Yeni Ergenekon mu, Erdoğan sonrası için miras kavgası mı? AKP'nin bir davaya ihtiyacı var!

Son gazeteci tutuklamalarına bakarak süreci "yeni Ergenekon" olarak yorumlayanlar var. Ancak yaşananlar daha çok Erdoğan sonrası için miras mücadelesine benziyor.

Volkan Algan

Odatv Ankara Haber Müdür Müyesser Yıldız ve TELE1’in Ankara Temsilcisi İsmail Dükel dün sabah erken saatlerde gözaltına alındı. Gözaltı nedenini Yıldız’ın avukatı bile henüz öğrenememişken Sabah Gazetesi Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek gözaltı nedenini “askeri casusluk” olarak açıkladı.

‘Yazmadığı haber için gözaltı’

A Haber kanalına konuk olan Şimşek Yıldız’ın gözaltına alınmasıyla ilgili şu bilgileri verdi:

“Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın altı aylık bir çalışmasıydı. Altı aylık teknik takip sonucu Müyesser Yıldız’ın, Odatv’nin Ankara Haber Müdürü’nün askeri casusluk kapsamında değerlendirilen 29 ayrı suç niteliği taşıyan telefon görüşmesi teknik takibi takılıyor. Öncesinde Müyesser Yıldız’ın İstanbul’da çok önemli bir subayla gizlice görüşmelerinin olduğu, buluşmalarının olduğu ve bu buluşmalarda Libya’ya İHA ve SİHA’ların önceden konuşlanması, Türk askerinin İdlib’teki hareket planlarını önceden bilgi alıp bunları gazetecilik saikiyle mi yoksa askeri casusluk saikiyle mi yaptı, diye araştırma yapılırken Müyesser Yıldız’ın bu aldığı istihbaratların hiçbirisini Odatv’deki köşesinde yazmadığı ortaya çıktı. Bir gazeteci haber kaynağıyla görüşüyor, bu bilgileri alıyor ama köşesinde yazmayınca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bunun bir askeri casusluk suçu kapsamında değerlendirip gözaltı kararı veriyor. Müyesser Yıldız’la birlikte TELE1’in Ankara Temsilcisi İsmail Dükel ve İstanbul’da E.B. isimli çok önemli bir subay gözaltına alındı. Bu subay da sabaha karşı evinden gözaltına alındı Ankara’ya doğru götürülmekte. Önümüzdeki günlerde daha ayrıntılı bilgiler derlenecek. Ama 29 tane ayrı Türkiye’nin savaş planlarını önceden casusluk maksadıyla edinip, yabancı gizli servislere servis edildiği yönünde bir bilgi var.”

Avukatının ulaşamadığı bilgilere iktidarın yakınındaki bir gazetecinin kolayca ulaşabilmesi, bir gazetecinin ‘yazmadığı haber’ nedeniyle gözaltına alınması gibi hemen göze çarpan tuhaflıklar artık kimseyi şaşırtmıyor. Herkes meselesinin “siyasi anlamına” odaklanmış durumda. Üstüne Odatv’den Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın da geçtiğimiz aylarda hapse atıldığı hatırlandığında bu odaklanma çok normal görünüyor.

Soylu ile atışma

Yıldız'ın avukatı Erhan Tokatlı ise, Yeniçağ'a açıklamalarda bulundu. Tokatlı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun bir süre önce Twitter'da Müyesser Yıldız'a yönelik ifadeleri nedeniyle suç duyurusunda bulunduklarını ve 1 liralık tazminat davası açtıklarını belirterek, "yapılan gözaltılar bunun karşılığı olabilir diye düşünüyorum" şeklinde konuştu:

