Nobel meselesi yeniden: Suikastçı aday ve Filistinsiz Filistin barışı

İbrahim Anlaşması Ortadoğu’da barışa ne kadar hizmet edecekse, Trump’ın Barış Ödülü adaylığı da o kadar hizmet edecek.

Ekin Sönmez

Trump’a Nobel Ödülü verilmesi ortaya atılınca ABD öldürür, Küba Hayat Kurtarır demiştik. O yazıda Küba cephesinden bu sözün ne anlama geldiğini ele almaya çalıştık. Şimdi ise Trump ve ABD cephesinden ödülün hangi bağlamda ortaya atıldığına yakından bakalım.

Ödüle aday gösteren kişinin Norveçli bir faşist milletvekili olduğunu hatırlatalım. Bu olaydan sonra kendisiyle hem ulusal hem uluslararası basından birçok gazeteci görüşme yaptı. Gerekçelerini sordu, Obama karşılaştırmaları yapıldı, tartışıldı… 

Bunlardan birinde, The Atlantic muhabirine verdiği röportajda Norveçli vekil Christian Tybring-Gjedde İsrail-Arap ilişkilerindeki normalleşmenin son dönemdeki en önemli diplomasi başarılarından biri olduğunu ve Trump’ı bu süreçteki başarısı nedeniyle ödüle aday gösterdiğini hatırlatmış. Daha önemlisi bu gelişmeyi Berlin Duvarı’nın yıkılmasına benzeterek, aslında barış anlayışının ne olduğunu ortaya koymuş. Zira kendince son derece doğru bir benzetme yapmış; böyle bir barış anlayışı emekçi halkın gerçekte hiçbir kazanımının olmadığı bir yağma düzeninin yaygınlaşarak sürmesi olarak tanımlanabilir ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasında olan da budur. Ama bir yandan da, gerçekçi görünmeye çalışarak, “ortaya koyduğu uygunsuz davranışlardan dolayı Trump’ın ödülü kazanamayacağının farkındayım” diye eklemiş. Bu cümleyi kuranın adayı gösteren kişinin bizzat kendisi olması, adaylığın Nobel’le, barışla, ödülle alakası olmadığının, geri planda başka bir amacın bulunduğunun ispatı. Son olarak, kendisinin aynı zamanda NATO Parlamenter Asamblesi’nde de Norveç’i temsil eden kişi olduğunu ekleyelim. Buraya kadar her şey çok net.

Hedef ABD'nin hegemonyasının yeniden tesisi

Trump’ın adaylığı, Beyaz Saray’ın ev sahipliği yaptığı İsrail-Birleşik Arap Emirlikleri-Bahreyn anlaşmasının 15 Eylül’de resmî olarak ilan edilmesi beklenmeden duyurulmuştu. 

İki dinin de peygamber kabul ettiği İbrahim’in adı verilen bu anlaşma ile birlikte BAE 1979’da Mısır ve 94’te Ürdün’den sonra İsrail ile diplomatik ilişki kuran üçüncü (Bahreyn ile birlikte dördüncü) ülke olmuş oluyor. Bu ikisini, bir diğer Körfez devleti Umman’ın takip edeceği, Suudilerin de bu normalleşme rüzgarına dahil olabileceği söyleniyor. Norveçli vekilin de söylediği gibi anlaşma, Batı basını tarafından 93’teki Oslo Anlaşmasından sonra bölgede İsrail-Filistin ilişkisi açısından en ciddi gelişme, tarihi bir dönüm noktası gibi betimlemelerle yorumlandı. 

Gerçekte ise bu gelişme, Suriye’de dokuz yılın sonunda istediği nüfuzu elde etmeyi başaramamış ve dünya ölçeğinde de hegemonyasını yitirmekte olan ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik bitmeyen hırslarının, çıkarlarını tesis edecek koşulları yeniden oluşturma çabasının bir sonucu. 

Anlaşmanın zamanlamasına bakıldığında, yaklaşmakta olan ABD seçimlerinde bir dış politika zaferine ihtiyaç duyduğu için Trump’ı, ülkesindeki yolsuzluk tartışmaları açısından da Netanyahu’yu rahatlatma işlevi ortaya çıkıyor. Öte yandan, Birleşik Arap Emirlikleri, seçimlerle birlikte başkan değişse dahi ABD ile ilişkilerinin süreceğini vurguluyor. Daha doğrusu Biden’ın da, Jared Kushner gibi bir damadı olmasa da, en az Trump kadar İsrail yanlısı olmasına güveniliyor. Zira anlaşma aynı zamanda, BAE’ye şimdiye kadar ABD’den aldığı silahlar için verilen bir ödül. Bu yatırımın karşılığının geçici olması hiç beklenmiyor. Tersinden, anlaşmadan ABD’nin sağlayacağı çıkar o kadar mutlak ki, Batı basınında Başkanlık değişse bile değişmeyecek kadar kalıcı kazanımlar olmaları itibarıyla büyük bir memnuniyet fark ediliyor.

