"Kapitalizmin çürümesinin sonu yoktur. Otomatik çöküş yoktur; çökertecek bilinçli bir ele ihtiyaç vardır."

AKP iktisadiyatı I: Çürüme

Çürüme yok oluşa giden tedrici bir yoldur. Çürüme acıklı bir süreçtir, ancak acılı mıdır? Acılı olmayabilir, eğer çürüme aynı zamanda sinir uçlarını ve hatlarını da çürütüyor ise. Toplumsal çürüme genelde acıklı ancak çoğunlukla acısız bir süreç olabilir, aynı durum ekonomik çürüme için de geçerlidir. Çürürsün, ancak hissetmezsin. Korkut Hoca’nın geçen hafta verdiği önemli mülakat bana bunu hatırlattı. Gazete Duvar’da Gülümhan Gülten’in Korkut Boratav ile yaptığı mülakat son derece önemli ve ilginç belirlemeleri barındırmaktadır. 1

Korkut Hoca toplumumuzun muhalif damarının birikmiş bilgeliğidir. Belirlemeleri hem doğru hem de ürkütücüdür. Peki temel belirlemeleri nelerdir?

Birincisi, Korkut Hoca, AKP’nin son dönemlerinde yaşananın bir kriz olmadığını ancak ciddi bir ekonomik bir çürüme olduğunu belirtmiştir. Bu, teknik ekonomik anlamda bir krizin yokluğuna, Türkiye kapitalizminin kendisinin yapısal bir kriz olduğuna dair daha önce belirttiğimiz yargımızı doğrulamaktadır. Bilimde doğrulanmak önemlidir, dahası bu doğrulama en yetkin merciden geldiğinde değerlidir. Korkut Hoca, devam ederek, AKP’nin hem son seçimde hem de 2015 Haziran’ından sonraki ekonomik büyüme ısrarını seçimlerin AKP tarafından kazanılmasında önemli bir faktör olarak görmektedir. Ekonomik büyüme ise özellikle son seçimden önce, tüm olumsuz şartlara rağmen özel sektöre sağlanan bol ve ucuz krediyle sağlanmış gibi görünmektedir. Ancak sermayenin kısa vadedeki rahatlamasının altında yatan sadece kredi ve fon musluklarının açılması değildir, emek aleyhine yaşanan büyük bölüşümsel şok da sermayeyi rahatlatmıştır.

Korkut Hoca tam da burada önemli bir bilgi vermektedir; malum özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde kârların sürüklediği enflasyona dair önemli bulgular ortaya dökülmektedir. Buna göre son yıllarda yaşanan enflasyonist sürecin ana sorumlularından birisi şirketlerin kârlarını arttırma güdüsüdür; fiyat artışlarını kârlarını arttıracak şekilde belirlemektedirler. Korkut Hoca yerinde bir şekilde Türkiye’de de aynı durumun geçerli olduğuna dair ipuçlarının olduğuna işaret etmektedir. Ben burada sadece bir tanesini vereyim. Bir zamanlar bir twitter mesajı için oturup ülkemizin büyük sermaye gruplarının yıllık faaliyet raporlarından 2021 ile 2022 kârlarına bakmıştım. soL Portal da haber yapmıştı.2 Tablo aşağıdaki gibiydi.

Üstelik faaliyet raporların göre bu ensesi kalın holdinglerin bu süre içinde istihdamlarında ve üretim miktarlarında bu artışları açıklayacak bir yükseliş yoktu (dahası yıllık enflasyon da TÜİK verilerine göre % 64 civarındaydı). Burada kâr çekişli enflasyonun izleri vardı.