“Bence tesadüf değil, atılan suç askeri casusluk, siyasal casusluk. O dosya kimindir onu da bilmiyorum. Muhtemelen birilerine yamamaya çalışıyorlar. Bir avukat arkadaşım şunu söyledi, son bir kaç haftadır medyada Müyesser hanımla ilgili FETÖ’cülerin ciddi bir sıkıntısı var. Ergenekon Soykırım Kurulu fişlemecisi gibi bir takım iddialar ortaya atmışlar. Bizim eskiden beri gördüğümüz bir FETÖ kumpası gibi duruyor. Ya sayın Bakan bir alınganlık gösterdi onun talimatıyla bu iş yapılıyor veya bir FETÖ kumpası ile karşı karşıyayız.Şu an dahi gözaltının faaliyetinin lüzumsuz ve haksız olduğu kanaatindeyiz. Kaçan bir insan değil herkesin gözünün önünde olan bir insan. Gözaltına dahi gerek yok. Daha ifadeyi vermedik. 2019’daki soruşturma ne ile ilgili, soruşturma kapsamında kaç kişi vardır, içeriği nedir emin olun bilmiyorum. Barışların dosyasıyla yamamaya çalıştılar mı diye baktım ama bildiğim kadarıyla o dosya 2020 dosyası. Bu 2019 olduğuna göre ondan önceki farklı bir dosyayla birleştirme gayreti içerisindeler.”

Yıldız 19 Mayıs tarihli yazısına "Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soruyorum: Can güvenliğimden sorumlu kişi beni hedef gösterirse can güvenliğim için nereye başvuracağım” diye sormuştu. Çünkü Soylu Yıldız’ı hedef gösterip şöyle yazmıştı:

“Çemçe grubunun itlafına bir PKK bir sen üzülmüşsün. Kahramanlarımız bugün o bölgeye yeni sızmayı 10 metrede çatışma ile teröristleri yok ederek engelledi... Benim üzüntüm PKK seviciliğin değil, devlet gömleği giymiş pespayelerle iş tutmandır.”

Yıldız da Soylu’ya verdiği yanıtta şu ifadeleri kullanmıştı:

Soylu'yu ispata davet ediyorum. Nasılsa tüm sosyal medya hesaplarımız takipleri altında; “PKK seviciliğime” dair tek bir kelime bulsun ve hakkımda suç duyurusunda bulunsun!.. Soylu'ya hakaret ve iftiradan dava açacağımı belirttikten sonra Erdoğan başta olmak üzere tüm siyasilere, ayrıca hakim ve savcılara şunu sormak istiyorum: “Beni doğrudan hedef gösteren, can güvenliğimden sorumlu olan kişi ise can güvenliğimin sağlanması için hangi merciye başvuracağım?”

Soylu'yu “üzen” meseleye, yani işin aslına gelelim.“Benim üzüntüm PKK seviciliğin değil, devlet gömleği giymiş pespayelerle iş tutmandır” demiş ya; demek ki, dert benim o paylaşımım değil, başka bir şey!.. “Devlet gömleği”nden kastı, güvenlik görevlilerimiz ise kimlerle “iş tuttuğumu” belirteyim. Eşim, Emniyet Müdürü idi. Emekli oldu.

Askerlerden ise sadece Ergenekon, Balyoz, İzmir Casusluk gibi kumpas davalarda yargılananları tanıyorum. Süreç bittikten sonra da çoğuyla irtibatım kalmadı. Velev ki, görüşüyorum. Bu Soylu'yu ne ilgilendirir, niye rahatsız eder?”

Hulusi Akar ile de davalık

Müyesser Yıldız’ın 15 Temmuz Darbe girişimi sürecinin öncesini, sonrasını, hukuki boyutunu en yakından takip eden gazetecilerden biri olduğu biliniyor. Yıldız bu konudaki haberleriyle herkesin birbirlerinin suçlarını bildiği, herkesin birbirinin ardından iş çevirdiği ama yine de üç maymunu oynamayı seçip kader birliğinde karar kıldığı iktidar bloğunun bileşenlerini rahatsız ediyordu. MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve dönemin Genelkurmay Başkanı ve günümüzde Savunma Bakanlığı koltuğunda oturan Hulusi Akar’ın darbe sürecindeki pozisyonlarını sorgulayan haberlerinin iktidar içinde huzursuzluk yarattığı biliniyor.

