlara (beyt) da sık rastlanıyordu. Örneğin Mekke’de bulunan Kâbe, Hicaz bölgesinin beytlerinden biriydi. Burası İslamiyet’ten önce Hicaz paganizminin bir merkezi haline gelmişti. O dönemden miras kalan ritüel, çıplak halde taşın etrafında dönme, küçük değişikliklerle günümüzde de devam ediyor.

Elbette gök cisimleri de tanrılaştırılmıştı. Lat, Uzza, Menat aynı zamanda gök cisimlerinin birer yansımasıydı ve bu cisimler Allah’ın, El-lah-El-İlah, kızları olarak kabul edilmekteydi. Örneğin “Uzza” Venüs gezegeniyle özdeşleştirilmişti, Afrodit veya İştar’ın Bedevi versiyonuydu.

Özetle Salman Rüşdi romanını dinler tarihinin olağan vakalarından biri üzerine kurgulamıştı. Zaman zaman gündeme gelmiş, çok tartışılmıştı. Tartışmanın Kuran’da izleri vardı. Gerçekten de “Hacc Suresi”nde, şeytanın, Tanrı'nın gönderdiği her peygambere türlü şekillerde musallat olduğu, onları yanılttığı ve nihayetinde Tanrı'nın bu peygamberleri yanılgıdan ve şeytanın yalanlarından koruduğu, böylece tebliğ görevinin kusursuz bir şekilde yapılmasını sağladığı anlatılıyordu. Bu ayet Muhammed'in şeytan tarafından kandırılmasıyla ilgili olarak indirilmişti. Şeytan, Muhammed'i, “müşriklerce” (paganlarca) kutsal bilinen ve adları Lat, Uzza ve Menat olan üç tanrıçayı övücü sözler söylemesi için kandırmış ve bu sözleri onun diline ayet olarak sokmuştu. Muhammed, “Lat'ı, Uzza'yı ve... üçüncü olan Menat'ı gördünüz mü?” demiş, Şeytan araya girip “İşte bunlar, yüce turnalardır... Şefaatleri de elbette ki umulur” sözlerini ilave etmişti.

Biliyoruz, fazlalıklar sonradan silinmiştir. Lat, Uzza ve Menat dahil bütün putlar yıkılmış, beytin 360 adet olduğu söylenen dikili taşları kaldırılıp atılmıştır. Ancak her nasılsa onlardan biri olan “karataş” kültü, Hacer-ü'l Esved, Kâbe’de hâlâ hükmünü sürdürmektedir. 

***

Buna karşın incinmeye çok eğilimli ve kendi inanç tarihi hakkında ümmi “Müslümanlar” Rüşdi'nin kutsal değerlere saldırdığı kanısındaydı. Ayaklandılar, Rüşdi’nin kitaplarını yaktılar. Pakistan'da büyük olaylar çıktı. İran dini lideri Humeyni, Rüşdi ve kitabın yayınlanmasında görev alan kişilerin öldürülmesine yol veren bir fetva yayımladı. Kitabın Japon çevirmeni Hitoshi Igarashi 1991’de bıçaklanarak öldürüldü. İtalyan çevirmeni Ettore Capriolo aynı ay içinde bıçaklandı. Eseri yayınlamaya teşebbüs eden yazar Aziz Nesin hedef gösterildi ve bu kışkırtmalar 2 Temmuz 1993’te ikisi eylemci 37 kişinin hayatını kaybetmesine yol açan bir yobaz ayaklanmasına dönüştü. Ve en sonunda Salman Rüşdi’ye de bıçakla hücum ettiler, tek gözünü almayı başardılar. 

Dinler tarihinin cilveli hallerinden biridir; küçük, kara bir meteor parçasına el sürmek için birbirini ezenler üç pagan tanrıça ile ilgili tartışmada inançlarına bir saldırı algısına kapıldı. Bunu konu edinen bir kurgu için 37 kişinin ölmesi gerekmişti. Hâlbuki Halife Ömer’in bu taş için, “Biliyorum ki sen faydası ve zararı olmayan basit bir taşsın. Allah Resul’ünün seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim” demişti. İnançlar da zamanla taşlaşır, kararır, kutsallığı artar, anlamı silinip gider.

***

Tabii, iç itirazlar da var. IŞİD, “Kabe’yi yıkmak”tan söz edip, hacıları “taşa tapmak”la suçlamıştı Suriye’yi işgal girişiminin en hararetli zamanlarında. Türbelere ve yatırlara da şiddetle karşıydı örgüt. Vahabiliğin kurallarındadır, türbe, mezar, yatır, beyt yıkılması gereken putlardandır. Süleyman Şah türbesini onlar yıkmasınlar diye söküp Türkiye sınırlarına taşıdık malum. IŞİD’in bu tepkisinde, eski inançların yeni inanca sızmasının ve yeniye galebe çalmasının payı var. Senkretizm İslam’ı yer yer bambaşka bir inanca çevirdi, IŞİD inancı saflaştırmak istiyor. İmkânı var mı, tartışmalıdır. 

