Kitap | Simonov'un üçlemesi

Sovyet yazar Simonov‘un Alman işgalini savaş muhabiri Lopatin’in gözünden anlattığı üçlemesi sırasıyla; Savaş Günleri, Savaşsız Yirmi Gün, Bir Daha Görüşmeyeceğiz romanları ile yayımlanmıştır.

Çağlar Akyüz

Savaş romanları ile ün kazanan Konstantin Simonov, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, ordu gazetesi Kızıl Yıldız’ın savaş muhabiri olarak askerlik yapmıştır. Görevi sırasında gördüklerini eserlerine yansıtan yazar İnsan Asker Doğmaz romanı ile dünya çapında tanınırlık kazanmıştır. Sovyet yazar Simonov‘un Alman işgalini savaş muhabiri Lopatin’in gözünden anlattığı üçlemesi sırasıyla; Savaş Günleri, Savaşsız Yirmi Gün, Bir Daha Görüşmeyeceğiz romanları ile yayımlanmıştır. Sovyet Yazarlar Birliği sekreterliği ve Dünya Barış Konseyi üyeliği de yapan yazarı Türk okuyucu en çok “Bekle Beni” şiiri ile aslında bilmektedir. Savaş sırasında eşine yazdığı bu şiir Cem Karaca tarafından bestelenip seslendirilmiştir.1

Üçlemenin ilk kitabı olan Savaş Günleri, Alman ordusunun Sovyetler’e yaptığı saldırının ilk aylarında gazeteci Lopatin’in gözlemlerini anlatıyor. Üçlemenin ana karakteri Lopatin, Eylül 1941’de cepheden cepheye koştururken henüz savaşın uğramadığı Sovyet kentlerinde hayatın eskisi gibi ilerlediğini anlatır. Gündelik sorunlarına ve hayallerine dalmış insanları resmeder. Sonrasındaysa bu manzaranın ani değişimini ve savaşın acımasız yüzünün insanların hayatını nasıl alt üst ettiğini gösterir bizlere. Üniversite hayali kuran gencin mayın tarlasındaki ansızın ölümünü, şehirden ayrılmayıp Almanların baskısı ile su şebekesini onaran mühendisin yaşadığı ikilemi ve tüm bu dehşete karşın hiç kimsenin beklemediği anda kahramanlaşan ve direnen Sovyet yurttaşlarının sadeliği ile mütevazı hallerini görürüz.

“İnsanın birkaç saat içinde bu derece değişmesi şaşılacak şeydi doğrusu. Sabahleyin yaşlı sürücü en hoyratça haşlayan, ona rütbece üstünlüğünü göstermek için küstahça sövüp sayan emir subayı o değildi sanki. Yüzü pembeliğini yitirerek bir gün içinde zayıflamış, çocuksu görünüşü yerine bir ağırbaşlılık gelmişti. Savaşa ilk kez katıldığı için insanların öldüğünü de ilk kez görüyordu. Bu, ona, kendisi gibi ölümlü insanlara karşı daha anlayışlı, daha iyi niyetli davranmayı öğretmiş olmalıydı. Daha önce gördüğü halde anlayamadığı bir şeyi yeni yeni hissediyor olmalıydı. Yaptığı kötülükleri yapacağı iyiliklerle düzeltme fırsatı varken bu fırsatı niçin kaçırsın?”2

Yazar bu alıntıda olduğu gibi kitap boyunca savaşın insanlar üzerinde yarattığı değişimi anlatır. 

Serinin ikinci kitabı olan Savaşsız Yirmi Gün romanında Lopatin’i cepheden uzakta Taşkent ve Tiflis sokaklarında görürüz. Bu süre boyunca doğuya taşınmak zorunda kalan Sovyet tiyatrocuların tartışmalarını, savaşın cephe gerisinde yarattığı yıkımı, yokluğun ve acıların arasında yaratılan dayanışmayı okuruz. Cepheden artık felaket değil moral verici haberler gelmektedir. Fakat halkın çektiği gündelik gıda sorunları devam etmekte ve bütün sıkıntıların önüne geçmektedir. Bu yokluğa ve çektiği yalnızlığa rağmen Lopatin’in direngenliğini ve hayata tutunmasını görürüz bu romanda.

Serinin son kitabı Bir Daha Görüşmeyeceğiz ise savaşın son zamanlarını konu ediyor. Artık zaferin yakın olduğunu bilen Sovyet yurttaşları savaş sonrası politik durumu ve güncel sorunlarını tartışmaya başlamış durumdadır. Fakat yaşanan acılar tazeliğini korumaktadır. Dahası inisiyatif Kızıl Ordu’ya geçse bile kayıplar sürmektedir. Yazar Simonov, bize yaklaşan zaferin bedelinin ne olduğunu, kazanılan her bir savaşın arkasında bıraktığı yıkımı ve kaybı göstermektedir. Gazetelerde yazılan kahramanlık hikâyelerinin bir bedeli vardır. Bu bedelin hakkını teslim eder yazar. 

Simonov’un tarzı döneminde savaşı anlatan Sovyet yazarlardan farklıdır. Büyük savaşı destansı bir biçimde anlatan yazarlara karşın Simonov, daha sade bir üslup kullanır. Bunda hiç kuşkusuz uzun yıllar savaş muhabiri olmasının payı vardır. Gazeteci dili romanlarına yansır, ama bu yansıma olumsuz anlamda olmaz. Simonov romanlarında şairliğinin getirdiği incelik ve gazeteci gerçekçiliğini birleştirir. İşgalden zafere giden yolda coşku, sevinç, umut, acı, keder her şey vardır. Yazar romanlarında bunları ustalıkla işler. Bunları yaparken olabildiğince sade ve soğukkanlı bir anlatım metodu kullanır. Örneğin Ehrenburg’un Fırtına romanında olan doludizgin tarz yoktur Simonov’da.  Daha sakin ama asla akıcılığını kaybetmeyen bir üsluptur onunki. 

Simonov dünya edebiyatında savaşın şairi ve yazarı olarak bilinir. Yazarın birçok şiir ve romanı savaşı konu almıştır. Cephede çok uzun süre savaş muhabirliği yapmış bir yazar için bu durum doğaldır. Fakat Simonov eserlerinde savaşın yıkıcılığını gösteren bir yazardır. 1975 Yılında ülkemize geldiğinde kendisine neden hep savaşla ilgili yazdığı sorulmuştur.  Simonov’un cevabı nettir: 

“Savaşın yakınında değil ta içindeydim. Savaşın ne olduğunu, savaşla yaşamanın ne olduğunu çok iyi biliyorum. Bunca iyi bildiğim için de başkalarına anlatmayı, korkunçluğunu, kötülüğünü, sefaletini anlatmayı bir görev sayıyorum. Hiç olmazsa insanlar, insanlık savaştan korksun, diyorum.”

Simonov’un barışı anlatmak için savaşı yazdığı bu üçlemeyi mutlaka okuyun.