Zalimler ne zaman bizi aşağılasa, dövse, vursa giyotini hatırlamamız boşuna değil. Şiddetin anası hüküm süren eşitsizlikçi düzendir çünkü. Bu düzene son vermek için yeni aletlere ihtiyacımız var.

Bir devrim aletinin siyasal tarihi

Fransa’da eski düzenin, ancien regime, sembolü XVI. Louis giyotine doğru yürüyordu. Hapsedildiği yerden alınan kral, askerlerin eşlik ettiği bir atlı arabayla Paris sokaklarından geçirilerek “Devrim Meydanı”na getirilmişti. On binlerce yurttaşın beklediği meydana erişimi sağlayan köprü ve kavşaklarda topçu birlikleri konuşlandırılmıştı. Ulusal Muhafız taburlarının çevrelediği sehpa ve giyotin monarşinin son sahnesini kapatmaya hazırdı. Giyotinin yanında Parisli cellât yurttaş Charles-Henri Sanson duruyordu. Devrimden sonra “yurttaş Capet” diye hitap edilen eski kral XVI. Louis arabadan indirildi. Üzerindeki palto çıkarıldı ve gömleğinin yakası açıldı. Elleri bağlandı, sehpaya çıkmasına yardım edildi. Boynu kalın olduğundan giyotinin yarım ay biçimindeki oyuğuna tam olarak oturmadı. İnen giyotin, çenesi ile kafasının arka kısmını ayırdı ama tam olarak koparamadı. Cellât ağırlığını kullandı, işlemi tamamladı. 21 Ocak 1793’te, kralın vücudundan ayrılan başı halka gösterildi. Meydanı dolduran kalabalık “yaşasın cumhuriyet” diye karşılık verdi bu gösteriye. 

XVI. Louis’nin infazı, monarşiyi ilga eden devrimin bir güç gösterisiydi. Mekân olarak eskide monarşiyi temsil eden, ancak artık yeni Fransa’nın sembolü haline dönüşmüş olan Devrim Meydanı’nın seçilmesi bile rastlantı değildi. Giyotine ve yaydığı dehşete takılmayın, bu aslında devrimini yapmış bir sınıfın, burjuvazinin, bir güç gösterisidir. Öyleyse giyotin de önünde sonunda bir devrim aletidir. Eski düzenle yenisinin bağını kesmek, geri dönüşü imkânsız hale getirmek için iner eski rejimin başına. Yeni sınıfların elindeki giyotin eşitlikçidir, devrimcidir, cumhuriyetçidir. Öyle ki uçurduğu en önemli kelle bile artık bir kralın değil yurttaş Capet’in kellesidir… 

***

Louis'nin ölümünden dokuz ay sonra, artık eski Fransa kraliçesi olan eşi Marie Antoinette de, Paris'te, Devrim Meydanında giyotinle idam edildi. Antoinette, Fransız halkı nezdinde bir nefret objesiydi. Savurganlığı, kibri, kadınlı erkekli sevgilileri yol açmıştı bu nefrete. Paris sokaklarında dolaştırıldıktan sonra Devrim Meydanı’na binlerce Fransız yurttaşının yuhalamaları eşliğinde girdi. Kraliçe olarak girdiği meydandan rütbeleri sökülmüş ve meydandakilerle eşitlenmiş ölü bir yurttaş olarak çıktı. Giyotin eşitlikçidir; eski düzenden kalan şan-şöhret ve rütbeleri kesip atar, geride sade bir yurttaş kalır. Devrimdir. 

Tabii irkiltir, dehşet salar, sindirir aynı zamanda. Teröristtir giyotin. Devrim biraz da bunlar değil mi?

Fransız Devriminin lideri, beyni, bilinci Robespierre, “devrimsiz bir devrim mi istiyordunuz?” diye sormuştu o hararetli günlerde. Sözü giyotinin yaydığı dehşet karşısında tereddüt edenlereydi. Çünkü dehşet giyotinde değil, onun kesip atmaya çalıştığı eski düzende, monarşideydi. Haliyle giyotinsiz devrim, devrimsiz bir devrimdir. Monarşinin, kralın, cumhuriyet düşmanlarının kafasını koparmayan devrim imkansızdır çünkü. Her durumda bir düzleyiciye, kesiciye ihtiyacı var. 

***

Ancak sonuçta bir alettir. Kötü ellere geçebilir, amacına aykırı kullanıldığı da olmuştur. Alet, adını mucidi Joseph-Ignace Guillotin'den alıyor. Bir hekim olan Guillotin idam cezalarını infaz etmek için bir makine tasarlamıştı. Amaç daha “insancıl”, daha modern, daha devrimsel bir idam cezası uygulamaktı. İcadı ilk kez, 1792’de, Jacques Nicholas Pelletier adlı bir hırsızı idam etmek için kullanıldı. Başarılı olunca kabul gördü. Devrimin ateşi yükseliyordu, “terör dönemi” olarak adlandırılan Haziran 1793 - Temmuz 1794 arasında bolca kullanıldı. Hatta giyotinli idamlar kalabalıklar için bir eğlenceye dönüştü. 

