'Örgütsüzlüğümüzle Ali'nin ölümünde bizim de payımız var'

Covid nedeniyle yaşamını yitiren Devlet Tiyatroları tasarımcısı Ali Cem Köroğlu’nun ölümüne ve onlarca DT emekçisinin hastalanmasına sebep olan süreç ve koşulları DETİS Başkanı Topçu ile konuştuk.

Tuluğ Ünlütürk

Akıllarda 2020’nin ilk günlerindeki toplu işten çıkarmalar ve çalışanlara dönük karalamalarla yer eden Devlet Tiyatroları, İzmir’de 50’ye yakın emekçinin Covid testinin pozitif çıkması ve kostüm/dekor tasarımcısı Ali Cem Köroğlu'nun ölümünün ardından, henüz yıl bitmeden iş cinayeti, hak gaspları ve ihmallerle bir kez daha gündemde.  

Sezonun başından bu yana salgın önlemlerinin yetersiz kaldığı turneler ve sağlıksız çalışma koşullarına işaret eden Kültür Sanat Sen de konuyla ilgili açıklamasında sanat emekçilerinin hayatının tehlikede olduğu uyarısında bulunarak sahnelerin süresiz olarak kapatılmasını talep etmişti. İddialara göre Genel Müdür Mustafa Kurt’un oğlu Akın Kurt’un, karantinada olması gerektiği halde oyunun prömiyerine katılmasının ardından aralarında Ali Cem Köroğlu’nun da olduğu onlarca emekçinin Covid testi pozitif çıktı. 

Köroğlu’nun ölümünde, kendisi de karantinada olan Genel Müdür Mustafa Kurt’un sorumluluğunun bulunup bulunmadığı tartışılırken soL’a konuşan kurum çalışanları, Genel Müdürlüğün Köroğlu’nun cenaze işlemleri konusunda dahi sorumluluk almadığını, sessiz kalarak olayın üstünü örtmek istediklerini ve bu esnada yüzlerce çalışanın sağlık ve hayatlarının halen tehlikede olduğunu belirtiyorlar. 

İddialar üzerine görüşüne başvurduğumuz Devlet Tiyatrosu Sanatçıları Derneği Başkanı Pınar Gün Topçu ise meselenin kişisel inisiyatifler ve sorumluluklarla geçiştirilemeyeceğini, işin altında Devlet Tiyatroları'nda süregiden çalışma koşullarının, kurumun kukla bürokratlar ve doğrudan bakanlık tarafından yönetilmesinin ve bunun karşısında sanat emekçilerinin örgütsüzlüğünün yattığını aktardı. 

'Bu bir iş cinayeti'

Pınar Hanım Ali Cem Köroğlu'nun ölümüyle DT'nin çalışma koşulları ve idari yapısı tekrar gündemde. Kurumda hasta sayısı artıyor. Durumu bu noktaya getiren süreç nasıl gelişti?

Ali Cem çok sevdiğimiz bir abimiz, emektar bir mesai arkadaşımız ve bu ülkenin kıymetli sanatçılarından biriydi. Biz Ali'yi kaybettik diyemiyorum, çünkü Ali'yi el birliği ile öldürdük. Bu başta bir iş cinayeti, hiç kişisel değil. Bizler Mart'tan beri karantina koşullarında yaşayan bir ülkede sezon-sezon dışı demeden, herhangi bir önlem alınmadan çalışmaya devam ettik. Kamyon tepesinde, açık alanda, sonra da salonlar da... Turneler de provalar da devam ediyor. Üstelik, bizim mesleğimiz öyle maske mesafe, kendi ohalinizle falan sürdürülebilir bir meslek değil. 35 kişi göğüs göğüse prova yapıyoruz. Ne bir PCR testi, ne önlem, ne izin... Kendi olanaklarımızla kendimizi izole etmeye çalışıyoruz bir şey fark edersek. Cumhurbaşkanlığı'nın kendi genelgesi var, 30 kişinin üstünde tören yok diye, 300 kişiyle Cumhurbaşkanlığı Senfoni konseri yapılıyor.

Sayısı netleşti mi kurumdaki hastaların?

