Silkwood'un faili belli

'Filmde Silkwood’un işçi hakları ve güvenliği konusunda başından beri duyarlılığı olduğunu görüyoruz. Filmin çizdiği çerçevede bu duyarlılık bir sınıf bilincinden ziyade karakter gereği olarak algılanıyor. Çalışanlardan biri radyasyona maruz kaldığında bu durumu iyice gün yüzüne çıkarıyor ve katıldığı sendika bilgilendirme toplantısında örgütlü bir mücadelenin sözcülüğünü üstleniyor'

M. Onur Çuvalcı, Ömür Yaşayan

Bu yazıyı okumadan önce 1983 yılında yönetmenliğini Mike Nichols’un yaptığı SILKWOOD adlı filmi izlemenizi öneririz.

Film Oklahoma’da Kerr-McGee Grubu’na ait Cimarron Nükleer Yakıt Tesisi’nde kimya teknisyeni olarak çalışan ve 1974’te esrarengiz bir trafik kazası sonucu yaşamını yitiren Karen Gay Silkwood’un gerçek yaşam öyküsünü anlatıyor.

Silkwood öldükten bir yıl sonra Cimarron Nükleer Yakıt Tesisi kapatılıyor. Ancak şunu söylemeliyiz ki Kerr-McGee Şirketler Grubu yıllar boyunca yeniden ve yeniden yapılanmayla, isim değişiklikleriyle tesisteki faaliyetlerini sürdürüyor. Son olarak Anadarko Şirketler Grubu Kerr-McGee’yi satın alıyor. Hem ABD sınırları içinde hem de dünyanın çeşitli bölgelerinde faaliyetlerine devam ediyor.

Silkwood yaşamını yitirdiğinde henüz 28 yaşındaydı. Çalıştığı tesiste işçilerin güvenliği konusunda tespit ettiği birçok açık vardı. İş yerinde bir greve katılmış ve ardından sendikanın uzlaşma komisyonuna giren ilk kadın üye olmuştu. Uzlaşma komisyonu görevi boyunca işçi güvenliğini tehdit eden sayısız başlığı masaya koyarak tesisteki çalışanların sözcülüğünü yapmıştı.

Filmde Silkwood’un işçi hakları ve güvenliği konusunda başından beri duyarlılığı olduğunu görüyoruz. Filmin çizdiği çerçevede bu duyarlılık bir sınıf bilincinden ziyade karakter gereği olarak algılanıyor. Çalışanlardan biri radyasyona maruz kaldığında bu durumu iyice gün yüzüne çıkarıyor ve katıldığı sendika bilgilendirme toplantısında örgütlü bir mücadelenin sözcülüğünü üstleniyor. Ne var ki tesisteki sınıf kardeşleri ve aynı evi paylaştığı Dolly ile Drew tarafından olumlu karşılanmıyor. Silkwood, sendikanın tesisteki bir muhbiri olarak görülmeye başlanıyor. Bu anlamda tesisteki çalışanların tamamı oldukça apolitik bir tavır ve bilinçsizlik içindeler. Bunu sendika toplantısında söz almak konusunda isteksiz tavırlarında da, Silkwood ile bir öğle arası muhabbetlerinde yalnızca maaşların ve ücretlerin artırılmasına odaklanılması gerektiğini tembih etmelerinde de görebiliyoruz. Güvenlik açıklarının ortaya çıkmasıyla tesisin kapanacak olmasından ve bunun sonucu olarak işsiz kalmaktan korkuyorlar. Dolayısıyla güvenlik konusu onlara göre yalnızca “sahipleri” ilgilendiriyor.

Bu bağlamda, kapitalist toplumlarda sermayenin iş kazalarına bakış açısının, iş kazalarının asıl sebebinin insan (işçi) hatası olduğuna dayandığını söylemeliyiz. Bu görüşe göre işçiler eğitimsiz, görgüsüz, dikkatsiz, ihmalkârdır ve bütün bunların müsebbibi de yine işçinin kendisidir; eğer bir işçi kendisini geliştirememişse, önüne çıkan fırsatları değerlendiremediği içindir. Filmi izlerken, tam da bu algıyla birebir örtüşecek şekilde işçilerin radyasyona maruz kaldıklarında suçlandıklarını ve kötü muameleyle karşılaştıklarını görüyoruz.

Filmde; şirketin kârı, işçilerin sağlıklı ve güvenli koşullarda çalışmasının sağlanması için alınacak önlemlere yapılacak harcamalardan daha önde geliyor. Alınmayan önlemlerin sonucunda durumlarının daha da kötüleştiğine tanık oluyoruz.

