Mustafa ölünce özel müzelerinden birinden bir Osmanlı sancağı getirdiler, tabutuna örttüler. Bu sancak daha önce de hala Sevgi Gönül'ün tabutu üzerine konulmuştu, Osmanlıya bağlılık gösterisidir...

Ak-Koçlar 2: Laik değil dinci, Cumhuriyetçi değil Osmanlıcı

Geçen haftaki “Ak-Koçlar” yazısında eksik bıraktıklarım oldu. Çok uzatmıştım ve haliyle bir kısmını dışarıda bıraktım. Ömer Koç dışarıda bıraktıklarım arasındadır. Ancak ortanca oğul Ömer, Koç ailesinin güncel halidir, görmezden gelemeyiz ve yazmayı ihmal edemeyiz.

Rahmi'nin oğlu, Mustafa’nın kardeşi, Ali’nin ağabeyi olan Ömer Koç, Robert Kolej'de lise eğitimini tamamladıktan sonra yükseköğrenimi için ABD’ye gitti. Georgetown Üniversitesi’ne, ardından Columbia College’a yazıldı. Yetenek sorunu yoktur. Bu üniversitede Antik Yunan Tarihi ve kültürü alanında lisans eğitimini tamamladı. Aynı üniversitede işletme fakültesinden yüksek lisans derecesi aldı. Halen Londra ve İstanbul'da yaşıyor. İstanbul'da iki yalısı, bir de şehrin merkezinde daha çok sosyete partileri için kullandığı bir dairesi var. Parayı verimli harcamanın bir yolunu bulmuş; koleksiyonculuğa merak salmış. Fransız Edebiyatı koleksiyonunun yanı sıra büyük bir İznik çinisi koleksiyonuna sahip. Denildiğine göre yalısının her yeri gergedan figürleriyle kaplı. Seks ve ölüm kavramları onu çok etkiliyormuş, topladığı sanat eserlerinin ortak teması da bu olmuş haliyle. Ölümden korkan bir hedonist, diyebiliriz.

Tutkusu sadece gergedanla sınırlı değil, Asya fillerini korumak gibi fantezileri de var. Bu amaçla herkesin hayvan maskeleriyle katıldığı davetler düzenliyor, İngiliz kraliyet ailesi ve yüksek sermayesinin temsilcilerini konuk ediyor. Hepsini birden “yüksek sosyete” tabir ediyoruz.

Para ezmekten başka uğraşı olmayan “seks ve ölüm tutkunu” bu ortanca evlat, ağabeyi ölünce ummadığı bir pozisyonda buldu kendini. Erken göçen Mustafa’nın koltuğuna daha “yerli ve milli” Ali’nin oturacağı tahmin ediliyordu. Ancak baba Rahmi Koç, Mustafa'nın yerini, Ali'ye vermedi, Ömer’i tercih etti. Şaşırtıcı ve belli ki politik bir karardır. Tahmin edebiliyoruz, Ali'nin kaybı çok büyük olmuştur.

Şanslı evlat Ömer, 2016 yılından bu yana Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı haliyle. Aynı zamanda Koç Üniversitesi ve Türk Eğitim Vakfı Mütevelli Heyet üyeliklerini sürdürüyor. Başta TÜPRAŞ ve Tofaş olmak üzere Koç Holding'in tüm şirketlerinde Yönetim Kurulu başkanlığı, Aygaz ve Arçelik’te Yönetim Kurulu başkan vekilliği yapıyor. Şöyle özetleyeyim, Türkiye ekonomisinin yüzde onuna hükmeden bir krallığın başındadır.

Bir de Osmanlı merakı ve hayranlığı ile biliniyor. Osmanlı tarihi kitap koleksiyonu eşsiz. İstanbul, Osmanlı, Türkiye ve Ortadoğu konulu seyahatname, hatırat, atlas, gravür ve fotoğraflardan oluşan koleksiyonu, alanındaki en kapsamlı koleksiyonlardan biri olarak niteleniyor. Cumhuriyetle ilgili bir merakı var mı, bilgi sahibi değiliz.

***

Haliyle bu devasa krallığı yönetmek ancak destek kuvvetlerle mümkün. Bankanız ve üniversiteniz olacak, finans ve kültür alanını yönlendireceksiniz. TÜSİAD türü örgütler üzerinde gölgenizi eksik etmeyeceksiniz. Bir de tabii, işçi sınıfını kontrol altında tutacaksınız.

Peki nasıl olacak bu iş? Tek şartı var; patron sendikalarının yanında işçi sendikalarını da kontrol etmek. TİSK, MESS ve tabii Türk-Metal’den söz ediyoruz.

