Kadın kotasından kadın doğasına

Kadın kotası, seçimden seçime her siyasetçinin dilinde, yeni bir temenni değil. Siyasi görüşleri bir kenara bırakmak ise zaten şimdinin trendi, hele de konu kadınlar olunca...

Serap Emir

Geçtiğimiz günlerde bir biçimde “kadının adı” anılmışken “erken seçim ihtimali” heyecanının da etkisiyle olsa gerek, Kılıçdaroğlu kadınlara bir tavsiyede bulundu. Kadınlar eğer tüm siyasi görüşlerini bir kenara bırakıp bir araya gelirse ve “Kadın kotası uygulamayan partilere oy yok” derse, Siyasi Partiler Kanunu’na kadın kotası eklenebilirdi. Üstelik eczacılık, öğretmenlik gibi kadın doğasına uygun mesleklerde, kadınlar önemli de bir güçken… Üstüne bir de doğanın kadına verdiği sezgi gücü eklenince, neden olmasın?

Biz şimdi bu gafları “Kaş yapayım derken göz çıkarmak bu olsa gerek” diyerek bir kenara ayıralım; olanca “iyi niyetle” dillendirilen tavsiyeye gelelim.

‘Kadınlar siyasi görüşlerini bir kenara bıraksa, bir araya gelse…’

Derdimiz tek başına Kılıçdaroğlu değil aslında. Kaldı ki bu tavsiye pekala bir başka parti liderinden de gelebilirdi, üstelik aynı cümlelerle. Bizim derdimiz hazır konusu açılmışken, kota meselesine şöyle iyice bir bakmak.

Öneriden başlayalım: Kadın kotası, seçimden seçime her siyasetçinin dilinde, yeni bir temenni değil. Siyasi görüşleri bir kenara bırakmak ise zaten şimdinin trendi, hele de konu kadınlar olunca.

Ama daha başlangıçta ters giden bir şeyler var gibi. Öyle ya, kota önerisiyle sözüm ona kadının siyasetteki ağırlığının artmasını isteyenler, daha baştan kadınlara siyasi görüşlerini bir kenara koyma çağrısı yapıyor. Sizce de burada bir tuhaflık yok mu? Tuhaflık ancak ilk cümledeki kadınlarla ikinci cümledeki kadınların aynı olmadığının farkına varınca çözülüyor. Siyasetsizlik çağrısı milletvekili olacak kadınlara yapılmıyor, onlara siyaset serbest; seçmen olan kadınlara yasak! Onlar siyasi görüşlerini bırakıp bir araya gelmeliler. E oldu mu şimdi, daha başlangıçta kendiniz ayırdınız kadınları.

Bu önerinin altında, daha açıkça, şu düşünce yatıyor aslında: Milletvekili olabilecek gücü, parası (ya da serveti mi demeliyiz) olan kadınlar Meclis’te siyaset yapabilir, ama buna sahip olmayan kadınlar bir zahmet siyaset yapmasın. Açıkça böyle denmez tabi, topa tutulursunuz. Ama bu düşünceyi “kota, kadın yöneticiler” vs. gibi albenili sözlerle süslerseniz; kimse anlamaz, üstelik “iyi niyetli” de görünürsünüz.

Sahi ne dersiniz; tüm kadınlar solcusu, sağcısı, liberali, demokratı bir araya gelse, kadın kotası olmayan partiye oy yok dese… Kime oy var peki? Bu sorunun yanıtı konuşmanın devamında: %33 kadın kotası uygulayan CHP’ye oy var. Yine çok “iyi niyetli”ce.

Öte yandan kadınlara siyasetsizlik çağrısı yalnızca kadınların parlamentoda temsili konusunda değil. Ne zaman yakıcı bir kadın gündemi açılsa, herhangi bir siyasetçinin ağzından bu tür sözler dökülüveriyor. Kadına şiddet mi arttı, “hadi kadınlar, tüm siyasi görüşlerinizi bırakıp bir araya gelin”! Bu çağrı, kadınların yaşadığı her bir sorunu, politik zeminden başka mecralara taşımanın da pek güzel bir yolu aslında. “Hadi ama yapmayın… Kadınsınız siz yahu! Siyasi görüş de neymiş! Bırakın bakalım şimdi onları bir kenara, hah şöyle…” Sahi, nedir bu? Yoksa kadınlar arasında bir kavga oldu da bizim mi haberimiz yok? Peki kadınlar sarılıp barışınca bitecek mi tüm dertler?

