Tarihin çarkı Sicilya'da ileri dönerken

Giuseppe Tomasi di Lampedusa’nın Leopar romanında İtalya'nın birleşmesi -Risorgimento- Garibaldi ve Kırmızı Gömlekliler’in Marsala’ya indiği 1860 yazındaki destansı anın ötesine geçen bir boyut kazanırken, İtalya’daki sınıf savaşımının derinden etkileneceğinin ipuçları okura sunuluyor.

Kaya Tokmakçıoğlu

Italo Calvino “Klasikleri Niçin Okumalıyız?” başlıklı denemesinde okurların klasik bir yapıtı okuduklarından çok yeniden okuduklarından bahseder. Giuseppe Tomasi di Lampedusa’nın Leopar romanı da bu kapsamda klasik olarak addedilebilecek bir yapıt olarak önümüzde duruyor.

Sicilya’ya bağlı bir ada olan Lampedusa’nın on birinci ve son prensi sıfatına sahip Giuseppe Tomasi 1896 yılında Palermo’da dünyaya gelir. I. Dünya Savaşı’nda İtalyan ordusunda görev alır ve savaşın büyük bölümünü Macaristan’daki bir kampta esir olarak geçirir. Savaş sonrasında Sicilya’ya dönen yazar, Letonyalı aristokrat eşiyle aralıklarla Palermo’da yaşar ve yaşamının sonuna doğru aristokratik soyunun kendisiyle biteceğinin bilincinde olarak atalarını anlatacağı tek romanı olan Leopar’ı kaleme alır.

Aristokrasinin çanına ot tıkayan Fransız Devrimi, başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada ulus devletlerin ortaya çıkmasına vesile olmuştu. Lampedusa sürgün ve ölümü atlatabilmiş devrik İtalyan aristokrasisinin bir üyesi ve eski düzenin günümüze kadar direndiği bir adanın yerlisiydi. Dolayısıyla devrimin etkilerini, başarısızlığını ve değişen toplumun doğasını inceleyebildi. Sicilya’nın geçirdiği dönüşüm, toplumsal devrimin karakteri gibi pek çok olguyu işlediği Leopar, II. Dünya Savaşı sonrasında henüz romancılığıyla adını duyurmamış Giuseppe Tomasi’nin İtalyan edebiyatına hızlı bir giriş yapmasına neden oldu. II. Dünya Savaşı ve faşizmin çöküşü İtalya açısından bir dönüm noktasıydı. Yirmi küsur yıllık faşist diktatörlük ve yıkıcı bir savaş İtalyan tarihçileri kendi ülkelerinin tarihiyle hesaplaşmaya yöneltmişti. İtalyan Komünist Partisi’nin kurucusu Antonio Gramsci’nin kuramsal yazıları 50’li yıllardan itibaren İtalyan tarihyazımı üzerinde etkili olurken, İtalya’nın geçmişine ağırlıklı olarak kızıl bir mercek aracılığıyla bakılıyordu. 19. YY.’da gerçekleşecek İtalya’nın birleşmesi de –nam-ı diğer Risorgimento (kelime anlamı diriliş veya yeniden doğuş)– söz konusu yaklaşımdan nasibini alacaktı.

'Her şeyin olduğu gibi kalmasını istiyorsak, her şeyi değiştirmeliyiz'

Leopar’ın merkezindeki karakter olan Sicilyalı Don Fabrizio Corbera uçsuz bucaksız topraklara sahip bir prens, aynı zamanda yetenekli bir astronomdur. Romanın kırılma noktası, prensin yeğeni Tancredi’nin yeni rejimle iktidara yakın hale gelen bir tüccarın kızıyla yapacağı düğün törenidir. Soyluluk simgeleri leopar olan Corbera’lar ile Don Calogero Sedara tarafından temsil edilen, girişken tüccarlar arasındaki gerilim romanın bütününe yayılmıştır. Don Fabrizio gözde yeğenini başarıya götürecek yegâne şeyin Sedara’ların kızıyla yapacağı evlilik olduğunu isteksiz bir biçimde kabul etmiştir. Tancredi evlilikten elde edeceği parayla yeni düzende yükselecek ve ailesi köylü kökene sahip Angelica’ya da bahşedeceği soylulukla bir taşla iki kuş birden vurulmuş olacaktır. Tancredi bu durumu romanın en bilinen cümlesiyle özetler: “Her şeyin olduğu gibi kalmasını istiyorsak, her şeyi değiştirmeliyiz.”