TİSK’in, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’dur, çatısı altında 21 üye işveren sendikası bulunuyor. Ulusal düzeyde sosyal taraf olarak üçlü temsil esasının, kamu-işveren-işçi, geçerli olduğu tüm platformlarda, patron sınıfını temsil ediyor. “Azılı” bir patron örgütünden söz ediyoruz anlayacağınız. Bu sendikanın başında Özgür Burak Akkol var. Endüstri Mühendisi. 2011 yılında Koç Üniversitesi Executive MBA programından yüksek lisans derecesini almış, Koç’ta işe başlamış. O sırada Harvard Business School ile Columbia Üniversitesi’ndeki “Yönetici ve Lider Geliştirme” programlarına dahil olmuş. Belli ki bir Koç projesidir. Koç Holding’e 2003 yılında İnsan Kaynakları Uzman Yardımcısı olarak katılmış, 2022’den itibaren Holdingin Turizm, Gıda ve Perakende Grubu Başkanı. Bunun yanında Otokoç Otomotiv ve Türk Traktör şirketlerinde Yönetim Kurulu Üyesi. İki önemli görevi daha var; TİSK ve MESS Yönetim Kurulu Başkanlığı. Yani ülkenin iki önemli işveren örgütü Koç Holding'in bir CEO’su tarafından yönetiliyor. Akkol, TİSK’i temsilen İŞKUR Yönetim Kurulu Üyesi olarak da görev yapıyor. Bir de Asgari Ücret Tespit Komisyonu üyesi, o komisyonda patronları ve tabii Koç Holding'i temsil ediyor. Yani işçi sınıfının taban ücretinin belirlenmesinde ağırlıklı söz sahibi.

Şöyle açalım söylediğimizi; Türkiye’de “asgari ücret” üçlü bir mekanizma olan “Asgari Ücret Tespit Komisyonu” tarafından belirleniyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın ev sahipliğindeki toplantıya, işçi sınıfını temsilen Türk-İş, işveren sınıfını temsilen TİSK heyeti katılıyor. Komisyonda beş hükümet, beş işveren ve beş işçi temsilcisi yer alıyor. Ağırlık iktidar ve patron koalisyonunda. Bir tahmin değil bu. 2000-2017 arasında 18 kez toplanmış komisyon. Asgari ücret miktarı 13 kez işveren ve hükümet ittifakı ile belirlenmiş. Sadece üç toplantı tarafların uzlaşmasıyla sonuçlanmış. Taraf dediğimiz de Türk-İş’tir. Bir not daha; Komisyonu kararları oy çokluğu ile alınıyor ve kesin nitelik taşıyor. Dolayısıyla hükümet ve işveren tarafı aynı doğrultuda oy kullandığında işçi tarafı azınlıktadır. Demek ki hep patronların kazandığı bir masadan söz ediyoruz.

***

Rastlantılara yer olmayan bir düzlemdeyiz. TİSK taban ücreti belirlerken bu konfederasyonun üyesi olan MESS de tavan ücreti belirliyor. Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası, açılımı bu. Üyeleri otomotiv, dayanıklı tüketim, demir-çelik gibi sektörlerde faaliyet gösteren 260 sanayi şirketinden oluşuyor. Bu üyeler Türkiye imalat sanayi ihracatının yüzde 40'ını gerçekleştiriyor; doğrudan 200 bin, dolaylı olarak 1 milyondan fazla kişinin hayatına yön veriyor. Haliyle MESS’in işçi sendikasıyla yaptığı grup sözleşmesi sadece metal işçilerinin değil, bütün işçilerin yaşam ve çalışma koşullarına etki yapıyor. Unutulmasın, MESS demek neredeyse Koç Holding demek.

Bir parantez daha açalım. MESS Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinde özel bir yere sahip. 1959’da kuruldu, 1960-1980 arasında yükselen işçi hareketine karşı en uzlaşmaz, en sert tutumu gösteren sermaye örgütü oldu. Militan, ideolojik olarak donanımlı bir patronlar gurubunu içinde barındırıyordu. Nedeni basit; MESS’in karşısındaki Maden-İş, işçi sınıfının en güçlü, en militan işçi sendikasıydı. Bu güçlü işçi sendikası ile mücadele güçlü bir patron örgütlenmesini zorunlu kılıyordu. Metal işkolunda patronların da işçilerin de sınıf bilinci yüksektir haliyle. Maden-İş’in MESS’le mücadelesinin doruğu 1977’deki MESS Grevi, bilinen adıyla “Büyük Grev”, dönemiydi. Aziz Nesin aynı adla bir kitap yazmış, grevde sendikanın tavrına kuşkuyla yaklaşmıştı, hâlâ günceldir. 30 Mayıs 1977’de başlayan ve toplamda 63 fabrikayı kapsayan grev sekiz aydan fazla sürdü. Bu grevin meşhur sloganı “DGM’yi ezdik, sıra MESS’te”ydi. İşçiler sadece MESS’i değil, düzenin vurucu gücü DGM’yi, Devlet Güvenlik Mahkemesi, ezme niyetindeydi. İşçiler DGM’yi ezmeden MESS’i ezemeyeceklerinin bilincindeydi. MESS greve dayanabilmek için seferberlik ilan etti, Maden-İş’e karşı bilindik anti-komünist propaganda yöntemlerine başvurdu ve sonunda galip gelmeyi başardı.