Devam edelim. Korkut Hoca özellikle son ekonomik sürecin kaybedenlerinin beyaz yakalı emekçiler olduğunu vurgulamaktadır. Soru üzerine ise mavi yakalıların da yoksul olmalarına rağmen durumlarını, devletin yaygın sosyal aktarım ve yardım mekanizmasından dolayı, koruyabildiklerini belirtmektedir (sevgili Hocamın tüm mülakatında sadece bu noktada bazı itirazlarım olabilir). Hoca buradan daha önemli bir sınıfsal-siyasal yargıya geçmektedir. Ona göre, özellikle bu yoksul mavi yakalı emekçiler (niteliksiz ve yoksul emekçiler) yoksulluklarının bilincinde değiller. Yazının girişinde vurguladığımız acısız, sinir uçlarını çürüten çürüme tam da buna denk düşmektedir. Bir tür bilinç kaybıdır, ya da yokluğudur. Daha da ötesi sınıfın kendi halinde devrimci, ve hatta talepkâr olamayacağının bir göstergesidir. Lenin’in kulakları çınlıyordur herhalde, ona itiraz edenlerin de…

Korkut Hoca’nın önemli mülakatını özetlemeyi bırakalım. Mutlaka okunmalıdır. Bu nedenle daha fazla detay vermeyelim.

AKP döneminde Türkiye kapitalizminin sermayenin sınırsız egemenliğinin tesis edildiği bir yapı haline geldiğini bir kere daha vurgulayalım. Bu nedenle “her şey sermaye için, her şey sermayeye” şiarının geçerli olduğu bir dönem haline geldi. Sonraki haftalarda yazılacak, kapitalizmdeki ilkel birikim güdüsü baskın kılındı ve siyasi otorite sermayenin her türden derdini siyasi kararlarla çözme işini üstlendi. Üstelik bu süreçte oldukça esnek ve pragmatik bir yol tutturuldu. Seçim öncesindeki büyüme odaklı, düşük politika faizini gözeten politikalar bu anlamda iş bilmezlik değildi; sermayenin anlık çıkarları bunu gerektiriyordu.

Ancak sermayenin mutlak egemenliği sermaye için kısa vadede iyi olsa bile, uzun vadede (sermaye için bile) kötü sonuçlar yaratır. Nedeni Türkiye’ye özgü değildir kuşkusuz, neden kapitalizmin öz, has dinamiklerinde yatmaktadır. Nitekim Türkiye kapitalizmini büyüse bile çürüyen ve böyle ilerleyen yapısal bir krize dönüştüren de bu dinamikler oldu. Büyüdükçe parçalanan ve canlılık dinamiklerini kaybeden bir yapı haline geldi. Nereden mi biliyoruz?

Şimdi birkaç gösterge üzerinden özellikle AKP dönemindeki makroekonomik performansı değerlendirelim. Burada okuyucuyu sıkmak pahasına birkaç gösterge sunalım.3

Öncelikle yatırımın üretkenlik etkisine bakalım. Yatırım kapitalist bir ekonomide hem cari dönemde istihdamı ve üretimi arttıran hem de kapitalist ekonominin büyüme dinamiklerini belirleyen unsurdur. Ancak daha da ötesi, uzun dönemde yatırım emek üretkenliğinde artışa yol açarak ekonominin bütününde üretkenlik artışına yol açmalıdır. Aşağıdaki tablo çalışan çalışan başına sabit sermaye yatırımının (brüt sabit sermaye oluşumunun) yüzde artış oranında bir birimlik artışın çalışan başına mili gelirde ne kadarlık bir artışa yol açtığını dönemler itibariyle göstermektedir.

Malum AKP sözcüleri bizden öncesi tufandı söylemini tutturdular gidiyorlar. Sanki AKP öncesi dönem her şeyin kötü ve karanlık olduğu bir tür tarih öncesi dönemmiş algısını sürekli canlı tutuyorlar. Sermayenin has düzeninin kuruluşunun mantığı böyle işliyor.

