2008 çöküşü sonrası oluşan boşlukta, Çin’in rekabet gücüyle iki bloklu hale gelen dünyada bölgesel güçlerin yükselmesi için zemin doğuyor.

BAE nasıl bölgesel bir güç haline geldi?

Emekçi sınıfların siyasi iradesinin bir süre için gücünün azaldığı tarihsel bir dönemden geçiyoruz. Böyle dönemlerde yayılmacı ve yeniden paylaşımı talep eden bölgesel güçlerin ortaya çıkması beklenen bir olgu.

Uzağa gitmeye gerek yok, bunlardan birinin, özellikle 2011’den sonra Türkiye olduğunu biliyoruz. Ancak her şey karşıtı ile bulunur, benzer koşulların son on yıl içinde hemen her başlıkta Türkiye ile karşı karşıya gelen başka bir bölgesel hırsı yarattığını fark ediyoruz: Birleşik Arap Emirlikleri (BAE).

2016’da 15 Temmuz darbe girişimini BAE’nin desteklediğine dair müphem bilgiler var, spekülasyon mu, bilmiyoruz.

Yine Türkiye’nin askeri olarak Libya’daki iç savaşa müdahil olduktan sonra Türkiye tarafından donatılan Vatiyye askeri üssünün bir BAE uçağı tarafından vurulduğu iddia ediliyor. Mısır’dan kalkan bir BAE jetinin gece bombardımanı…

Doğu Akdeniz’deki gerilimden sonra, BAE’nin Yunanistan ile yaptığı askeri tatbikat ise şüphe götürmüyor.

Daha sonra kısaca bahsedeceğiz, BAE Türkiye ile birlikte ABD’nin Suriye saldırısına katıldı. Ancak son dönemde taktik değiştirdi ve Şam’da elçilik açtı. Bunun Türkiye’nin Suriye’deki yayılmacı politikasına karşı bir adım olduğundan da kimse şüphe etmiyor.

Şu anda uluslararası gündemde BAE ile ilgili acil bir şey yok belki, ama Türkiye’de az tanınan bu ülkeye biraz yakından bakmak daha sonra yaşanacakları çözümlemek için mutlaka işe yarayacak.

Bir Körfez ülkesi olan BAE’nin stratejik yeri ve komşuluk ilişkileri görülüyor. Hemen İran’ın karşısındaki ve Hürmüz Boğazı’nı tutan konumu izleniyor.

BAE’nin bugün kurulu olduğu tarıma elverişsiz topraklarda göçebe Arap kabileleri bulunuyordu ve uzun bir süre Osmanlı egemenliğinde yaşamışlardı. İngiliz emperyalizminin ilgisini Hindistan yolunda bulunan bütün stratejik bölgeler gibi çekti. Birinci Dünya Savaşı’nda Skyes-Picot Anlaşması ile Arap yarımadasının güney ucunu İngiltere kendine ayırdı. 

İngiliz egemenliğinde balıkçılık ve inci avcılığı ile geçinen bu yoksul ülkenin geleceğini değiştiren iki olay oldu: 1960’larda zengin petrol yataklarının bulunması ve 1971’de İngiliz sömürgeciliğinin sonlanarak BAE’nin bağımsız bir ülke olması. Ancak bağımsızlığın bir halk direnişi ile alındığına ilişkin bir işaret yok. Ülkenin yeni egemenleri kapitalizm öncesi toplumsal ilişkilerin ürünü olan yedi Emirlik’in soylularının oluşturduğu oligarşi oldu ve emperyalist ülkelerle bağdaşıklığını sürdürdü.

Bugün 10 milyona yakın nüfusunun ancak %15’i BAE vatandaşı ve geri kalan %85’i yabancı ülkelerden gelen emekçilerden oluşuyor. 

