Kimin ne kadar yakını olduğundan bağımsız olarak bir mafya liderinin arabasından indirilip yere yatırılmasının ötesinde bir noktadayız.

Yüzeydekiler, derindekiler

Geçen Pazar Ankara’daki terör eylemi İçişleri Bakanlığının eski ve şimdiki şefleri arasından geçen fay hattına düştü. Eylemi birileri sahiplendikten sonra spekülasyonun sınırı oluyor. İyi ki de oluyor; somut failler hakkında uzmanlık işi akıl yürütmeler bu sayede önemsizleşiyor ve politik değerlendirme daha ferah bir alanda yapılabilir hale geliyor.

Tabii savcıların verdiği ayarı saymazsak! Ayşenur Arslan’ın sorguya çekilmesini kast ediyorum… Savcıların yanına mahkeme sonucunu baştan sabit gören Halk TV yönetimini de eklemek mümkün. Biliyorsunuz, Arslan’ın programına anında son verildi. Bunları geçelim…

Ayşenur Hanım savcılık çıkışında şu yorumda bulundu: 

… görevine yeni başlayan İçişleri Bakanı'nın son zamanlarda koordinesinde üst üste gerçekleştirilen ve suç örgütlerine ağır darbeler vuran operasyonlar sonrasında kendisine yönelik bir mesaj olabilir düşüncesi bende hasıl oldu; zira, son zamanlarda uyuşturucu tacirlerine ve çıkar amaçlı suç örgütlerine gerçekleştirilen çok sayıda operasyon oldu. Eylemin gerçekleştirilme biçimini düşünerek acaba bir takım suç odakları benzetme yaparak emniyet teşkilatına ve İçişleri Bakanlığına sindirme maksatlı mesaj veriyor olabilir diye düşündüm.

Demek ki bu akıl yürütme kimilerini irkiltmiş. Ama “irkiltici” yorumları cesaretlendiren adımı, İçişleri Bakanı Yerlikaya, eylemin ardından doğrudan PKK’ye yüklenmek yerine zehir tacirlerinden ve organize suç çetelerinden söz ederek atmamış mıydı? Elbette bir savcının kalkıp bakana ne demek istediğini sorması mümkün değildir...

Neyse bunlar bir yana, AKP hükümeti, eylemden PKK ve YPG hedeflerine saldırmanın gerekçesini türetti. Hava saldırıları, ilan edilerek, kapsamı açıklanarak yapıldı. Öyle ki bu açıklamalar, çoğu analizci tarafından Ankara’nın Washington’a mesajı olarak yorumlandı. 

Hayli ikna edici bir yorumdu. Suriye Kürdistan’ı diyebileceğimiz bölgenin ABD himayesinde olması, bir inceltme işlemini gerektiriyordu zaten. Türkiye üyesi olduğu NATO’nun reisinin bahçesinde iş görecekse bir açıklama yapmak durumundadır. 

Sonra da ABD’nin karşı mesajı geldi, bir dron düşürüldü. Amerikalılar TSK’nın hava aracının, kendilerine yönelmediğini bildiklerini söylediler. Yani bile isteye vurmuşlardı Türk dronunu. Ama üzgündüler. AKP Dışişleri kendinden bekleneni yaptı ve ABD müdahalesinin TSK operasyonunu engellemediğini dile getirdi. Sorun yoktu! 

Geçen Pazar sabahı Ankara’da düzenlenen eylem böylece artık çok geride kalmıştır. Elbette eylemin, sahiplenenler tarafından nasıl gerekçelendirildiği başka bir düzlemde tartışılabilir. Ama olay PKK yöneticilerinin başka açıklamalarıyla çoktan bir bütünlük kazanmış bulunuyor. Buna göre PKK, Kürtleri temsilen sürdürülen açık politik parti faaliyetine değer vermiyordu. 

AKP’nin Anayasa kartına “bir getirsinler önerilerini bakarız” diye kapı aralayan partiden bahsediyoruz… Madem böyle, eylemin olası bir yeni “çözüm sürecini” de vurduğunu söyleyebiliriz. 

Söz sırasını alan AKP dronların düğmesine basarak hızla gündemi dönüştürdü. Ancak bu ani sertleşmenin bir savaş dönemini açtığını söylemek kolay olmayacaktır. Birincisi, Ankara eyleminin en hafif deyimle içerdiği “ihmaller zincirinin” üstü, olsa olsa savaşın tozu dumanıyla örtülürdü. Bu anlamda misillemenin saldırıya değil, Yerlikaya’nın araladığı kapıdan giren Arslan’ınkine benzer sorgulamalara karşı yapıldığını düşünebiliriz. 

İkincisi ABD’nin yine silahla çektiği çizgidir. Bu karşı mesajdan sonra Ankara’nın inatlaşması akıllı işi olmayacaktır. 
Son olarak da, eğer bir dinginleşme yaşanacaksa, öncesinde sertleşmenin gelmesi hiç sürpriz sayılmamalıdır. Bahar kıştan sonra gelir demezler mi? 

Yalnız, AKP’nin ihtiyaç duyduğu dinginleşmenin konusu “terör” değil, göçmenler. İktidarın seçime göçmenler konusunda kamuoyundaki genel kanaatle kavgalı girmesi saçma olacaktır. Hele bu kavganın geçenlerde milleti her dilden Müslümanlar olarak tanımlayan şeriatçı entelijansiyaya emanet edilemeyeceği anlaşılmış olmalıdır.

Bu nedenle çoktandır gündemi zorlayan Esat’la ikinci bahar olasılığı bir kez daha ciddiye alınmalıdır. Şam’ın önkoşulunu hatırlıyoruz: TSK’nın İdlib’den çekilmesi. AKP bu önkoşulun etrafından dolanmanın yolunu aramaya kuşkusuz devam edecektir.

Başa dönersek, tekrarlayalım, Ankara’da bombanın patladığı yer iki bakanın isimlerine yazılan fay hattı olmuştur. Bu saptama failin kim olduğuyla değil, yaşanan gelişmelerle ilgilidir. Olup bitenin Ayşenur Arslan’ın savcılık çıkışında dile getirdiği somutlukta yaşanıp yaşanmadığını bilemeyiz. 

Ancak AKP’yi hayli karmaşık ve geniş bir alanı dolduran bir siyasi cephe olarak kavrarsak, bu cephenin içindeki çatışmanın, Meclis’in açıldığı günün sabahı bir bakanlığın kapısında kan dökülmesine kadar vardığı görülüyor. Bu, artık organize suç çeteleri itiş kakışı olmaktan çıkmıştır. Kimin ne kadar yakını olduğundan bağımsız olarak bir mafya liderinin arabasından indirilip yere yatırılmasının ötesinde bir noktadayız. 

Muhtemeldir ki, ekonominin önemli bir girdisini temsil eden mafya ve uyuşturucu işleri, bir restorasyon ihtiyacı doğuracak ölçüde çamur üretmiş. Böyle durumlarda düzenin bataklıkta yana yatmaması için temizliğe gidilir. Bu çatışma ülke siyasetinin önemli bir ekseni haline gelmiş bulunuyor. 

İç çatışmanın AKP’yi yıpratacağı sonucuna varmakta ise acele edilmemelidir. Düzen muhalefetinin Yerlikaya’nın yanında koşar adım saf tutması, demin değindiğim AKP cephesine iltihak olarak anlam kazanacaksa işler tam tersi bir yöne akabilir.

Soldan bakanlarsa düzenin zayıflıklarını göreceklerdir. Oralara yüklenmeliyiz.