Koronatak'tan sonra Koronoya: Salgının ruhsal yansımaları

Koronatak’tan sonra bu dönemin revaçta olan ikinci salgın ruhsal durumu ile karşınızdayız: Koronoya.

Dr. Cem Taylan Erden

Koronatak’tan sonra bu dönemin revaçta olan ikinci salgın ruhsal durumu ile karşınızdayız: Koronoya. Ruhsal durum diyorum çünkü herhangi bir antite bu kadar yaygın olunca hızlıca yeni bir kitlesel gerçeklik inşa ediliyor ve bu gerçeklik norm halini alıyor. Hastalık, bozukluk dediğimiz normun dışında kalan olduğundan koronavirüs ile birlikte yaşadığımız ruhsal değişikliklere bozukluk değil durum desek daha iyi, aksi halde topyekün çizginin öte tarafında kalacağız hafazanallah. Keşke çoğunluk için yaptığımız bu kıyağı şimdiye kadar farklı ruhsal durumlar yaşayan her kişi için yapabilseydik de, bu kadar damgalanma, bu kadar ayrımcılık yaşamasaydı farklı durumdakiler. Belki bundan sonra kalp, kalp, kalp… (Bu arada şu Korona Öncesi ve Korona Sonrası olayına da değinmeden geçemeyeceğim. Tarihin tekerleğini çoğunlukla çatışma/zor çeviriyor; hiçbir yeni durum iyilik ve güzellik ve naiflikle gelmiyor. Naif beklentilerimiz, benzer dileklerde bulunanların birleşen eylemleriyle pekiştirilmeyince havada asılı kalıp öylece duruyorlar. Ha biz eyledik de hemen oldu mu değil ama eylem katılmayan niyette gereksiz bir nikbinlik var – tamam tamam parantezi kapatıp konuya dönüyorum ama yazının bir yerinde nikbinlik kelimesini kullandığım için çok mutlu olduğumu da ekleyeyim-)

Zaten gidişattan memnun olmayıp, doğanın er geç kendi intikamını alacağına inananlar için “organik Mesih” gelmiş gibi oldu. Biraz ufak tefek ama iş görüyor.

Evet Koronoya diyorduk. Bizim Delüzyonel Bozukluk, Sanrısal Bozukluk gibi şiirsel kelimelerle adlandırdığımız ama yaygın olarak paranoya diye bilinen bir ruhsal bozukluk vardır. Genelde 40’lı yaşlarla başlayan bu durum kişinin günlük hayat işlevlerini yürütecek kadar ego gücünü korumasına rağmen, zülfüyare dokunduğunuzda, yani kişinin şüphe dolu olduğu konuyu konuşmaya başladığınızda kendisini olanca çıplaklığı ile gözler önüne serer. Kişinin şüphelendiği şeyler ve kurgusu bir ihtimal olarak var olsa bile bu o kadar küçük bir ihtimaldir ki, diğer ihtimaller ile birlikte bütünlüklü olarak değerlendirilememesi acıklıdır. Bu bozukluk bir değerlendirme yanlılığıdır adeta, ama şiddetli ve fanatik bir yanlılık.

BAHANELER ORTADAN KALKINCA

Koronavirüs günlerimizde Koronoya durumu da böylesine bir değerlendirme yanlılığı olarak karşımıza çıktı.  Eve kapanabilenlerde özellikle rastlanan bu durum uzun yıllardır; okul, iş, koşturmaca, trafik, stres derken evde kendisi ve ailesiyle hızlıca geçen pazar günleri haricinde yalnız kalamamış, bu günlerde sanki bir cangılın ortasına teçhizatsız bırakılmış kadar ortama yabancı hisseden, sahip olmadığı için hep şikayet ettiği zaman ile birdenbire karşılaşınca eli ayağına dolanmış ortadakilerin başına musallat oldu özellikle. Şimdiye kadar her şeyi zamanlarının olmaması bahanesi ile rasyonalize edebilenlerin bütün rasyonalizasyon mekanizması çöktü. Kendi edimleri dışındaki her şeyle  açıkladıkları hayatları (okul, iş, koşturmaca, trafik, stres) şimdi de yine kendileri dışındaki bir sebeple evde hapis kalmaları yüzünden derin bir sıkıntıya garkoldu.

Hatırlatma
Dr. Cem Taylan Erden

Birilerinin bu duruma son vermesi gerekiyordu. Ruhun hafifleyebilmesi için sırtındaki yükü başka birinin/şeyin/sürecin sırtına yüklemesi çocukluk çağlarımızda sıklıkla kullandığımız bir savunma mekanizmasıdır, Uçurtmayı Vurmasınlar’ın Barış’ının dediği gibi: “Ben yapmadım Miki işedi” (Külodunun üzerindeki Mickey Mouse resmini göstererek). İşte bu sırada nereden çıktığı belli olmayan korkunç senaryolar pıtrak gibi ortalığa saçılıverdi. İnsan yapımı virüsler, 5G şebekelerinin sağlık bozucu etkileri, distopyalar, 1984ler, koruyucu olarak alınması gereken gizli ilaçlar ve bağışıklık sistemini hızlıca ayağa diken mucize besinler, ver Allah ver…

Felaket çöküş senaryoları ve mucize çözüm önerileri ele ele kol kola bütün sosyal medyayı ve sıkıntılı zihinleri kaplayıverdiler. Aslında bu ikisi görüldüğü üzere insan zihninin ikiz çocukları, paket halinde bir arada bulunuyorlar: “Tek tek veremiyoruz abla takım bozuluyor”. Ortak özellikleri gizemli, her şeyi açıklayabilen, en bi şey bi şey vs olmaları. Buradan da işte insanoğlunun doğa karşısındaki güçsüzlüğüne çözüm olarak icat ettiği ve dört elle sarıldığı narsisizm/büyüklenmecilik meselesine ulaşıyoruz.