Roman Sicilya’nın Garibaldi tarafından istilası ve Napoli Krallığı’nın İtalyan Yarımadası ile birleştiği 1860 yılında başlar. Birleşmenin ayak sesleri ilk olarak İtalya’nın kuzeyindeki Savoy eyaletinden gelmiştir. Ulusal bir hareket olan ve bölünmüş İtalya’ya modern bir anayasal monarşi vaat eden Risorgimento’nun ardındaki güçlerden biri, Savoy Kralı Vittorio Emmanuele’nin hükümdarlığında başbakanlık yapmış olan Cavour Kontu Camillo Benso’dur. Birleşmiş İtalya’nın önündeki en büyük engel başkenti Napoli olan güneydeki Sicilya krallığıdır. Birleşme öncesinde Sicilya, Bourbon Hanedanı’nın yerel karakteri güçlü, ileri bir karakoludur. Haliyle Camillo Benso’nun ulusal hareketine en büyük direnci de bu bölge gösterir. Garibaldi önderliğinde Palermo’ya saldırıp Sicilya’yı ele geçiren ve Kral II. Francesco’yu alt eden Kırmızı Gömlekliler Bourbon Hanedanı’nın çöküşüne yol açar. Napoli’ye yelken açan Garibaldi bir kahraman olarak karşılanır. Her ne kadar muhafazakâr Cavour Kontu ile demokrat özelliklere sahip Garibaldi arasında ciddi ölçüde bir husumet olsa da Garibaldi Sicilya’daki iktidarını gönüllü bir biçimde Vittorio Emmanuele’ye devreder. Adada gerçekleştirilen halk oylamaları sonucunda Sicilya, Torino merkezli krallığa katılmayı kabul eder.

Burjuvazi aristokrasiye karşı

Tüm bu keşmekeş içinde aristokrat Prens Fabrizio devrimci harekete güvenmemekte, ancak ait olduğu eski düzeni de küçümsemektedir. Kafasındaki pek çok soruya yanıt veremeyen Bourbon Hanedanı’na karşı çıkarak, tamamıyla olmasa da yeni düzene razı gelir. Değişim yanlısı yeğeni Tancredi’nin güzel, zengin ve hırslı Angelica’yla evlenmesini sonuna kadar destekler. Romanın bir diğer önemli ve işlevsel karakteri, yeni orta sınıfın ve bir anlamda burjuva dünyanın gözde temsilcisi olan Don Calogero Sedara liberal partinin Donnafugata’daki temsilcisidir. Kendi çabalarıyla toplumsal yaşamda bir yerlere gelmiş ve bu süreçte üzerinde ipotek bulunan bir malikânenin sahibi olmuştur. Başka alanlarda da kârlı yatırımlara sahiptir ve devrimci altüst oluş sırasındaki hububat ticaretinden büyük bir servet elde etmiştir. Bölgedeki en büyük mülk sahibi olma yolunda ilerlerken, acımasız koşullarda tarım arazisi kiraladığı kiracılarının sayısı da artmaktadır. Sınırsız bir enerjiye sahip Don Calogero’nun aynı zamanda siyasal hırsları da vardır: Yaşadığı kasabanın belediye başkanıdır ve Torino’daki  –yeni İtalyan devletinin Roma’ya taşınmadan önceki başkenti– yeni parlamentoya da girecektir. Kısacası Don Calogero Sedara bugünün ve geleceğin insanıdır. Prens Fabrizio’ya malikânesini nasıl daha verimli yönetebileceği konusunda tavsiyelerde bulunan Don Calogero, prensin iktisadi çöküşünde de dolaylı pay sahibi olacaktır. Lampedusa söz konusu gelişmeyi aristokrasi ve burjuvazi arasındaki temel çelişkiye değinmek için kullanır:

“Prensin anlattıklarını dinleyip kafasında bir düzene sokan Don Calogero’nun önerileri, hem uygun hem de etkilerini hemen belli eden cinstendi, ama acımasızca etken olmak üzere yapılmış olmalarına karşın, içinde kötülük olmayan Prens'in ürkek bir pısırıklıkla uyguladığı bu öneriler sonuçta, Salina’ların zamanla, yanlarında çalışanlara karşı çok kötü davranmakla ün kazanmalarına yol açtı. Aslında hiç hak etmedikleri bu şöhret, Donnafugata’da ve Querceta’daki saygınlıklarını sıfıra indirdi, ama ailenin mal ve mülkünün yavaş yavaş elden çıkmasını durduramadı.”

