Gülseren Kaya: 'İnsanlar çektikleri acıları unutmayacaklar'

Covid-19 teşhisi ile Almanya'da tedavi gören Gülseren Kaya, salgının bu ülkede yaşayan emekçiler için ne anlama geldiğini ve yaşadıklarını soL'a anlattı.

Onur Aslan

Pandemi bir süredir bütün dünyayı etkisi altına almış durumda. Salgın döneminde kimi ülkeler daha başarılı gözükürken, birçok ülke halkını virüsten korumada yetersiz kaldı. Bugün, batının başarılı sayılan örnek ülkelerinden birine, Almanya’ya daha yakından, koronavirüse yakalanan bir emekçinin gözünden bakacağız. Aile birleşimi ile 4 sene önce Almanya’ya taşınan TKP üyesi Gülseren Kaya ile konuştuk.

Gülseren gastronomi alanında çalışarak geçimini sağlıyor. Bunun yanında ikinci ve bazen de üçüncü işlerde de çalışıyor. Birden fazla işte çalışmak Almanya’da sık görülen bir durum. Bunun sebepleri neler? Tek iş geçinmek için yeterli olmuyor mu? 

G.K.: Olmuyor, kesinlikle olmuyor hem de. Ben bunu buraya geldikten sonra gördüm. Türkiye’de diyoruz ya hani, Avrupa şöyle Avrupa böyle diye hayaller var ya, aslında hiç düşündüğümüz gibi değil. Maaşlar, asgari ücret çok düşük, kiralar ise çok yüksek. En kötü, en küçük evler bile çok pahalı. Özellikle göçmenler çok düşük ücretlere çalıştırılıyorlar, kiralar da yüksek olduğu için insanların tek başlarına yaşaması neredeyse imkânsız. 

İlk geldiğim zamanlar, insanlar bana çok soğuk, çok bencil gelmişlerdi, bunu eşimle de konuşmuştum sık sık, Türkiye’deki sosyal hayattan çok farklıydı. Daha sonra düşündüğümde, bunun bu insanların suçu olmadığını fark ettim. Bunun tamamıyla sistemin insanlara dayattıklarıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Bütün gün çalışan, bir işten diğerine koşan, bunun karşılığında ise ancak kirasını, faturalarını ödeyebilen bir insan nasıl gidip de sosyal faaliyette bulunsun. İmkânsız! 3 kişi, 4 kişi aynı evi paylaşıyorlar buna rağmen giderek daha bireyci, daha içe kapanık oluyorlar. Aynı evde yaşasalar bile, geri kalan her şeyleri ayrı, hayatlarını paylaşmıyorlar. 

Mutfakta saatlerce çalışmak kolay değil, zorlayıcı bir iş. Ama ben severek çalışıyorum. Hak ettiğim kadarını kazanabilsem, iyi yaptığım, bildiğim bir iş varken neden başka bir iş yapmaya çalışayım ki?

Ben iki farklı işe gidiyorum, buna rağmen elime geçen, topladığımız zaman 1000€’yu ancak buluyor, belki de bulmuyor. Çünkü ne kadar istesem bile, sabit çalışma saatleri olan bir işim yok, her hafta değişiyor çalışma saatlerim ve maaşım da çalıştığım saate göre belirleniyor. Yorgunluğuna, çektiğin eziyete değmiyor genelde kazandığın para. Üstüne üstlük yol masraflarını da kazandığın paradan veriyorsun. 

Hiçbir patron sigortasını tam ödemek zorunda kalacağı, tam zamanlı çalışan işçi istemiyor. Onun yerine çalışma saatleri “esnek” olan, az saat çalışan ve bu nedenle de güvencesi az olan işçileri tercih ediyorlar. Hele bir de Almancası zayıf bir göçmense bu işçi, vur ensesine yapsın sekiz saatlik işi dört saatte. Halbuki tam zamanlı iş, oturum izni yüzünden de çok önemli göçmenler için, çünkü oturum izinleri süresiz değil. Çalışmaya, patronlar için üretmeye devam edildiği sürece izin var. Oturum istiyorsan, onların kurallarına göre çalışmaya devam edeceksin, çok da söylenmeyeceksin.

Toplamına “sosyal devlet” denilen, yıllar süren işçi mücadelelerinin kazanımlarından arta kalan, bugün de birçok emekçinin yararlandığı destek uygulamaları var. Fakat artık bunlar emekçi halkın refahını sağlamaktan ziyade emekçi halkı kontrol altında tutmaya yarayan uygulamalar. Aksi olsa milli geliri dudak uçuklatan Almanya’nın gücü emekçi halkının bütün ekonomik kaygılarını gidermeye elbette ki yeterdi. Onun yerine işletilen, muhtaç bırakarak kontrol etme mekanizması, bir nevi sadaka kültürü anlayacağınız.  