Şu an sadece İzmir'de 50 kişi var Covid pozitif olan. Ali öldü. Ülke genelinde oyunlar, turneler devam ediyor. Varın siz düşünün toplamda kaç kişi hastadır diye. Bütün bunların üzerine mesaj geldi yazışma grubundan Ankara'da "kendi olanaklarınızda, infiale sebep olmadan gelin, test yapalım" diye. Geçmiş olsun. Ali'yi kaybettik ve riskler devam ediyor. 

'Ülkeyle beraber kurum da çürüdü'

İtirazlar, talepler var mı kurum içinde bu koşullara dair?

Biz Detis olarak gösterimlerin süresiz olarak durdurulması ve soruşturma açılması için girişimlerde bulunduk, takipçisi olacağız. Ama bununla bitmiyor ki. Kimse memnun değil elbette ama hepimiz emekçiyiz, karnımız doyacak, ailelerimiz geçinecek, herkes gibi işimizin derdindeyiz. Bir yandan zannediliyor ki sırtımız devlete dayalı, rahatız. İşin aslı o değil. Devletin öğretmeni, sağlıkçısı da rahat değil ki. Bizi de teşvikle, maaşla, işsizlikle tehdit ediyor devlet. Bu kurumun iklimi, sağlamcı ve iktidarın kuklası olmuş bir yönetim ve örgütsüz bir emekçi kitlesinden oluşuyor. Korku ve vaatlerle yönetilen bir kurum Devlet Tiyatroları. Son sekiz yılda hepten bitirildi. Koşullar giderek kötüleşiyor. Bundan sonra artık her adımda daha büyük bir yıkım ve hak kaybıyla karşılaşacağız. Bakın, Aralık ayı geliyor, sözleşme ayı, o zaman yine kıyamet kopacak kurumda. Burası bu ülkenin sanat üreten kurumlarından biriydi, şimdi bütün oyunlarımız sansürleniyor, istisnasız. Burada çalışmak baskı ve kıyım demek... Ülkeyle beraber kurum da çürüdü çünkü, geldiği hale bakın, neleri konuşuyoruz. Yamalı bohça gibi atamalarla yönetiliyoruz. 

'Ali'nin ölümünün peşini bırakmayacağız'

Bugün kurum yetkililerinin medyada yer alan beyanları Genel Müdür ve oğlunun linç edilmek istendiği yönündeydi...

Bu röportajları veren, olayda sorumluluğu olan kurum yetkilileri soruşturma konusu olan her olay gibi kenara çekilmeli ve gerçeklerin ortaya çıkması için gerekeni yapmalıdır. Bu onların da yararına olmalı değil mi? Bu olay soruşturulmak durumunda ama üstü örtülmeye ve geçiştirilmeye çalışılıyor. Karalama yapmak daha önce de başvurdukları bir yol. Biri öldü ve şu an kurumdan resmi olarak ses çıkmıyor, hiçbir şey değişmedi. Bizler bu defa Ali'nin ölümünün peşini bırakmayacağız. Her şey ortada artık, kimse için üzeri örtülecek bir şey yok. Bir yılda başımıza gelenlere bakın, sözleşmelisi, kadrolusu, tekniği, sanatçısı... Hepimizin toparlanması gerek. Yoksa daha çok kıyım ve karalama göreceğiz. 

Emek tarafındaki toparlanmayı kastediyorsunuz, nasıl?

Örgütsüzlüğümüzle Ali'nin ölümünde bizim de payımız var. Hepimizin gelecek kaygısı var ama tek başımıza o geleceği de koruyabilecek halde değiliz. Tekel İşçisi neyse, madenci neyse, öğretmen, sağlıkçı neyse biz de oyuz. Üstelik bu ülkenin sanatçılarıyız. Ülkeye gözümüzü kapama şansımız da yok. O ülkeden ve onun koşullarından ayrı değiliz ki. Hep beraber sömürülüyoruz. Sosyal medyada göstermelik açıklama yapan örgütlenmelerin de inandırıcılığı yok artık. Emeğimizin de, sanatımızın da, insanlığımızın da peşine düşmek zorundayız. Eşitlik peşine düşmek boynumuzun borcu.