“Büyük Grev”in kaybedilmesi bugünkü karanlığı oluşturan kırılma anlarından biridir. MESS’in üyesi olduğu TİSK’in o dönemki başkanı Halit Narin, 1983’te yeni İş Yasası’nın görüşmeleri sırasında “Bugüne kadar onlar (işçiler) güldü, şimdi gülme sırası bizde” diyerek özetlemişti durumu. Cunta sınıfı bastırmak, örgütlerini dağıtmak için iş üstündeydi. Bir süre sonra DGM’ler de solcu ve aydın öğütmeye koyulacaktı. Sınıfın yenilmesinin bedelidir.

Durum şimdi şudur; MESS, avucunda tuttuğu Türk-Metal yönetimiyle kapalı kapılar ardında anlaşır. Anlaşmaya direnen işçiler mafyatik yöntemlerle sindirilir. Türk Metal, Türk İş’e bağlıdır, başında Pevrul Kavlak bulunmaktadır. Sonra Türk Metal’le yapılan antlaşma DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş’e de dayatılır. Böylece, TİSK taban ücreti belirlerken MESS de tavan ücreti belirlemiş olur. MESS’in imza attığı toplu sözleşmeler ülkede işçilere en fazla ne kadar ücret verileceğinin de ölçüsüdür. Demek ki Koç-TİSK-MESS üçlüsünden oluşan bir öğütme mekanizma ile karşı karşıyayız. 

***

Peki aileyle ilgili bu laik duyarlılık ve cumhuriyete bağlılık lafları nereden kaynaklanıyor? Kurucu Vehbi Koç Cumhuriyetin kuruluşunda ürkütülen “ekalliyetin” mallarını yağmalayarak semirmişti. Devletin desteğiyle büyük bir sermaye devinin temellerini o attı. Ama denildiği gibi zengin olduğunda bile halktan biriydi. Oğlu Rahmi bolluk içinde büyüdü, zevk ve kültürde son derece Avrupai’ydi, elitti. Haliyle babası gibi halktan görünmeyi beceremiyordu. Bu aşırılığı Mustafa’nın imanı ve Ömer’in Osmanlıcılığı ile telafi ettiler. Koç ailesinin AKP’ye uyum sağlama hikayesidir.

Tuhaf gösterilere de neden oldu bu uyum çabası. Mustafa ölünce özel müzelerinden birinden bir Osmanlı sancağı getirdiler, tabutuna örttüler. Bu sancak daha önce de hala Sevgi Gönül'ün tabutu üzerine konulmuştu, Osmanlıya bağlılık gösterisidir. Bordo kumaştan sancak üzerine altın sarısı sırma iplikle boydan boya şunlar yazılıdır: “Allah'tan başka tanrı yoktur; O, kâinatın gerçek sahibidir / Muhammed, O'nun elçisidir, o güvenilir ve doğrudur.” Çok Osmanlıcı ve çok dindar bir işarettir. 
Dikkat ederseniz göreceksiniz, bu “laik” ve “cumhuriyetçi” ailenin erkeklerinin isimleri ile neredeyse eksiksiz bir İslam tarihi yazmak mümkündür. Rahmi, “merhametli, acıyan, koruyan, esirgeyen” anlamındadır. Bunlar Allah’ın vasıflarıdır. Mustafa, Muhammed’in isimlerindendir. Ömer, malum, halifedir. Ali ise bu tarihinin daimî mağdurlarındandır. Adına uygun olarak Ali’ye Ali rolü düşmüştür, ailenin ezilmişi olma rolünü halen sürdürüyor. Fenerbahçe’yi alıp oynasın diye vermeseler adını anan olmazdı. Koçların en mazlumudur!

***

Bizim mağdurumuz ve mazlumumuz ise Boji’dir. Boji, İstanbul’da birçok toplu ulaşım aracında dolaşmasıyla ünlenmişti. Yobazlar rahatsız oldu, tramvayın koltuğuna pislediğini ve yolcuları ısırdığını iddia ettiler. Sordular soruşturdular, itin birinin suçu Boji’ye atmak üzere koltuğu dışkı bıraktığı görüntülere ulaştılar. Sonra Boji görünmez oldu. Akıbetini Ekrem İmamoğlu müjdeledi, Ömer Koç sahiplenmişti.

İlişkileri ve sevinçleri Boji ile sınırlı değil. Hatırlayacaksınız Ömer Koç, Ekrem İmamoğlu seçilir seçilmez makamında ziyaret etmişti. Çok sevinmişti. Sonra mazbatayı İmamoğlu’ndan aldılar, yeniden seçime gittiler. İmamoğlu yeniden seçilince Ömer Koç da yeniden ziyaret etti. Açık bir destek mesajdır, not ettik, geçtik. 

Boji, İstanbul’un Boğaz kenarı yalılarından birinde esarette, çile dolduruyor şimdi. İşçi sınıfı TİSK’i, MESS’i, Türk-İş’i yıkıp bu utanılası düzenin acılarına son verince o da kurtulmuş olacak. Köpeğin, kedinin, doğanın, börtü böceğin kurtuluşu ile sınıfın kurtuluşu birbirine bağlıdır artık.

İşte düzen, işte sermaye, işte sınıf. Mümkün değil böyle gitmesi. Devrim kapıyı çalacak, her şey kızıla çalacak, mecbur!