Koronavirüs salgınının Almanya’da görülmeye başlaması hayatını nasıl etkiledi, senin için neler değişti?

G.K.: 15 Mart’ta düzenli çalıştığım tek yer kapandı. Bir süre diğer iki işime devam edebildim, fakat yeterli olmuyor tabii. Dolayısıyla hayatımdaki en yakıcı değişiklik maddi problemler oldu, sürekli gittiğim işim durakladığı için gelirimin büyük bir bölümünü kaybettim. Bu esnada maddi zorluk ikiye katlandı, çünkü eşimi de işten çıkardılar. İkimizin aldığı desteği (kısa çalışma ödeneği) toplasak, ancak evimizin kirasına denk geliyordu. Bu yüzden hiç istemediğimiz halde sosyal yardımlara başvurmak zorunda kaldık. Benzer durumda olan birçok emekçi ailesi var çevremizde. Bir de tabii eve kapanmış olmanın psikolojik etkileri var. Hayat eve sığar diyorlar, boğazdaki yalılara sığar belki, kutu kadar evlere sığmıyor!

Çalıştığın yerlerde virüs tehdidine karşı ne gibi önlemler alındı?

G.K.: Standart temizlik prosedürlerine devam edildi, bir buçuk metre mesafe kuralı denendi. Evden dışarı çıkmayın diyorlar, e ama insanlar hala işe gidiyor, gitmezse olmaz, nasıl gitmesin? Onlar getirmeyecekler mi eve virüs? Madem virüs bu kadar tehlikeli, niye durmuyor hayati olmayan tüm sektörler? Yüzlerce kişinin çalıştığı iş yerleri var, hangi önlem yayılmasını engelleyebilir böyle ortamlarda virüsün? Bakın, çok daha az kişinin çalıştığı yerde bile bulaşabildi bana virüs. Şimdi önlemleri gevşetmekten, kapanan işyerlerini yeniden açmaktan bahsediyorlar. Son bir ayda ne değişti de önlemler gevşetiliyor? Ben söyleyeyim, ekonomik büyüme oranlarıyla, patronların ettikleri kârlar.

Tanı koyulma süreci nasıl işledi? Ne gibi işlemler yapıldı?

G.K.: Her yerde olduğu gibi burada da insanlar panik içerisindeydi. Belirtiler baş ağrısı ve mide bulantısıyla başladı. İlk başta migren olduğunu düşündüm. Ben yemek yemeyi en az yapmak kadar çok severim.  Fakat ağrı kesilmeyip, iştahsızlık da eklenince şüphelenmeye başladım çünkü iştahımın kesilmesi ancak bir hastalıkla mümkündür. Şikayetlerimin artması sonucu eşimle hastaneye gittik, orada iki saatlik bir muayenede birçok test yapıldı. Sonradan öğrendiğime göre Korona testinin yanı sıra kronik bir hastalığım olup olmadığını öğrenmek için de çeşitli testler yapılmış. Ardından karantinada olduğumuzu, evden dışarı çıkmamamız gerektiğini söyleyerek eve gönderdiler bizi, test sonuçları iki gün sonra geldi ve pozitif olduğunu öğrendim. Haberi alınca önce bir hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü bana bulaşacağını hiç düşünmemiştim. İşe gidip gelmeme rağmen bütün uyarılara dikkat ediyor, önlemlerimi alıyordum. Böylece 14 günlük karantina süresi başladı. 

14 günün sonunda karantinanın bittiğine dair bir haber geldi. Bizim ısrarımız sonucunda yeniden iki görevli gelerek bize test yaptılar, şu anda o testlerin sonuçlarını bekliyoruz. Negatif test sonuçları, işlerime dönebilmem için gerekli belgeler.

Karantina süreci nasıl geçti? Bu zamanda ne sıklıkla kontrol edildin? Mutfak ihtiyaçlarınızı nasıl karşıladınız?

G.K.: Karantinadayken bir kere nefesim daraldığı için telefon hattını arayıp yardım istedim, o zaman kontrole bir doktor ve bir hemşire geldi. Onun dışında 2-3 günlük aralıklarla telefonla arayıp kontrol edip, bilgi aldılar. 