Yıldız sadece soylu ile değil, Akar ile de davalık durumdaydı. Hulusi Akar, Yıldız aleyhinde iftira suçlamasıyla dava açmıştı. Çünkü Yıldız “Abdullah” kod adlı gizli tanığın -ki Cemaat aleyhine açılan bir çok dava bu tanığın ifadelerine dayanıyordu- ifadesinde Hulusi Akar’ın “kripto cemaatçi” olduğunu söylediğini haberleştirmişti. Davanın ilk celsesinde savunma yapan Yıldız şu ifadeleri kullanmıştı:

“Davaya konu olay, Abdullah kod adlı gizli tanığın ifadesini haberleştirmemdir. Müşteki Hulusi Akar kendi aleyhine beyanda bulunan gizli tanık hakkında şikayetçi olmak yerine, bu beyanı haberleştiren benden şikayetçi oluyor. Daha ilginci, bu kişi o dönem kendi emrinde olan bir subay. Onun 'FETÖ'cü olduğunu öne sürüyor, ama hiçbir işlem yapmıyor. Ancak aylar sonra Ağustos'ta emekliye sevk ediliyor. Bildiğim kadarıyla da halen Abdullah hakkında bir dava açılmış değil. Ben kimseye iftirada bulunmadım. Ortada bir iftira söz konusu ise bunun muhatabı Abdullah'tır. Müşteki, tabir-i caizse eşeği dövemeyip, semeri dövmeye çalışmaktadır.”

Yeni Ergenekon mu?

Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel’in gözaltına alınmasını, Barışların ve Murat Ağırel’in tutuklanmasıyla birlikte yorumlayan çok sayıda kişi, hepsi gazeteci olan bu isimlerin siyasi aidiyetlerine bakarak “Yeni Ergenekon mu geliyor?” yorumunu yaptı. Ancak bu doğru bir yorum gibi görünmüyor.

Neden mi?

Ergenekon davasında temsil olunan davalar dönemi karşıdevrim sürecinin tepe noktasıydı. Bir ABD projesinin AKP-Cemaat ortaklığıyla yürütüldüğü süreç olarak tarihteki yerini aldı. Cumhuriyetçilik düşmanlığıyla moral bulan, ABD taşeronu “Yeni Osmanlıcı” bir ideolojik çerçeveye yerleştirilen devleti ele geçirme projesinin en kritik halkası bu davalar süreciydi. O nedenle şimdiki, daha çok kayıkçı kavgasına benzeyen süreci, bu tür bir “yeni versiyon” olarak sunmak yaşananlara fazla anlam yüklemek demektir.

Şu an yaşananların daha çok bir “miras” kavgası olarak görmekte bir sakınca yok. Kimseye Erdoğan’ı tartışmak eskisi kadar anlamlı gelmiyor. Çünkü politik bir figür olmaktan çıkalı hayli oldu. Çoğu tartışmada Erdoğan'ın bir kenara bırakılıp etrafının konuşulmasının bir anlamı da bu. Erdoğan’a rengini veren iktidara tutunmak adına daha çok kiminle tepkimeye girdiği…

Şu an yaşananların daha çok Erdoğan sonrasında hem devlet hem sağ siyasette yer tutabilme kavgası olduğu anlaşılıyor. Süleyman Soylu, içinden geldiği siyaset geleneği ve son yıllardaki “popülaritesi” ile bu konuda iddia sahibi olduğunu gösteriyor. Yapılan anketler de benzer sonuçlara işaret ediyor. Aynı şekilde Hulusi Akar da kendi cephesinden bir “ağırlığa” sahip kabul ediliyor. Her iki ismin de geleneksel AKP’li olmayıp sonradan bu trene binmiş olması Erdoğan sonrası için bir avantaj gibi görünüyor. Yine her iki isim de “devlet” için de bir alan kapatma peşindeler. Yıldız gibi isimlerin suyu bulandırması, bunların geçmişini hatırlatması işlerine gelmiyor. İktidar cephesinde son yıllarda yaşanan bir çok “kavganın” (hem kendi içlerinde, hem dışa karşı) temelinde de herhangi bir ideolojik çerçeve aramak yerine bu türden bir köşe kapma, rant kapatma olduğunu bilmek gerekiyor.