Hayır bitmez, çünkü tespit de çözüm de yanlış. Daha doğrusu ortada bir kavga olduğu doğru da, kavganın taraflarını belirleyen cinsiyetleri değil, sınıfları. Ama bir an için varsayalım ki tüm siyasi görüşlerimizi bir kenara bıraktık, geldik bir araya. “Medya kadına şiddeti abartıyor, o kadar da değil” diyen kadınla “Kadına şiddetin nesini nasıl çözeceğiz? Allahın verdiği canı allah alır” diyen kadınla kürtajı neresinden tartışacağız? “Kadınların öncelikli görevi annelik” diyen kadına kreş hakkını nasıl anlatacağız? Demek ki neymiş, yalnızca kadın olmak kadınların sorunlarını çözmeye yetmiyormuş, çünkü kadınların sorunları da, bu sorunların çözümü de politikanın konusuymuş.

Dünyayı kadınlar yönetse… ?

Şimdi gelin dünyadaki kadın kotalarına bir göz atalım.1

Yasa veya anayasalarla düzenlenmiş kotanın iki biçimi var dünyada. Ya kadınlara parlamentoda belli sayıda koltuk ayırıyorsunuz ya da her partiye belli bir oranda kadın aday gösterme şartı getiriyorsunuz. Haritada kahverengi olarak görebileceğiniz ilk yöntem, kimi Afrika, Ortadoğu ülkeleri ve de Çinle sınırlı kalmış. Sarıya boyalı ülkelerden izleyebileceğiniz ikinci yöntemdeyse, ağırlık Latin Amerika’da. Bunlar haricinde, bir de siyasi partilerin kendi kararlarıyla uyguladıkları kadın kotaları var; bunlar da maviler. Bu kısım, bizim ülkemizde genelde kazanma şansının düşük olduğu seçim bölgelerinde kadınları aday göstererek uygulanıyor. Yine de listenize bakılınca, dostlar kadınları desteklerken görmüş oluyor.

Avrupa, İskandinav ve İber Yarımadası da dahil, sarı mavi gibi görünse de; daha çok mavilere yakınsıyor aslında. Yasal kota uygulayanlar; Fransa, İtalya İspanya, Yunanistan gibi ülkelerle sınırlı. Geri kalan çoğunlukta inisiyatif siyasi partilerde. Dünyanın geri kalan kısmında ise kota yok, buna Küba da dahil.

Peki kotalar böyle, bir de yasama meclislerindeki kadın oranlarına bakalım. En son yayınlanan verilere göre en yüksekten en düşüğe dünyada kadın vekil oranları şöyle:

Burada sınırlı sayıda ülkeye yer verebildik2, ama fark ettiyseniz sıra daha ‘Avrupa Medeniyeti’ne tam anlamıyla gelemedi bile. Almanya %31, İngiltere %32, ABD %24 ile daha epey aşağılarda. Türkiye ise %17 ile 120. sırada. Listenin en tepesi bizi biraz şaşırtabilir; İsveç'in, Norveç'in falan değil, bir Afrika ülkesi olan Ruanda'nın ismi yazıyor orada. Bunda, 1994 yılında yaklaşık 800.000 Tutsi’nin ölümüne neden olan katliamda Ruanda’nın erkek nüfusunun oldukça azalmasının payı var; dolayısıyla özgün bir örnek diyebiliriz. Hemen ikinci sırada ise, dünyanın geri kalanını ardında bırakmış Küba geliyor. Küba sosyalizmi tıptaki başarıları, uluslararası tıp tugayları  dünyanın her başı sıkıştığında yanında bulduğu enternasyonel dayanışması kadar kadınların toplumsal yaşamdaki görünürlüğü ve belirleyiciliği ile de kendisinden söz ettiriyor uzun yıllardır. Üstelik yalnız parlamentoda da değil, yaşamın aklınıza gelebilecek her yerinde ipi en önde göğüslüyor Kübalı Kadınlar3. Ve bunu kotalarla falan değil, sosyalizmle başardıklarını bizzat kendileri söylüyor ve dünyanın geri kalanının aksine, engelli bir atletten işçiye, öğrenciye kadar kadın vekillerin çok çeşitli meslek, yetenek ve yaşlardan geldiklerini de ekleyerek.4