Aslına bakarsanız Türkiye ile hiçbir benzerliği yok gibi. Türkiye’nin 80 milyonu geçen nüfusuna karşı küçük bir ülke, nerdeyse 1,5 milyon vatandaşı var. Türkiye enerji yoksuluyken dünya petrol rezervi sıralamasında 7. zengin ülke BAE. Ne toplumsal yapı, ne tarih, ne ekonomi, hiçbir şey benzemiyor.

Bütün bunlara rağmen birbirine benzeyen ve bu nedenle egemen sınıflarını birbirine düşüren bir süreç yaşanıyor.

BAE ABD emperyalizmi altındaki hiyerarşiye bağlı iddiasız görevleri tıpkı Türkiye gibi üstleniyor bir dönem. BAE’nin şu anki lideri Bin Zayid el Nahyan İngiliz ordusunda yetişmiş bir asker. 1990’larda emperyalizm Yugoslavya’ya çullanıyor, BAE Kosova’ya birlik yolluyor. Afganistan’ı işgal ediyor, BAE orada ve Müslüman bir ülke olarak NATO’nun suçlarını hafifletmeye çalışıyor, tıpkı Türkiye gibi.

2011’de ABD’nin Suriye savaşına cihatçı çeteleri destekleyerek hem Türkiye hem BAE birlikte katılıyor. O zamana kadar zaten aralarında da yüzeye çıkan bir sorun gözükmüyor, aynı taşeron pozisyonda müttefikler yani.

Ne oluyorsa o yıldan sonra oluyor. 

Bir kere AKP’nin Müslüman Kardeşler’i desteklediği biliniyor. Müslüman Kardeşler buluşması gibi geçen 2012 AKP Kongresini hatırlayın. BAE’nin soyluluğunun oluşturduğu oligarşik yapısının taban örgütlenmesine dayanan bu gerici örgütlenmeden ürktüğü biliniyor, hatta 2011 civarında bazı hareketlenmeler oluyor ama bastırılıyor. 

Ama asıl olarak mesele ne Gülencilik, ne Müslüman Kardeşler! 

2008 çöküşü sonrası oluşan boşlukta, Çin’in rekabet gücüyle iki bloklu hale gelen dünyada bölgesel güçlerin yükselmesi için zemin doğuyor.

BAE Batı emperyalizminin sıkı bir müttefiki, Türkiye gibi.

Ama Rusya ile birçok askeri anlaşması bulunuyor. Ayrıca Çin ile en üst düzeyde karşılıklı yapılan ziyaretlerle çok önemli işbirliği anlaşmaları yapıyorlar ve Çin’in Yeni İpek Yolu projesinde öne çıkan bir partneri haline geliyor.

Daha önce bu köşede İsrail’in Çin ile işbirliği içinde Süveyş Kanalı’na alternatif bir demiryolu yapma girişiminde bulunduğu yazılmıştı. BAE’nin de bu projenin tarafı olduğu ortaya çıkıyor.

İsrail ile geçenlerde imza altına alınan işbirliğinden çok önce bu ilişkinin başladığı ve hatta BAE’nin kendi vatandaşlarını İsrail’in geliştirdiği casusluk programıyla izlediği söyleniyor. 

BAE’de Batı emperyalizminin askeri üsleri varken, kendisi Somali’de, Libya’da, Yemen’de askeri üsler açmaya ve hegemonya alanları inşa etmeye çalışıyor. 

Ve petrol zenginliğini sanayiye ve teknolojik gelişmeye yatırıyor.

Daha çok yeni Güney Kore teknolojisi olan nükleer santrali açtılar. Enerji zengini bu ülke nükleer santral ediniyor! 

Ve Mars araştırması için kısmen kendilerinin geliştirdiği bir uyduyu geçenlerde uzaya fırlattılar.

Görüldüğü gibi bu emekçi sınıflara faydası olmayan rekabet bir süre daha sürecek ve yeni gerilimler yaratacak.

Ta ki kendi kozmopolit işçi sınıfı ve dünyada işçi sınıfı enternasyonalizmi bu akılsızlığa el koyana kadar.