"Bu geri dönüş artık sürüklenen bir krize dönüşen ekonomik yapının kalan son pullarını da dökecektir."

Orta Vadeli Program – İtirafname

Orta Vadeli Program öyle çok da gösterişli olmayan bir törenle açıklandı. Oysa daha yakın geçmişte Yeni Ekonomi Modeli türünden içi boş ve aslında bir model ya da program olmayan programlar nerdeyse davulla zurnayla ilan edilirlerdi. Bu defa programı ilan edenler pek haddini bilen, pek mütevazi bir üslup tutturdular. “Türkiye Yüzyılı” öyle pek şaşalı başlamadı anlayacağınız.

Bu sadelik ve mütevazilik pek tabi ki program metninin kendisinden kaynaklanmaktaydı. Bu defa oldukça gerçekçi gibi görünen (“görünen” diyoruz, gerçekçi demiyoruz) bir manzara arz eden programın hedefleri öyle pek de davulla zurnayla açıklanacak gibi değildi açıkçası. Dolayısıyla, örneğin, göğüslerini gere gere işsizliği düşüremiyoruz diyemediler. İşsizliği düşüremeyeceklerini oldukça gösterişsiz bir tarzda ifade ettiler.

Programın detaylarına geçmeden önce genel olarak son yıllarda devletin açıkladığı kalkınma planları, ekonomik ve mali planlarla ilgili olarak birkaç şey söylemek gerekiyor. Bu metinlerin ortak özellikleri aslında politika düzeyinde, hatta yol göstericilik ve yönlendiricilik amaçları itibariyle yok hükmünde olmalarıdır. Artık devlet, kendisinin bile inanmadığı politika metinleri ortaya koymaktadır. Neden?

Nedeni basittir. Kapitalist devletin mali ve ekonomik işlevleri ve kararları sermaye birikiminin kısa vadeli sorunlarına ve dinamiklerine göre tasarlanmaktadır artık; kapitalist devletler sermayedar kadar miyopturlar esasında. Dolayısıyla öyle uzun vadeli düşünme niteliklerini çoktandır kaybetmiş durumdadırlar. Sadece devletin yönetsel kapasitesinden bahsetmiyorum, bu kapasiteyi hayata geçirmesi beklenen bürokrasinin kendisinden de dem vuruyorum. Bir bütün olarak sermaye birikiminin ve küresel kapitalizmin dalgalarına kendisini kaptırmış bir ekonomik/mali yapıda, müdahale araçları kökten budanmış bir devletin çaresizliği bürokrasinin de bilincinde olduğu bir olgudur. Dışarıya, sokağa yönelik gösterişli vaatlerin büyük bir çoğunluğunun kadük olduğunu bilmektedir herkes. Bu devlet artık sermayenin devletidir, ritmi, yönelimi, örgütlenmesi, yönetimi bütünüyle sermaye birikiminin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmektedir.

İkincisi, planlama ve müdahale kavramları o kadar kötülendi ki son yıllarda, bunları uygulayacak bürokrat kalmadı. Velev ki bunlara niyetlenmiş olsalar bile, bunların nasıl hayata geçirileceğini yoluyla yordamıyla bilen kimse yok aralarında. Piyasa ve birikim dinamikleri karşısında tamamen çaresiz bir devlet çıktı ortaya. Basit bir örnek verelim; daha önce de vermiştik; iç talebi canlandırmak için zamanında bazı sektörlerde ÖTV ve KDV oranlarını indirdiler. Böylece perakende ve toptan satış yapanların da fiyatları buna mukabil indirecekleri ve inen fiyatlar dolaysıyla talebin artacağı beklenmişti. Hatta resmi ağızlar “Biz firmalarımızın iyi niyetine güveniyoruz” demişlerdi. Bu ifadenin kendisi bir çöküşe işaret ediyordu.  Devlet iyi niyete güvenmez yahu, bunun için devlettir, inen vergi oranlarına paralel fiyatlar da indi mi diye kontrol eder.

Peki ne oldu dersiniz; perakende ve toptan satış firmaları fiyatları indirmediler. Aradaki farkı cukka cebe attılar. Gerçi bu kararı verenler de sonucun bu olacağını biliyorlardı. Şimdi enflasyonist bir yağma yaşıyoruz; ne yapıyor devlet kurumları? Hayali istismarcılara yönelik boş tehditlerden başka ne türden idari ve ekonomik önlemler alıyorlar? Hiç! Aslında onlar da bu enflasyonist sürecin ekonomi politik cenahını biliyorlar. Hatta buna taban hazırlıyorlar.