“İnsancıl” dememiz şaka değil. Fransa'da giyotinden önce soylular genellikle kılıçla ya da baltayla idam ediliyordu. Asılma da yaygın bir idam biçimiydi. Yakılma gibi daha acı verici yöntemler de vardı. Bazı hallerde kurbanın yakınları ölüm acısız ve hızlı olsun diye cellatlara para teklif ediyordu. Devrimci Fransa buna da bir son vermek, ölüm cezalarını daha hızlı ve acısız uygulamak istemişti. 1792'de giyotin Fransa'nın idam aleti haline geldi. 1939'da rafa kaldırıldı, 1981'de idam cezasının kaldırmasına dek resmi idam aleti olarak varlığını korudu. 

***

Uluorta idam devrimci Fransa’ya özgü sanılmasın diye not ediyorum. Osmanlı’da ve Cumhuriyet Türkiye’sinde de infazlar halka açıktı. Osmanlı’da infaz için Sultanahmet- Hipodrom, Çarşıkapı, Beyazıt ve Eminönü gibi merkezi yerler seçilmekteydi. Asılarak idam, yaygın yöntemdi. Bunun için bir ağaç veya ondan esinlenerek oluşturulan üç ayak bir “dar ağacı” yeterliydi. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da halka açık infazlar devam etti. İstanbul’da Beyazıt, Eminönü, Sultanahmet ve Ayasofya, Ankara’da ise Samanpazarı meydanları infaz meydanlarıydı. Uygulama, idamların cezaevlerinde gizli olarak yapılmasını öngören 1965 tarihli 647 sayılı yasayla kaldırıldı. 

***

Tabii amaç devrimse eğer, eskiyle bağı kesme, ilişkiyi koparma sadece giyotinle mümkün değildir. Kesilenin yerinde yeşerene, yurttaşa-yoldaşa-halka, yeni bir tarih ve yeni bir takvim gereklidir. Haliyle giyotine eşlik eden takvim değişiklikleri, Fransa’da, Rusya’da veya Türkiye’de, tarihte büyük sıçramalara işaret eder.

Fransız Devriminden sonra eski toplumla bağların tamamen koparılması için takvim radikal biçimde değiştirildi. Devrimciler kilisenin günlük hayat üzerindeki hegemonyasını kırmak için takvimin de değişmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Ulusal Meclis, 1793’te, Halk Eğitim Komitesi başkanı C. Gilbert Romme’a takvim değişikliği için yetki verdi. İki matematikçi Joseph-Louis Lagrange ve Gaspar Monge’nin aralarında bulunduğu bilim insanları yeni takvimi oluşturması için görevlendirdi. Fransızca adıyla “Calendrier Républicain de la Révolution de 1789”, 1789 Devrimi’nin Cumhuriyetçi Takvimi, 1793 yılı sonunda kabul edildi. Yeni takvimin ilk günü olarak devrim günü değil Cumhuriyetin kurulduğu gün kabul edilmişti. Gregoryen takvimine göre 1792 yılı, birinci yıldı. O yılda Hıristiyanlık çağı kapanmış ve Cumhuriyet çağı açılmıştı. Cumhuriyetin kuruluşu yeni takvimin miladıydı. Çağlar artık İsa’dan önce ve İsa’da sonra olarak değil, Cumhuriyet’ten önce ve Cumhuriyet’ten sonra olarak tarif edilecekti. Çağımızın ruhuna uygundur. 

Demek ki giyotin gibi, devrim takvimi de cumhuriyetçidir. Devrimciler, yeni takvim ile eski düzenin tamamen yok edildiği bir çağ açmak istiyordu. Yenisini kurmak için eski ile bağları koparmak şarttı. Giyotin veya takvim, bu işe elverişli aletlerdir. İhtiyaç keşfin anasıdır; unutulmasın her iki alet de devrimin icadıdır.

***

Cumhuriyeti yıkan çakma kral Napolyon, 1801’de, Papa ile anlaştı, Cumhuriyetçi takvime pazar günü ve paskalya geri geldi. Bu geri adımdan bir süre sonra da Cumhuriyetçi takvim kaldırıldı ve Gregoryen takvime geri dönüldü. 

Karşı devrimi devrim selamladı sonra. 1871’de kurulan Paris Komününün ilk kararlarından biri Cumhuriyetçi takvimi geri getirmek oldu. 16 Floral 79’da, 6 Mayıs 1871, devrimci takvim tekrar yürürlüğe konuldu. Devrim takvimini devrimsiz düşünemeyiz.  

***

Abartıyor değiliz, giyotin ona doğru yürüyen insanla aynı seviyededir hep. Bir yüceliği yoktur, demek istiyorum. Şiddet her defasında insan soyunu yükseldiği yerden aşağıya iter, düşürür, küçültür, ezer. Ama devrim dediğimiz şey o düşürülmeye bir isyan değil mi zaten. Unutulmasın şiddet giyotinden önce vardır ve giyotinden sonra da olacaktır. 

Fransa’da, devrimden yüz yıllar sonra, halk düşmanı iktidara karşı eylemlerde giyotin maketleri taşıdı direnişçiler. Zalimler ne zaman bizi aşağılasa, dövse, vursa giyotini hatırlamamız boşuna değil. Şiddetin anası hüküm süren eşitsizlikçi düzendir çünkü. Bu düzene son vermek için yeni aletlere ihtiyacımız var. Ve ihtiyaç keşfin anasıdır, dediğimiz bu. 

Çok sıkıştık, çok daraldık, devrimsiz bir devrime rıza göstermeyeceğiz artık. Ne aletsiz ne öfkesiz ne kinsiz yapabiliriz bunu. Öyleyse yeniden, yaşasın cumhuriyet!