Kronik rahatsızlığım olmadığı için herhangi bir ilaç vermediler, eve gelen doktor yalnızca 3 tablet ağrı kesici getirmişti yanında, ağrılarım arttığı zaman onları kullandım. Yalnızca nefesimin daralması veya ateşimin yükselmesi durumunda haber vermemi söyleyip gittiler.

Mutfak ihtiyaçlarımızı dostlarımız ve yoldaşlarımız sayesinde karşıladık, alışverişimizi onlar yaptılar, ihtiyaçlarımızı karşıladılar karantina boyunca. Onlara da ayrıca çok teşekkür etmek isterim. Ancak bu bizim şansımızdı, karantinadaki herkesin böyle bir şansı yok ne yazık ki. 

Türkiye’de bazı patronların rapor yerine yıllık izin dayatması yaptığını veya hastalığı bahane ederek işten çıkarmalara ve ücretsiz izin uygulamasına kalkıştığını biliyoruz, bunlar Almanya’da mümkün mü?

G.K.: Tabii ki mümkün, hatta burada işleri daha kolay. Virüs önlemleri ilk başladığında bütün işçilerin 15 günlük rapor alma hakkı vardı ama daha önce de dediğim gibi, tam zamanlı çalışmadığım için, otomatik olarak ücretsiz izne çıkmış oluyorum çalışmadığım günlerde. Bu şekilde, yevmiyeli çalışan insanların hayatlarında ücretli izin diye bir kavram yok. İşe giderse para alıyor, gitmezse almıyor. En yaygın istihdam biçimi bu zaten, gastronomide yüz binlerce insan bu şekilde çalışıyor. 

Salgın sonrası bizi nasıl bir dünya bekliyor? Sence eski yaşamlarımıza dönebilecek miyiz yoksa hayatlarımız geri dönülemez biçimde değişti mi?

G.K.: Tabii ki dönemeyiz. Binlerce insan işsiz kaldı, hayatını kaybetti. Eşini, anne babasını, çocuklarını, dostlarını kaybedenler, hastalarını kaybeden doktorlar, doktorlarını kaybeden hastalar oldu. İnsanlar çektikleri acıları unutmayacaklar. Ben de hastalığı o kadar ağır geçirmemiş olsam bile, unutmayacağım. İşsiz kalan, yokluk çeken, açlık çeken bunca insan nasıl dönecek eski yaşamlarına?

Hepimiz biliyoruz ve görüyoruz, sokaklarda yaşamak zorunda kalan, kâğıt toplayarak, çöp toplayarak, şişe toplayarak yaşayan insanlar var. Şimdi bunlara binlercesi, yüz binlercesi daha eklendi. Peki iktidar sahipleri ne yapıyor? Bu durumdan kendi faydalarına bir şey çıkar mı bunun hesabını yapıyorlar. İster Türkiye’de olsun ister Avrupa’da, kapitalizm hep aynı işliyor. Emekçiden değil, patrondan yana saf tutuyor. Ne zaman sıkışsalar aynı gemideyiz yalanına sığınarak bizleri uyutacaklarını sanıyorlar. Tabii ki aynı gemide değiliz! Bizim gemimizde asalaklara yer yok. Bu salgında, aslında ne kadar yalnız ne kadar savunmasız olduğumuzu gördük. Bunun sonuçları olacak, olmalı!

Çok teşekkür ederim Gülseren. Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

G.K.: Çalışmaktan başka çaresi olmayan milyonlarca diğer işçi gibi ben de hayatım boyunca çalıştım, sömürüldüm. Patronlar her yerde aynı, sağcısı/solcusu, hemşehrisi/yabancısı, şusu/busu olmuyor. Adı üstünde patron, patrondur. İşçiyi nasıl daha çok sömürürüm? Tek bildikleri, tek yapabildikleri bu. Ben bunu defalarca gördüm, tecrübe ettim. 

Her taraftan duyuyoruz, “İnsanlar hafızasız.”, “İnsanlarda mücadele ruhu yok.”,” İnsanlar bilinçsiz.” diye. Belki çoğunlukla böyle fakat bu dünyada haksızlıkları hatırlayanlar, mücadele edenler, komünistler de var. Ve biz komünistler inatla insanlığın kurtuluşu sosyalizmde diyoruz, çünkü ancak sosyalizmde insanlık bir virüs karşısında bu kadar çaresiz kalmaz. Bakın Küba’ya! 

Evet, belki etrafımızda umutsuzluk kaynakları epey fazla. Ama işte, umut bitmiyor. Umut bizde, partide!