GERÇEĞİ ESNETEMEMEK

Paranoya özünde büyüklenmeci bir düşünce çekirdeği barındırır, hoş barındırmayan bozukluk da yoktur herhalde (ama buradan devam etmeyeceğim zira lafı çok uzatıyorsun, daha kısa yaz eleştirileri alıyorum, sanki yapacak işin var arkadaş otur oku işte, bırak keyfimce yazıvereyim). İşte bu en’lerin, her’lerin, asla’ların, hiç’lerin hepsi gerçeği büken büyüklenmeci tanımlardır (benim “hepsi” de bu sınıfa girebilir). Sorun narsizmin kendisi değil de insanoğlunun bazı durumlarda bu büyüklenmeci açıklamalara dört elle sarıldıkları hatta yapıştıklarının farkında olmamasıdır. Zaten bizim psikiyatride hastalık, bozukluk dediğimiz şeylerin hepsi (tamam tamam çoğu diyeyim) bu yapışma durumundan, diğer seçeneklere açık olamamaktan, gerçeği katı bir kalıba döküp esnetememekten kaynaklanıyor. Gerçeği tek bir ihtimalle katı biçimde tanımladığınızda, diğer tüm ihtimallere kapıyı kapatmış oluyorsunuz. Ama hayat maalesef bizim zihin yönergelerimize, ihtimal tercihlerimize göre akmıyor ve biz kafamızdaki algoritmayı dayattığımızda, hayatın akışına dahil olamıyor ve sonunda küsüp oynamıyoruz.

Peki “Bu durum bize doğanın bir uyarısı”,  “Doğa intikamını alıyor işte” vs bu yaklaşımın türevleri de bir tür koronayak tutum değil mi? Zaten gidişattan memnun olmayıp, doğanın er geç kendi intikamını alacağına inananlar için “organik Mesih” gelmiş gibi oldu. Biraz ufak tefek ama iş görüyor. “İnsanlar ve devletler ve çok uluslu şirketler paranın yenmediğini anlayacaklar” tadındaki Kızılderili Ramiz Dayı sözleri sosyal medyada gırla gidiyor. Diğer yanda ise bu günlerde nasılsa kimse denetlemez diye olanca atığını nehirlere boşaltıp balıkları öldüren, yine nasıl olsa kimse denetlemez diye işçileri güvenliksiz ortamlarda yan yana çalıştırarak öldüren fabrikalar, atölyeler çalışmaya devam ediyor. Yaşadığımız ekonomik sistemde ha nehirdeki balık olmuşsun, ha fabrikadaki/atölyedeki işçi fark etmiyor, muamele aynı.

Biz de doğanın bir parçasıyız arkadaş, uzaydaki bir kara delikten çıkmadık, bizi de bir ana doğurdu bu bir; çekirge sürülerinin istilacılığına gösterdiğin anlayışın birazını olsun insanoğluna göster bu iki.

ÇEKİRGE KADAR KIYMETİMİZ OLSUN

Bu iş bir tür doğa tengrisine inanma işine dönmüştü zaten. Hatta işin kötü yanı alternatif tıpçılık, aşı karşıtlığı vs bu hiperorganikçilik akımının sağ sapmaları olarak bu zemine doğmuş oldu. Ha biz gıda güvenliğimizi alalım, sağlıklı beslenmeye çalışalım o ayrı (Nevzat Evrim kulakların çınlasın) ama bu iş hızla çoğalan, karbonhidrata yüklenen, doğayı mahveden insanoğluna karşı bir nefrete dönmeye başladığında orada bir dur demek durumundayız. Biz de doğanın bir parçasıyız arkadaş, uzaydaki bir kara delikten çıkmadık, bizi de bir ana doğurdu bu bir; çekirge sürülerinin istilacılığına gösterdiğin anlayışın birazını olsun insanoğluna göster bu iki.

Hızlıca sektörleşen bu organikçilik işinin eski sektörlere açtığı savaşın bayraktarlığını yapma, burada bir ekonomipolitik işliyor anlasana. İnsanları karbonhidratçılar (makarnacılar) ve proteinciler (Dukan, Nusret) diye ikiye böldüğünde, emeklerini satanlar ve emek sömürücüleri olarak tariflenen diğer bölünmenin üzerini örtüyorsun. İşte o balıkları öldüren de, HES’lerle doğayı kurutan da, tarım ilaçlarıyla gıdamızı zehirleyenler de hep bu emek sömürücüleri ve onların kurduğu bu ekonomik sistemin kendisidir. Doğacılık dininin şeytanı makarnacılar ve tarım ilacı kullanan köylüler değil emek sömürücülerinin sürdürdüğü bu ekonomik sistem olmalıdır.

Virüse, açlığa, bebek ölümlerine, cahilliğe vs şu günlerde insanoğlunun şeref golünü atan Küba’ya baksak yeter. Ne Koronatak ne Koronaya bana mısın demiyorlar. Dünyaya korona günlerinde umut oldular. Korona’nın ilacı toplumsal örgütlülükmüş, bu kadar basit.  Virüs salan Çinliler, 5G ile dünyayı istila eden Bill Gates’ler, intikamını alan doğa gibi yeni tanrılar ve şeytanlar icat edeceğimize kendi şeytanımızı taşlasak yetecek aslında: kapitalizm. Sağlıcakla kalın.