Her yıl açıklanan bu veriler ülkeler için bir itibar göstergesi de aynı zamanda. Ve bu listeden yıllardır en itibarlı çıkan ülke Küba. Öte yandan yine her yıl, bu verilerin açıklandığı haberin bir yerine, illa ki yukarıdaki başlığa benzer ‘masalsı’ bir dilek yerleştiriliyor: “Dünyayı kadınlar yönetse, ne de güzel bir yer olurdu.” Neden? Çünkü kadınlar barışçıldır, anlayışlıdır, fedakardır, doğayı sever, şefkatlidir, ya da Kılıçdaroğlu’nun sözleriyle kadınların sezgi gücü yüksektir vs. Bu ‘olumlu’ sıfatları bir kez kabul ettiğinizde, bir adım ötesi hiç sonu gelmeyen “Bir kadına hiç yakışıyor mu böyle ….yapmak?” soruları oluyor. (Üç nokta yerine her kadının en az on örnek bulabileceğini garanti ediyoruz.) Daha da ötesi ise şu; “Siyaset gibi kirli, kavgacı bir alanı kadınlara yakıştıramam doğrusu.” Sevsinler! Ama hiç abartı yok, başlıktaki keşkenin altında tam da bu düşünce yatıyor. Zaten kadınların siyaset yapmayacağı varsayıldığı için, dünyayı kadınlar yönettiğinde orası daha güzel bir yer olacak ya. Ancak henüz yeryüzünde siyaset yapmadan yönetmenin bir biçimi icat edilmedi. O zaman kadınlar siyaset yapmadan nasıl yönetecek? Yöneteceklerini kim söyledi, adı üstünde bir “keşke” bu.

Böylece söyleyenlerin gerçekleşmeyeceğine duydukları inançla pek de kurcalamadıkları bu dilek, tıpkı kadınlara doğru fırlatılmış bir gül gibi, her yıl istatistiklerde geçen gönül alıcı bir temenni olarak kalıyor. Ve sonuçta “Dünyayı kadınlar yönetse..” demek, “Kadınlar evde otursun” ya da “Kadınlar tüm siyasi görüşlerini bir kenara bıraksın” demekle aynı kapıya çıkıyor aslında: Siyasetsizlik kapısına.

Hayat bayram olur mu?

Kota kartı açıldığında, buna daima kadınların yaşadığı sorunların çözümü vaadi de eşlik ediyor. Böylece hem kadınların tüm sorunları yasal yoldan çözülebilir denmiş oluyor; hem de kadınların sorunlarını yalnız kadınların çözebileceği söylenmiş oluyor.

Bunun böyle olmayacağına dair, önce kendi ülkemize bakalım. Bu önerme gereği, parlamentoda bulunan partilerden AKP, CHP, HDP, İYİP, SP seçilecek kadın vekiller mecliste çoğunluğu oluşturdukları takdirde parlamentodan geçecek yasalarla kadınların tüm sorunları çözülebilir. Mesele yasaysa, şu an İstanbul Sözleşmesi ve buna bağlı 6284 halen yürürlükte; peki neden her gün bir kadın öldürülmeye devam ediyor? Bir soru daha: Bugün patronların kreş açmanın maliyetine katlanmaktansa cezasını ödemeyi seçtiği kreş açma yükümlülüğü5, patronlarla ‘iyi’ ilişkileri bir yana içlerinde bizzat patronların yer aldığı bu beş partiden hangisinin kadınları tarafından çözülebilir dersiniz? Hiçbiri tarafından.