Evet, planlama ve programlama yapacak bir bürokrasi de yok ortada. Kısacası bu programları yazanlar ve ilan edenler de bilmekteler ilan ettikleri ve yazdıkları plan ve programların özünde boş temennilerden oluştuğunu.

Gerçekten de bu plan ve programların büyük bir bölümü boş temennilerden oluşmaktadır. Bir örnek verelim mi? Örneğin 2004-2026 Orta Vadeli Program’ın Makroekonomik Hedefler başlığı altında büyümeyle ilgili neler yapılacağına dair politika ve tedbirler bölümünde şöyle bir cümle var: “Sanayide yapısal dönüşüme yönelik sektörel önceliklendirme yaklaşımıyla teknoloji odaklı yatırımlar desteklenecektir.” Şimdi bu cümle ne anlatıyor? Eskiden, yani planlı kalkınma dönemlerinde bu türden metinler öncelikle ulaşılabilecek hedefi belirlerdi, sonra bu hedefin genel olarak planın çerçevesiyle uyumu tespit edilirdi. En sonda da bu hedefe yönelik olarak kullanılacak idari ve ekonomik araçlar açık bir şekilde belirtilirdi. Peki bu cümle ne diyor? Hiç bir şey demiyor. Öncelikle “yapısal dönüşüm” bir orta vadeli programın ömrünün yeteceği bir hamle değil. Dahası bizimki gibi ülkelerde, yani gelişkin olmayan kapitalist ülkelerde bu türden dönüşümler aktif devlet müdahalesi ve katılımıyla kotarılabilecek şeylerdir. Oysa içi boş temenni “teknoloji odaklı yatırımlar desteklenecektir” diyor, kısacası işi özel sermaye birikimine bırakıyor. Biz belirtmekten usandık, sermaye kısa vadede yüksek kâr dışında bir eğilimle hareket etmez, fakat bu temenninin ifade ettiği yapısal dönüşüm uzun vadeli bir süreç. Peki kısa vadede voliyi vurma peşindeki sermaye gruplarımız buna nasıl özendirilecek? Bu özendirmeyi sağlayacak araç yok, kurum yok, kadro yok; bunlar yok. Öyle ise ne var? Geçiniz efendim.

Kısacası bu türden metinler bir sürü bağlantısız, içi boş, bir bütünlüğü olmayan beklentiler içerir genelde. Bu nedenle onları okuması kabir azabı gibidir. Dahası bu metinlerde sürekli yeni ve caf caflı terimler öğrenirsiniz. Sorun şu ki kimse tam olarak bu terimlerin içeriklerini tarif edemez. Bakın aynı yerde başka bir tedbir var: “Girişim ekosisteminin ve KOBİ’lerin krediye ulaşım şartları kolaylaştırılacak, alternatif finansman kaynaklarının kullanımı geliştirilerek yaygınlaştırılacaktır.” AKP hükümetleri ısrarcı bir KOBİ sever tutum gösterdiler her zaman, ve AKP dönemindeki tüm metinlerde bu türden ifadeler yer aldı. Ancak bu defa oldukça gösterişli bir terimle süslenmiş ifade: girişim ekosistemi. Benim bildiğim ekosistem canlılarla içinde yaşadıkları çevrenin bütünlüğünü ifade etmektedir. Peki girişim ekosistemi nedir? Bu kavramı kullanan büyük bir olasılıkla “melek yatırımcı”, “risk sermayesi”, “kuluçka” “start up” türünden başka sihirli kavramları da biliyordur. Ben bunların anlamını bilmiyorum, ancak bu türden kavramların ucuz emek sömürüsünün, kayıt dışılığın, artık işçileri korumaktan bile aciz iş yasasının hükümlerini bile takmamanın temel belirleyenleri olduğu küçük işletmeleri idealize etme anlamına geldiğini biliyorum. Cehennemin yolları güzel kavramlarla döşenir.