Ancak tablo bunu yalanlıyor. 1991 ile 2002 arasında çalışan başına sabit sermaye yatırım tutarının yüzde değişim oranında bir birimlik artış çalışan başına milli gelirin artış oranını 0,38 birim arttırıyormuş. Bu değer tüm AKP dönemi için 0,26 birime düşerken, AKP’nin Lale Dönemini de kapsayan 2003-2009 döneminde 0,31 birim olarak gerçekleşmiş. Vahim olanı 2010 sonrası. Bu dönemde fiziksel sermaye birikim oranındaki bir birimlik artış milli geliri sadece 0,13 birim arttırmış. Kısacası AKP’nin giderek otoriterleştiği dönemde sabit sermaye yatırımı (yani makineye, ekipmana, binaya yapılan yatırım) mili gelirde giderek daha az artışa yol açar olmuş. Kokut Hoca’nın bahsettiği kalıcı ve çürütücü durgunluğun bir yansımasıdır bu. Yatırım artışı artık üretkenlikte bir artışa yol açmıyor demektir aynı zamanda. Çürümedir.

Tam da bu noktada Daron Acemoğlu’na dönelim. Mülakatta geçiyor, Acemoğlu “Türkiye'nin esas problemi düşük verimliliktir” demiş. Korkut Hocam her zamanki nezaketiyle Acemoğlu’nun neden dediği aslında sonuçtur yorumunda bulunmuş. Hocam haklıdır, düşük üretkenlik bir sonuçtur, neden değil. Daron Acemoğlu, bir gün burada yazmayı düşünüyorum, yoz burjuva iktisadının en bağnaz ve en geri temsilcilerindendir. Burjuva iktisadı ise artık neden ile sonucu ayırt edemeyecek haldedir.  Yazık, ülkenin ana muhalefet partisi neden ile sonucu ayırt edemeyecek kimselerden medet ummaktadır.

Peki çürümenin başka bir veçhesine, cari işlemler dengesine bir bakalım.  Yine bildiğiniz gibi, Türkiye kapitalizmi büyüdükçe cari işlemler açığı vermektedir. Çünkü büyümesi bazı vazgeçilmez ithal girdilerin artan kullanımını gerekli kılmaktadır. Dahası bu ithal girdilerin faturasını karşılayacak düzeyde ihracat yapamamaktadır. Aşağıdaki tablo büyüme oranında bir birimlik artışın cari işlemlerin milli gelire oranında kaç birimlik artışa yol açtığını göstermektedir (eksi işareti açığın arttığını gösterir).

Şurası açık, ekonometrik analiz de Türkiye’nin büyüdükçe cari açığını arttırdığını tasdik ediyor. 1974 ile 2002 arasında milli gelir artış oranında bir birimlik artış cari işlemler açığının milli gelire oranında 0,2 birimlik artışa yol açıyormuş. AKP döneminde aynı etki 0,22 birime yükselmiş. 1974 sonrası büyümenin en az cari açığa yol açtığı dönem AKP’nin lale dönemi, 2003 ile 2009 arası dönem (orada yüksek sermaye girişlerinin büyüme ile cari açık arasındaki ilişkiyi esnetici etkisi var). Ancak 2010 sonrasında büyüme oranındaki bir birim artış cari işlemler dengesi/GSYİH oranında 0,37 birimlik bir artışa yol açmaya başlamış. Hattı zatında AKP iktidarının 2010 sonrası dönemi için Türkiye kapitalizmi büyüdükçe daha büyük bir açık vermeye başlamış.

Son olarak da işsizliği giderme performansına bakmak gerekiyor. Bir sonraki tablo yüzde cinsinden büyüme oranındaki bir birimlik artışın işsiz sayısının yüzde değişim oranındaki etkisini gösteriyor.

Bu tablo da AKP’nin özellikle 2010 sonrasındaki performansının hiç de iyi olmadığını gösteriyor. 1991 ile 2002 arasında yüzde cinsinden büyüme oranında bir birimlik artış işsiz sayısındaki artış oranını 1,86 birim aşağı çekmiş. Tüm AKP dönemi için bu etki 2,18 birime kadar yükselmiş. Ancak AKP dönemini ikiye ayırıp baktığımızda esas başarının yine 2003 ile 2009 arası dönem ait olduğunu görmekteyiz. 2010 sonrasında ekonomik büyüme oranında bir birimlik artış işsiz sayısındaki artış oranını sadece 1,66 birim düşürüyor.