İşçi sağlığı ve güvenliğine toplumcu bir yaklaşımla baktığımızda kazaların nedenlerinin teknik olduğunu, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarının çözümünün kamusal kaynaklara yaslandığını, yaşamın içinden bir bütün olarak ele alındığında işçilerin yönetimde söz, yetki ve karar sahibi olmalarından geçtiğini söyleyebiliriz.

Film, ana karakterin yaşam alanına da oldukça yer ayırmış. Bu haliyle 70’li yıllarda ABD’nin Oklahoma eyaletinde beyaz emekçilerin yaşam koşullarını da gözler önüne seriyor. “Beyaz” diyoruz çünkü filmde tek bir siyahi bile görünmüyor. Silkwood, sevgilisi Drew ve lezbiyen arkadaşı Dolly ile birlikte yaşadıkları ve belki de “Amerikan Rüyası”na eleştiri olarak bir hiçliğin ortasında, bağımsız ama izbe bir görüntüye sahip, duvarlarını pop-art posterlerin süslediği evlerinde, yataklarındaki kirli örtüler, dağınıklık, birer erotizm unsuruna dönüşen blucinler, deri çizmeler, bohemlikle sefillik arasında gidip gelen özgürlük betimlemeleri göze çarpıyor.

Boşandığı eski eşinde kalan çocuklarını görebilmek için hakkı olan tatil gününde bile iş yerinden izin alamaması üzerine tek tek mesai arkadaşlarından vardiya değiştirmek için ricacı olmasına da tanıklık ediyoruz Silkwood’un. “Amerikan Rüyası”nın bir diğer unsuru herkesin kendi arabasının olması da dikkat çekici; öyle ki sendika toplantısına dahi yüzlerce işçi hususi araçlarıyla katılıyor. Buradan da anlaşılacağı üzere, film boyunca iş yeri servisi veya toplu taşımaya dair herhangi bir görüntüye yer verilmiyor. Yani bir tarafta tatil hakkını bile dilediğince kullanamayan işçiler, diğer tarafta kendi arabalarıyla en yakın yere yolculuk etme lüksüne sahip. Canlarını dişlerine takıp çalışmak zorunda kalan emekçilerin bu “özgürlük” dalgası içindeki salınımları, soğuk savaş yıllarında ABD’nin yürüttüğü ideolojik savaşın çarpık yüzlerini hatırlatır nitelikte…

Silkwood’un özellikle evinde sevgilisi ve ev arkadaşıyla olan sohbetlerinde, çalıştıkları tesiste olan bitene dair neler düşündüklerini ve bakış açılarının zamanla nasıl evrildiğini de görüyoruz. Dolly’nin lezbiyen olduğunu ise, bir gece eve kız arkadaşıyla beraber geldiklerinde, Karen Silkwood ve Drew’un yatak odalarında uyumaya hazırlandıkları sırada, iki kadının flörtöz seslerini duyup buna karşı takındıkları alaycı tavır aracılığıyla öğreniyoruz. Başlangıçta da evlerini lezbiyen bir çiftle paylaşmaktan çok memnun kalmadıklarını görüyoruz. Film boyunca Dolly’nin yalnızlığı ve varoluşsal bunalımları da seyirciye eşlik ediyor. Bu noktada, Amerikan Psikiyatri Derneği’nin 1973 yılında eşcinselliği hastalık statüsünden çıkardığını ve Dünya Sağlık Örgütü’nün de 1990 yılında çıkaracağını eklememiz gerekiyor.

Filmin sonuna doğru Karen Silkwood nedeni açıklanamayan bir şekilde kontamine oluyor. Evlerini tahliye ediyorlar. Silkwood, tesiste yapılan yasadışı işlemlerle, işçi sağlığı ve güvenliğini tehdit eden unsurları New York Times’dan bir muhabir ile sendika temsilcilerinden biriyle görüşmek üzere çıktığı yolda esrarengiz bir şekilde cereyan eden bir kazada hayatını kaybediyor.

Karen Silkwood örgütsüz bir toplum içinde Amerikan işçi sınıfının kahramanı olarak tarihe geçti. ABD’de 2000’li yılların ortalarından itibaren her yıl Birleşik Çelik İşçileri Sendikası “Sağlık, Güvenlik ve Çevre” başlığında, Karen Silkwood’un ismiyle anılan ödüller veriyor.

Filmin hatırlattıkları:

Kapitalist bir düzende alınmış işçi sağlığı ve güvenliğinin odak noktası emekçiler değil, üretimin maksimum verimlilikle sürdürülebilmesidir.

İşçilerin sağlık, güvenlik, barınma, gıda, eğitim ve diğer bütün hakları ancak kendi ellerindedir. Kapitalist bir düzende kazanılmış haklar her daim gaspa açıktır.

Tüm bunların gerçek ve kalıcı birer hak olacağı sosyalist gelecek için örgütlenmeli!