Kapiland'ın külleri

Bugün insanın doğa ile ilişkisine eleştirel bir bakış getiren Kapiland serisinin yeni çıkan 4. kitabını tanıtmaya çalışacağım.

Nişan Mesut Oyardı

Doğayı vahşice sömüren ve hatta yok eden, kendisi dışında kimseye ve hiçbir şeye yaşam alanı bırakmayan bir “insanlık hali” ile karşı karşıya çocukluğumuz.  “Çocuklarımız” değil de “çocukluğumuz” diyorum, çünkü çocukluğunu hatırlayan ama bir türlü çocuklarına anlatamayan bir kuşağız. Mesele sadece kuşaklar arası çatışma ya da farklılıklar değil. Mahalle arasındaki top sahasının yerinde yükselen site, yemyeşil dağlardan geriye kalan devasa maden ocağı çukurları, ihtiyaçların yerini almış tüketim hırsı, tablet karşısında geçirilen sanal arkadaşlıklar, hevesle tırmanılacak ağaçların yokluğu… Doğanın içindeki insanın yerine “doğanın hâkimi insan” geçmiş durumda.

Bugün insanın doğa ile ilişkisine eleştirel bir bakış getiren Kapiland serisinin yeni çıkan 4. kitabını tanıtmaya çalışacağım.

“Kapitalizmin dev pençesi işine nasıl gelirse canlıları öyle biçimlendiriyor; bazılarını çoğaltıyor, bazılarını azaltıyor. Gen teknolojisinin kapitalizmin hizmetine girmesi, tohumları da koyunları da başkalaştırdı. Bu sistem daha iyiyi değil, daha çoğu hedefledi. Üretirken de tüketirken de… Kapiland’ın ilk kitabı işte bu duruma isyanla var oldu, derken arkası geldi.”

Eski bir röportajında Kapiland serisinin doğuşunu bu sözlerle açıklıyor Miyase Sertbarut. Serideki ilk üç kitapta şiddete eğilimli görülen çocukları sakinleştirmek (uyuşturmak) için kullanılan GDO’lu Anti-Row şurubunu, sorgulamadan inanan bireylerin yaratılmasını, fırsatlar ülkesi imajıyla var olan Kapiland’ın karanlık yüzünü, jandarmalığına da soyunduğu dünyada Kapiland’ın var olma koşullarını, nükleer kıyameti, yapay zekâyı, iyiliği, kötülüğü, ahlâkı ve insanı sorgulayan yazar son kitabı Kapiland’ın Külleri’nde yeniden doğan umudu ele alıp işliyor.

Yeni kitaba geçmeden önce, yazarın insandan umudunu asla kesmediğini belirtmek isterim. İlk kitaptan başlayarak durumu kabullenmeyen, şüphe eden, sorgulayan ve isyan eden birileri vardır hikâyede. Ve tıpkı tarihi yazanlar gibi hikâyeyi de onlar yazmaktadır…

***

Yıl 2050. Nükleer kıyamet kopmuş, gezegenimiz neredeyse yok olmuştur. Yaşamaya devam edebilen bir avuç insan da toprağı işleyerek yeni bir canlılık yaratma çabasındadır. Ancak doğa, tüm yıkımların sorumlusu olan insan türünün etkinliğine kapatmıştır kendini. Toprak filiz vermemekte direnirken rüzgârla savrulan tohumlar boy atabilmek için ışığı aramaktadır.

İlk kitaptan beri bizimle birlikte olan kahramanlarımız Mehtap ile Marjinal (Hayri) sığınaktan çıkıp keşif yaparken pür dikkat kesilirler, tek bir dal parçasına, filizlenmeye çalışan minik bir tohuma ya da karıncaya basmamak için. Canlılığa dair küçücük bir emare, hayatlarının değişeceğinin göstergesi olacaktır ne de olsa...

Bugünü ne kadar hoyratça harcadığımızı yüzümüze çarpar, Mehtap’la Marjnal’in dikkatli adımları.

“Canlılık yeniden hayat bulacaksa dünyada, farklı bir yolla olmalı” diye düşünürler. Ataları gibi tarım yaparlarsa kapitalizmin yeniden doğacağı endişesi vardır akıllarında.

“… biz sadece iki kişiyiz! Benim ekeceğim fasulyeyle, patatesle mi başlayacak kapitalizm? Hem kime satacağım ektiklerimi?..”


Sahi kapitalizm nedir, ektiğin ürünü satmaya çalışmak mı? Kapitalizmin doğuşuna ilişkin bu tartışma hayatımızın her yanını sarmış düzeni gözümüzün önüne getirir ve “Ne yapmalı?” sorusu zihninizde dolanır.

Kitap yapay zekâyı es geçmez. İnsanlık nükleer felaketten önce teknolojiyi geliştirmiş, gen ve DNA dizilimleri yüklenen her şeyi var edebilen Ribyonak adlı bir makine bile yapmıştır. Biyoteknolojinin zirve noktası olan Ribyonak, çekirge, balina, buğday, menekşe hatta “insan” bile üretmiştir.

Laboratuvarda üretilen bu insanların dünyayı felakete sürükleyen insanlara verdikleri “insanlık” dersi, yapay zekânın gelebileceği noktayı şimdiden tartışmaya açar ve insanın doğaya karşı benmerkezci yaklaşımı tüm roman boyunca tartışılır.

Elde mevcut tohumlar üzerine yapılan tartışma bile insan merkezli bakış için aydınlatıcı ve ufuk açıcıdır:

- Nasıl ekilmeyecek? Sadece mantar mı yetiştirmeyi düşünüyorsunuz, böyle tek taraflı beslenmek hiç doğru değil.

- Kim için doğru değil?

- Tabii ki insan için.

- Tek ölçüt bu mu? Her şey insana göre mi planlanmalı?

Bunca felaket yaşamış, doğayı yok etmiş insanlar arasında ayrımlar hâlâ belirleyicidir. Çiftliktekiler ve Magmacılar olarak ikiye bölünen ve içten içe düşmanlık besleyen insanlığın önündeki en büyük engel hâlâ kırılamamış önyargılarıdır.

Magmacıların Çiftliktekilere, Çiftliktekilerin de Magmacılara olan ihtiyacı hikâye boyunca karşımızda durur. Romanın bitiminde ise bir barış anlaşması imzalanır. İmzalanan maddelerden birkaçı ilgi çekicidir:

  • İnsanlar insanlara zarar vermeyecek ya da eylemsiz kalarak birbirlerine zarar gelmesine göz yummayacaklardır.
  • Çiftliktekiler ve Magmacılar kendi yiyeceklerini üretmekte özgürdür.
  • İki tarafın da üretimi, nüfuslarının ihtiyacını karşılayacak miktarda olacak, bunun üzerine çıkılmayacaktır.
  • Para veya benzeri değere sahip bir nesne kullanılmayacaktır…

Kapiland hepimize tanıdık gelecek bir distopya; insanın doğa ile ilişkisine çok yönlü biçimde bakan, eleştiren ve umudu yine insanda arayan…

KÜNYE: Kapiland’ın Külleri, Miyase Sertbarut, Tudem, 2020, 198 sayfa.

Nişan Mesut Oyardı