'İsrail söz verdi'

Anlaşmanın kritik boyutu olarak gösterilen gelişmeyse, İsrail’in Körfez devletleriyle anlaşmasının karşılığında, geçtiğimiz aylarda gündeme getirdiği ve ABD-İsrail arasındaki Yüzyılın Anlaşması ile de uyumlu olan, Batı Şeria’ya dönük ilhak planını “askıya alması”. Bu diplomatik gelişmenin bir türlü Batı Şeria’nın ilhakına ikna olmayarak ABD’nin sözünü dinlemeyen, huysuzluk yapmaktan vazgeçmeyen Filistin halkı adına da sevindirici olacağı iddia ediliyor. Oysa bunun gerçekleşmeyeceğinin hiçbir garantisi olmadığı gibi, basit bir mantıkla bile bölgede ittifak alanını genişletmiş, İran başta olmak üzere düşmanlarına karşı basıncını artırmış, ABD ile bağlarını perçinlemiş bir İsrail’in, Filistin üzerindeki iddialarından vazgeçmek yerine bilakis el yükselteceğini görmek mümkün. Yansıtıldığı gibi İsrail’in herhangi bir iddiadan vazgeçtiği yok, sadece “belirsiz bir süreliğine” ilhak planlarını geri çekme sözü var. Gerçi anlaşma metninde bu bile yazmıyor. “İsrail söz verdi”ye ne kadar güvenilebilir ki? Her şey bir yana, İsrail zaten fiilen Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü kontrol altında tutuyor. Filistin’e ait yerleşimlerdeki gayrimeşru yayılmacılığına, Flistin'in kaynaklarına el koymaya, uçaklarıyla Gazze’yi vurmaya, başka bir deyişle kendi “normaline” devam ediyor. Bu anlaşma da Filistin’i daha büyük bir baskı altında tutmaya ve İsrail’in haydutluklarının önünü açmaya yarayacak. Ayrıca ABD’nin bölgedeki en büyük silah ticareti ortaklarının, 15 alt başlığı olan bu anlaşmadan sonra İsrail ile sadece masumane ticari, kültürel, teknolojik bir alışveriş yürütmeyeceğini de görmek zor değil. Herhalde kimse anlaşmanın Emirlik otellerinde koşer gıda servisi yapabilmek için imzalandığını düşünmüyor. 

Bu adımın Arap ülkelerinin zaten ihtiyaç duyduğu kredileri vermeyerek, ABD ile ilişkilerini sürdürerek ve benzeri eylemlerle zor durumda bıraktığı Filistin’den daha fazla yüz çevirmesini sağlayacak bir adım olduğunu da görmek gerekir. Anlaşmaya verilen tepkiler de bir kez daha Araplık ya da Müslümanlık temelinde bir işbirliğinin söz konusu olamayacağını göstermiş oluyor. Her ülke, yönetici sınıfının çıkarına ve emperyalist dünyadaki konumlanışına göre dış politikasını belirliyor, anlaşmalar yapıyor. Filistin yönetiminin sınıf karakteri, gericiliği, tutarsızlıkları ve hataları bir yana, Covid-19 nedeniyle iyice darboğaza girmiş olan ülkenin sıkıntıları daha da artacak. 

Filistinsiz Filistin barışı

Norveçli vekilin ödüllendirilmesini istediği başarı ya da yenilik özetle bu. Ortada yeni bir şey yok. Halihazırda ilişkisi olan devletler arasında bu ilişkilere diplomatik bir biçim kazandırılmış olması özgün bir “başarı” olarak addedilemez. Anlaşmanın başarı olarak sunulan diğer boyutu ise hiç mi hiç inandırıcı değil. “İsrail’in sözüne güvendik” diye bir diplomasi olamayacağına göre… Gözümüzün önünde emperyalizm eliyle yine bir diplomasi piyesi oynanıyor. Filistinsiz bir Filistin barışı ödüllendiriliyor.

Sonuçta İbrahim Anlaşması Ortadoğu’da barışa ne kadar hizmet edecekse, Trump’ın Barış Ödülü adaylığı da o kadar hizmet edecek.

Herhalde aday gösterilmesinin gazına gelmiş olacak ki Trump da barışa bir başka büyük hizmetini, daha doğrusu hayalini kurduğu fakat işlemesine engel olunan suçu geçtiğimiz günlerde açıklayıverdi. Daha doğrusu başkanlığının ilk dönemlerinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a yönelik suikast planı olduğunu, fakat dönemin ABD Savunma Bakanı James Mattis’in buna karşı çıktığını itiraf etti.

Belli ki seleflerinin izinden giderek, bir başka ülkenin liderini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmiş ABD Başkanları listesine ismini yazdırmayı çok istemiş. 

Öyleyse Nobel meselesi ile ilgili bir kez daha: ABD öldürür. Küba...