Bu rakamlar neden önemlidir? İşgücü stoku içine her yıl yüzbinlerce kişi girmektedir ve bunların önemli bir bölümü daha baştan işsizlikle karşılaşmaktadır. Dolaysıyla ekonomik yapının bunları massedebilme, özümseyebilme kapasitesi önemlidir. Anlaşılan, AKP’nin son döneminde bu özümseme kapasitesi zayıflamaktadır. Bu gelecek açısından çok kötü bir sinyaldir. Yine Hoca’nın bahsettiği durgunluk emarelerinden birsidir. İşte bu kapasite aşınmasıdır ki işsizlik oranının süslü büyüme rakamlarına rağmen neden bir türlü % 9-10 sınırının altına düşmediğini açıklamaktadır.

Neticede AKP döneminde Türkiye kapitalizmi büyümesine rağmen üretkenliğini kaybetmekte, dışarıya karşı verdiği açığı arttırmakta ve işsizliği kalıcı ve yapısal hale getirmektedir. Şimdi, Mehmet Şimşek ile birlikte has bir istikrar ve yapısal uyum yörüngesine dönülmesiyle birlikte, büyüme rakamları da çekici ve gösterişli olmaktan çıkacaktır kuşkusuz.

Peki çürümeye ilişkin başka göstergeler var mıdır? AKP lehine yazılacak görünüşte bir başarı olan istihdam artışına bakalım. 2003 ile 2022 arasında toplam istihdam 10 milyon kişilik bir artış göstermiştir. İlk bakışa gerçekten bir başarı gibi görünmektedir. Ancak şeytan detaylarda gizlidir. Detaylarıyla bakınca bu istihdam artışının özellikle düşük ücretli üretken olmayan hizmet sektörü işlerinden geldiği görülecektir. Üstelik bu istihdam artışına rağmen gelir dağılımı sermaye lehine ve emek aleyhine sürekli olarak bozulmaktadır. Gerçekten nasıl? Anlaşılan özellikle son dönemde enflasyonist talanın da etkisiyle sermaye kârlılığını olağanüstü arttırmıştır (bu konuya sonra dönülecektir). Yüksek kârlılığa rağmen düşük üretkenlik ve artan açık pozisyonu kendisi bir krize dönüşmüş yapının acıklı yürüyüşünün göstergeleridirler. Hocam haklıdır.

Peki başka göstergeler? Örneğin kamu maliyesi alanındaki göstergeler? Bu konuda bizden daha iyi söyleyecek ve konuşacak olanlar mevcuttur. Örneğin sevgili Aziz Hocam (Aziz Konukman) ve Oğuz Hocam (Oğuz Oyan) bu konudaki çürümenin boyutlarıyla ilgili detayları büyük bir maharetle ortaya dökmektedirler. İzlemenizi tavsiye ederim.

Peki çürüme Türkiye’ye özgü müdür? Küresel göstergeler bu olgunun yerel bir olgu değil, küresel bir olgu olduğunu göstermektedir. Kapitalizm çürümektedir. Bizden uzak, ırak bir olgu olsaydı dert etmezdik, velakin bizim hayatlarımızı da kendisiyle birlikte çürütmektedir. Peki sonu var mıdır? İşte tam da bu noktada siyasi müdahalenin önemi ortaya çıkmaktadır çünkü (Marksist solda bile etkili bir görüşün aksine) kapitalizmin çürümesinin sonu yoktur. Otomatik çöküş yoktur; çökertecek bilinçli bir ele ihtiyaç vardır.

Not: Geçen hafta kaleme aldığım yazıda cuntacı general Evren’in emekli olduktan sonra Bodrum’da ikamet ettiğini yazmıştım. Sevgili Bordumlular kusura bakmasın, Marmaris’te ikamet etmiş meğerse.