Ancak tüm bu çekincelere rağmen son orta vadeli program metinin yine de diğerlerine göre, en azından görünüşte, daha gerçekçi buldum. Dolaysıyla çok uzun bir süre sonra ilk defa bir politika metnini baştan sona okudum (gerçi yine sıkıldım ama). Bunu ilgi çekici kılan program dönemine ilişkin beklentilerin, daha önceki gerçek ötesi metinlerin uçuk beklentilerine nazaran, haddini bilen düzeylerde tutulmaları. Örneğin büyüme oranına ilişkin beklentiler: program metnine göre Türkiye kapitalizmi 2023’de % 4,4, 2024’de %4, 2025’de 4,5 ve 2026’da ise % 5 büyüyecek.  Peki nasıl?  Demek ki 2023 sonu ile 2026 arasında milli gelirin yaklaşık % 20 aratacağı öngörülmüş. Yine programa göre aynı dönemde istihdam da yaklaşık % 9 civarında bir artış gösterecek. Bu ikisi birleştirilince emek verimliliğindeki yıllık artışın yaklaşık % 3,4 olması gerektiği ortaya çıkıyor; ki bu güçlü bir artış demek. Peki koca metinde bunun nasıl sağlanacağına ilişkin bir şey var mı? Boş temenniler dışında yok.

Dahası bu büyümeye eşlik edecek cari işlemler dengesi açığı da başka bir sorun teşkil ediyor. Orta vadeli programa göre cari işlemler açığının milli gelire oranı 2023 ile 2026 arasında sırasıyla % 4, % 3,1, % 2,6 ve % 2,3 şeklinde gerçekleşecek. Kısacası beklentiye göre 2026 yılında beklenen % 5’lik büyüme % 2,3’lük bir cari işlemler açığıyla ortaya çıkacak. Mümkün mü? Türkiye kapitalizminin halihazırdaki parametrelerine göre değil. Ancak metin burada yine temennileri sıralıyor. Cari işlemler açığına yönelik tedbirler gerçekten iyimser ama boş temenniler.

Yine birini alalım isterseniz: “Öncelikli sektörler başta olmak üzere, katma değeri yüksek, teknoloji dönüşümünü sağlayacak stratejik öneme sahip sektörlere yönelik yatırımlar desteklenecek, sanayi ve dış ticaret politikası araçları bütüncül bir biçimde uygulanacaktır.” Hangi araçlar? Devletin elinde sermayeye peşkeş çekmek için kullandığı teşvikler dışında hangi araçlar var? Yıllardır şu ”katma değeri yüksek” teranesi döner durur politika metinlerinde, gerçekten devletin aktif, müdahil ve yatırımcı olarak katılımı olmadan bu “katma değeri yüksek” malların üretimdeki ve ihracattaki payları nasıl arttırılacak?

Geri dönelim, ulusal ekonomimizin şu anda sahip olduğu kısıtlara (ki bu kısıtların üç yıl içinde yok olmaları çok zor) bakarak % 5’lik bir büyümenin % 2,3’lük bir cari açıkla gerçekleşmesinin neredeyse imkansız olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye kapitalizmi şu andaki yapısıyla büyüdükçe cari açığını büyütmektedir, başka yolu yok. Bu ve başka nedenlerle artık varolşunun sürekli bir kriz olduğunu daha önce vurgulamıştık.

Gelelim enflasyon hedeflerine. Yine metne göre 2023 ile 2026 arasında yıllık enflasyon oranlarının şu sırayla gerçekleşmeleri beklenmektedir: % 65, % 33, % 15,2 ve % 8,5. Çok güzel; ancak nasıl? Sondaki tahmin tablolarından nominal kur beklentilerini de hesaplayabiliyoruz. Bu beklentilere göre 1 dolar 2023 ile 2026 arasında yine sırasıyla yaklaşık 24 TL, 37 TL, 44 TL ve 48 TL olacak. Kısacası ulusal paramız 2023 ile 2026 arasında nerdeyse % 100 değer kaybına uğrayacak. Başkaları sordu, biz de soralım, peki kur bu hızla artarsa enflasyon ne olacak? Üretimi ithalata dayalı bir ülkede doların fiyatı bu kadar artarken enflasyon nasıl % 8’lere düşecek? Bir cevap var mı? Yok.

Tüm bu tutarsızlıklara ve boş temennilere rağmen son orta vadeli program bir çaresizliğin dışavurumudur. Temennilere inat yakın gelecek içinde Türkiye kapitalizminin işinin zor olduğunu satır aralarında itiraf etmektedir. Daha da önemlisi, yine detayları bize Türkiye kapitalizminin sermayenin geleneksel programının ana hatlarına geri döndüğünü göstermektedir. Bu geri dönüş artık sürüklenen bir krize dönüşen ekonomik yapının kalan son pullarını da dökecektir.