“Medeniyet” kısmına gelince, son 20-30 yılda sadece Irak ve Suriye’de 2 milyona yakın Müslüman, işgalcilerin yarattığı çatışma ortamda birbirini boğazladı. O arada yakıp yıkılan tapınakların haddi hesabı yok. Bu coğrafyada bütün Müslümanlar ağır bir şekilde aşağılanıyor, itilip kakılıyor, hırpalanıyor. Bütün bunlar bir yana birkaç milyon Siyonist, bütün Arapları rehin almış durumda. Gazze’de sıkıştırdıklarının başına bombalar yağdırıyor ve diğer Müslümanlar sadece seyrediyor. İslam’dan feyz alan silahlı cihatçı örgütlerin tek başarısı kendi dindaşlarını öldürmekten ibaret. Bu öyle bir karanlık ki yıkıldığı iddia edilen cahiliye dönemi bütün ağırlığıyla üstümüze çökmüş durumda. Tarikatlarda 6. yüzyılda bile sakil bulunacak işler oluyor. “İslam medeniyetinden” yükselen kadın ve çocuk çığlıkları yürek paralayıcı. Cehalet örgütlendi, sadece İslam coğrafyasını değil insanlığı tehdit eder hale geldi. Demem o ki bunda bir “medeniyet” bulmak zor iştir. 

***

Peki ne var? Emevi-Abbasi Medeniyeti. İslam kuşkusuz içindedir ve bununla birlikte İslam hiçbir döneminde “medeniyet” sayılabilecek bir bütünlük yaratamamıştır. Medeniyet Emevi ve Abbasidir. Emeviler temelini attı, Abbasiler yükselmesini sağladı. Ancak sonra gelen öncekine düşmandı, yıkarak ilerledi. Abbasiler, Emevileri yıkmak için “mevalilerin”, Arap olmayan müslümanlar, desteğine muhtaçtı. Abbasi devrimi bir mevali devrimidir. Devrimde Perslerin, Türklerin ve kölelerin etkisi Araplarınkinden büyüktür. Abbasi devriminin zafere ulaşmasında başlıca etken olan ordu Horasanlıydı. Zamanla yerlerini köle Türkler doldurdu. Mevaliler ve köleler medeniyete kendi renklerini verdi. Böylece hilafet iddiası çöktü, İslam’ın merkezinde bedevilerin yerini mevaliler aldı. Özetle, “İslam medeniyeti” bir Arap-Pers-Türk sentezidir. 

Demek ki “İslam medeniyeti” bir zorlamadan ibarettir. Haliyle bir “İslam felsefesi” de yoktur, imkansızdır. İslam ile medeniyet, İslam ile felsefe asla yan yana gelmez. Din silicidir, yeşerdiği her yerde medeniyetten ve felsefeden kalan bütün izleri siler, alanı cehalet için düzler. 

***

Bir soru daha: İslam’a dayanan bir “sentez” mümkün mü?

Mustafa Kemal 1930’lu yılların ilk yarısında, Meksiko Büyükelçisi Tahsin Mayatepek’e “Güneş Kültü” hakkında bir rapor hazırlamasını emretmişti. “İslam medeniyeti” ile devrimi arasında bir bağ kurmak istiyordu. “Mayatepek”, emir üzerine, Meksiko’da bir Güneş ayinine tanıklık etti ve izlenimlerini Mustafa Kemal’e ulaştırmak üzere rapor haline getirdi. Rapordan aktarıyorum: “Bu ayini gördükten sonra derhal Mevlana Celaleddin-i Rumi’yi hatırlayarak… Güneş Kültünde nay ve kudüm refaketi ile güneş mabud veya mabudun timsali sıfatı ile yapılan deveranları, müslümanlığın tanıdığı Allah’a karşı yapılan bir ibadet şeklinde ifrag ederek kurduğu mevlevi tarikatına idhal etmiş olduğu netice ve kanaatine vardım.” Mayatepek, Kabe’nin yapısı ile diğer güneş tapınaklarını karşılaştırdığı ve Kabe’nin de Güneş tapınağı olarak yapıldığı sonucuna vardığı raporunda, Mevlevi ayininin, manası Müslümanlığa uyarlanmış güneş ayininden başka bir şey olmadığını iddia etmektedir ki kesinlikle haklıdır. 

Ancak Mustafa Kemal “İslam medeniyetine” açılacak bir yol bulamamıştı. Haliyle “Türk Tarih Tezi” İslamiyetsiz şekillenmiştir. 

Dini inkâr edemeyiz, inanlar varsa din de vardır. Mustafa Kemal’in de inkarla yola çıktığını sanmıyorum, biliyoruz Mevleviliğe sempatisi vardı. Ancak devrimlerin şekillenmesinde sempatilerin yeri yoktur. Yol yoksa kapıyı kapatırsınız, başka bir yol açarsınız. Devrim dediğimiz budur. 

Yanlış veya doğru, tarihsel bağlamına yerleştirdiğimizde “Türk Tarih Tezi” ilericidir, “Türk İslam Sentezi” gerici. Çünkü bunları birleştirecek bir yol bulunamamıştır. Ayrıca ilki bir halk yaratma arayışıdır, ikincisi halkı silme girişimi. 

Yakın zamanda Mustafa Kemal’in bulamadığı yolu bulduğunu iddia edenler ortaya çıktığı için ekliyorum, “Kürt Tarih Tezi”nde ilerici yan bulabiliriz ama “Kürt İslam Sentezi” tartışmasız gericidir. Bu yoldan yürüyerek anca Şeyh Said’e veya Said-i Kürdi’ye varabilirsiniz. 

***

Benim “Din ve Devrim” kitabının temel tezidir; dinde devrim bulamazsınız. Tabii sadece İslam tarihinin değil bütün dinler tarihinin özetidir bu. Sosyalistiz, Komünistiz, bilineceği bilme sorumluluğumuz var. Arıyoruz, öğreniyoruz, dinler tarihi de buna dahildir. 

Ama biz İslam medeniyetinin değil, insanlık medeniyetinin çocuklarıyız. Büyük insanlık ailesinin aydınlık geleceğine inanıyoruz haliyle. İnsana yakışır bir dünyaya olan inancımız tam, düşeriz kalkarız, bir gün mutlaka kurarız.