Somut bir örnek olarak, seçildiklerinde “İlk kez bir ülkeyi kadın koalisyonu yönetecek” haberleriyle alkışlara boğulan Finlandiya Hükümeti’ne bakalım. Üstelik kurgu, hep o gönüllerde yatanla da örtüşüyor. Beş farklı siyasi partinin beşi de kadın olan liderleri bir araya geliyor, dünyanın en genç kadın başbakanı olarak Sanna Marin başlarına geçiyor ve bir koalisyon hükümeti kuruyor. Her ne kadar Finlandiya parlamentosundaki kadın oranıyla Küba ve daha yedi ülkenin gerisinde kalsa da, hükümette yer alan 19 bakandan 12’si kadın oluyor böylece. Ancak bu kadınların, hiç de kadın doğasının gerektirdiği gibi barışçı davrandıklarını söyleyemeyiz. Finlandiya Komünist Partisi’nin sitesinde Şubat ayında yayınlanan bir habere göre ülkedeki barış aktivistleri, hükümetin Hornet savaş uçaklarını yenileriyle değiştirmek istemesinden ve bunun için en az 10 milyar avro ayrılmasından oldukça rahatsız. Ayrıca Savunma Bakanı Antti Kaikkonen Macron’un Avrupa ordusu fikrine bile karşı değil.6

Son olarak Kadınlar Kabinesi’nin korona günlerinde neler yaptıklarına bakalım. Her ne kadar Sanna Marin başbakanlığının ilk günlerinde haftalık 4 günlük bir çalışma düzenine geçmek istediklerini duyurarak çok gönüller fethetse de, koronavirüsle beraber gelen zor günler Kadınlar Kabinesi’ne gerçekte kimin çıkarlarını kollamaları gerektiğini daha ilk ayında hatırlatmışa benziyor. Önce 31 Mart’ta patronlara, iki yıldır talep ettikleri, beş gün önceden bildirmek kaydıyla işçileri ücretsiz izne çıkarma ya da işten atma yetkisi vermekle işe başlıyorlar. Düzenleme ile patronlar aynı zamanda, belirsiz süreli sözleşmeler de imzalayabiliyor, deneme süresince ekonomik sebepleri gerekçe göstererek işçileri işten çıkarabiliyor. İşçiler için çok büyük bir kayıp anlamına gelen bu düzenleme şimdilik 31 Nisandan 1 Temmuz’a kadar yürürlükte7. 3 Nisan’da ise Ekonomi Bakanı Mika Lintilä’nın açıklamasına göre; hükümet ve bankalar, işletmelere yatırımları için ihtiyaç duydukları finansal desteği sunmak üzere harekete geçiyor ve sermayeye devlet bütçesinden daha öncekilere ek olarak tam 150 milyon Euro tahsis ediliyor.8 Öte yandan bakanların kadın olmaları, korona döneminde kadın işsizliğin artışını da önleyemiyor. Nisan ayı verilerine göre, kadın işsizliği bir önceki yılın iki katına çıkıyor.9 Son olarak bu yılın 8 Mart’ında yazılan bir yazıda Finlandiya’da kadınların halen erkeklerden ortalama %16 daha az ücret aldıklarını ve çocuk sahibi olan kadınların olmayanlardan %20 daha düşük ücretle işe döndüklerini öğreniyoruz.10 Tüm bunlar kadınların hele de emekçi kadınların sorunlarının, yalnızca kadınların yönetime gelmesiyle bitmeyeceğine iyi bir örnek. Çünkü kadınların da bir sınıfı var.

Yazının sonuna geldik. Ve gördüğümüz gibi ne başlı başına kotayla, ne de farklı partilerden kadınlar el ele tutuşup bir koalisyon oluşturduklarında; hayat bayram olmadı. Eşitlik ve özgürlükle beraber gelecek olan sosyalizmde ise kadınlar için her gün bir bayram gibi olacak.