Yeni rejimi Don Calogero’da simgeselleştiren Lampedusa, Prens Fabrizio ve Don Ciccio’nun avlanmaya çıktıkları bir gün verdikleri öğle yemeği molasında dinlenirlerken uğradıkları karınca saldırısını yeni rejimin olağanüstü bir metaforu olarak romana dahil eder:

“Dünyada hiçbir şey karıncaları durduramazdı. Don Ciccio’nun tükürdüğü birkaç çürük üzüm tanesini gören karıncalar, bir orgcunun tükürüğü bulaşmış çöplere konmanın heyecanıyla coşmuş, sürü sürü geliyorlardı. Güvenli, karmakarışık ama direşkendiler: Bazen üç dört tanesi durup aralarında konuşuyor ve kuşkusuz Morco tepesinde 4 sayılı meşe mantarının altındaki 2 sayılı karınca yuvasının gelecekteki mutluluğundan ve laik utkusundan övünçle söz ediyor, sonra yine öbürlerine katılarak güvenli bir geleceğe doğru yürüyorlardı; tüm karıncaların parlak sırtları coşkuyla titriyor ve kuşkusuz, orduların üstünde bir ulusal marş sesi dalgalanıyordu.”

Ustalara olan borç

Devrim çağındaki bir toplumun dönüşümündeki detaylara odaklanan Lampedusa 19. YY. gerçekçilerine çok şey borçludur. Sahip olduğu müstesna detaycılık, yazarın uzun bir tarihsel dönemi anlatırken metnini çok iyi dengelenmiş sekiz bölüme ayırabilmesine olanak tanımıştır. Balzac’ın olguları bir yığın kümesi haline getirmeden gerçekleştirdiği gözlemin bir benzerini Lampedusa’da görmek mümkündür. Romanın sekiz bölümünden bize yansıyanlar arasında çok kısa bir süre görünüp kaybolan ama unutulmayan karakterler ve her bir sahneyle ikincil karakterlerin romanın ana temasıyla kurdukları dinamik ilişki yer almaktadır. Örneğin Napoli’deki son Bourbon hükümdarlarına yapılan bir geri dönüş monarşiye olan güveni sarsan bir etki yaratırken, okur Kral Ferdinando’nun Türkçeye çok iyi aktarılan Napoliten aksanına dikkat kesilir. Siyasal olarak tam bir liberal olan Don Fabrizio’nun Garibaldi’ye olan şüpheci yaklaşımı prensin müzmin melankolisiyle uyum içindedir. Ölüm döşeğindeki prens için çağrılan ilk doktorun “zavallı şeytaniliği”, başpiskoposun gösterişli Salina malikânesindeki şapeli sofuca bakan gözlerle ziyareti vd. pek çok detaylıca ele alınmış sahne romanın tarihsel arka planına eşlik etmekle kalmaz; toplumu ve onun dönüşümüne tutarlı bir bakış atarken, farklı sınıfların bir arada etkileşimini gözler önüne serer.

Son iki yüz yılın pek çok önemli romancısı yaşam deneyiminin çok boyutlu yapısını “çözmeye” çalıştılar. Beş dilde okuma yapabilen Lampedusa’nın bu yüzden Stendhal, Flaubert, Prosper Mérimée gibi yazarlar üzerine denemeler yazmış olması şaşırtıcı değildir. Kısa, otobiyografik bir denemesinde Henri Brulard’ın Yaşamı’nın Stendhal’in başyapıtı olduğunu iddia eder: “[Stendhal] okuruyla gerçekten samimidir ve birikmiş anıları süpürüp öze ulaşmak için kayda değer bir girişimde bulunur.” Lampedusa’nın Stendhal’e olan borcu Leopar’ın neredeyse tüm satırlarına sinmiştir: Şaşırtıcı hakikat ipuçlarının aranışı, insan ilişkilerine sinmiş kibir, tüm yönleriyle aşk, kendini dışavuran bir yaşam biçimine bağlılık; tüm bu özellikler romana izini bırakmıştır. Lampedusa da okurdaki etkiyi azami hale getirebilmek için üslubun önemini ısrarla vurgular. Stendhal’in dışında Lampedusa’nın yazarlığı üzerindeki en büyük etkinin Tolstoy’a ait olduğunu söyleyebiliriz. Aşağıdaki uzunca alıntı Tolstoy’un görüşlerinin Lampedusa’nın yaklaşımıyla ne denli benzeştiğini göstermesi açısından öğreticidir:

“Tolstoy’a göre tüm bilgimiz zorunlu bir biçimde deneyime tabidir. Fakat deneyim bizi asla gerçeği kavrayışa yönlendirmeyecek; keyfi bir biçimde soyutlanmış bilgi, parçaların birikmesine yol açmayacaktır… Belirli bir insan eylemi hakkında ne kadar çok şey bilirsek –der Tolstoy– onunla ilgili koşulları ve onun daha önce deneyimlediklerini ne kadar detaylı bir biçimde bilebilirsek, söz konusu eylemin başka türlü gelişemeyeceğine dair daha çok emin oluruz. Olgulara ve onlar arasındaki ilişkilere dair bilgimiz ne kadar tamsa alternatifleri kavramak o kadar zorlaşır. Kavrayışımızı etkileyen ve dünyayı betimlediğimiz koşullar ne kadar kesin ve açık bir biçimde ortaya konulursa dünya görüşümüz o kadar sağlam, üzerinde yürüdüğümüz zemin o kadar az kaygan olur.”

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak

Don Fabrizio tabi olduğu sınıfın el üstünde tutulacağını, her şeyin eskisi gibi kalacağını umuyordu, fakat değişim kaçınılmazdı. Sicilya'nın asla değişmeyeceğini ve bu konuda da tamamıyla haklı olduğunu hissediyordu. Oysa ki Sicilya’da feodalizm ölüm sancıları çekmekteydi. Geleceğe bakışı, içinde hem doğruyu hem de yanlışı barındıran paradoksal bir özellikteydi ve bu, tarih sahnesindeki insanın hem âcizliğini hem de gizilgücünü yansıtıyordu. Fabrizio için başarı başattı, ama nasıl? Uzun vadede hata yapıldığı ortaya çıkan veya en azından yanlış anlaşılan belirli hedeflere ulaşarak mı? Kısa süreli mutluluk anlarını deneyimleyip yaşama veda ederek mi? Leopar’ın tüm okurlar tarafından bir dereceye kadar paylaşılan genel etkisi, tarihin gelgitinde “sürüklenen” bir yaşamın önemsiz, âciz ve ihmal edilebilir olduğudur. Lampedusa tarihsel değişime odaklanırken insanın toplumsal davranışına, onu pek çok şeye mecbur bırakan güçlerin yapısına önem verir. Gözlem gücündeki yetkinlikle, Tolstoy’un tarih görüşünü yansıtır ve onu, eski düzenin düşüşü, çöküşü ve yozlaşmışlığıyla ilintilendirir. Köhnemiş her düzende olduğu gibi Sicilya’da da çöküş değişim dalgalarının kıyıya vurmasından önce başlamıştır.

Egemen sınıfın bir üyesi olarak Risorgimento’ya ve onun Sicilya’daki eski düzene etkisine bakan Tomasi di Lampedusa “yıldızın parladığı anı” yakalamıştır. Leopar çürüyen bir toplumun geleneklerini kayıt altına alan bir toplumsal tarih çalışmasıdır. Feodalizmin seçkinlerinin başına ne geldiğini ele alırken, Bourbon hanedanlığından Piemonte iktidarına gerçekleşen dönüşümün Sicilya’daki toplumsal yaşamı iyileştirmede başarısız olduğunu iddia eder. Risorgimento’nun romanda ele alınışı, Garibaldi ve Kırmızı Gömlekliler’in Marsala’ya indiği 1860 yazında destansı anın ötesine geçen bir boyut kazanırken, İtalya’daki sınıf savaşımının derinden etkileneceğinin ipuçlarını okura sunar.