Cumhuriyet, kurucu partisi tarafından bile veya onun bile isteye çöküşüyle tasfiye edilmek isteniyorsa, o ciddi birikimin üstüne sosyalizm kurulacak. Sorun gerçekten CHP değil…

Sorun CHP değil

Hizbin toplantısını deşifre ederek gücünü kanıtlayan Kılıçdaroğlu, hızını alamayarak Erdoğan’a meydan okudu: “Gelsin şimdi seçim yapsınlar. Koysunlar sandığı, boylarının ölçüsünü alsınlar. Niye yapmıyorlar şimdi?

CHP liderliğinde Kemal Beyin karşısına kimin çıkacağı “değişimin” ve dolayısıyla AKP’yi gelecek seçimlerde yenilgiye uğratmanın kilidi sayılıyor. Seçimden sonra hemen adayların konuşulmaya başlanmasından bunu anlıyoruz…

Gerçekten AKP’yi yenmek istiyorlar mı, o başka mevzu. Ama istiyorlarsa da bunun yolu böyle olmak zorunda değildir. Örneğin hakikaten iktidarı arzulayan bir muhalefet partisi, seçim günü sandıkların önemli bölümünü boş bırakmasının peşine düşer, görevlilerinin neden dostlar alışverişte görsüncü olduğunu analiz eder, sonucu değiştirip değiştirmeyeceğinden bağımsız olarak “adalet”in peşine düştüğünü kanıtlardı. “Kim genel başkan olsun” tartışmasından önce CHP medyasının ve bir dizi merkez yöneticinin seçimi satmış olma ihtimalinin üstüne giderdi. Hiçbiri olmasa bir milletvekilinin, sevgili Ali Şeker’in sandık başında darp edilmesine böyle seyirci kalınmazdı! 

Böyle olmak zorunda kesinlikle değildir. İktidarı arzulayan bir muhalefet partisi, zam yağmurunun karşısına dikilirdi. Yoksullar ve hızla yoksullaşanlar aptal değillerse ve fiyatlarla ücretleri arasındaki makasın açıldığını algılıyorlarsa buradan siyasete bir etki çıkar. Bu dramatik tablo, nerede karşımıza çıkarsa çıksın, şu veya bu düzeyde bir toplumsal tepkinin koşullarının oluştuğu anlamına gelir. Ama sorsanız, CHP’den ne tür bir açıklama geleceğini tahmin edebiliyorum: “Bu sıcaklarda kimse sokağa çıkmaz!”

Bu tahminimi uydurmuyor, Faik Öztrak’a dayandırıyorum. Çünkü CHP’nin sözcüsü olan bu şahıs kendisine neden partisinin meclis çalışmalarına yeni dönemde de yeterli katılım göstermediği sorulduğunda şöyle diyor: 

Tabii yoktum çünkü ben genel merkez yöneticisiyim, benim genel merkezde görevim var. Bana benzeyen birkaç yönetici arkadaşım daha orada yoktu. Grupta, Meclis’te görev yapacak arkadaşlarımız belli, genel merkezde görev yapacak olanlar belli, bu bir. İki, orada yapılan oylamada sonucu çok fazla etkilememiz söz konusu değil ama 60’a yakın arkadaşımız (CHP’nin milletvekili sayısı 130) orada olarak gerekli konuşmaları yaptılar. Diğer milletvekili arkadaşlarımızın bir kısmı illerde denetimdeydi, bir kısmı da sel faciasının olduğu bölgelerdeydi… Oylama yapıldığı zaman iktidar partisinin oyları belli, sizin onu etkileyebilmeniz çok zor. Eğer ucu ucuna, kafa kafaya olan bir yer varsa, zaten o tür oylamalarda hemen arkadaşlarımız çağrılıyor, telefon mesajları geliyor, biz de Meclis’e gidiyoruz.

Alıntı uzun oldu, ama gerekiyordu. Buradan CHP’nin Meclis’teki görevinin “konuşma yapmak” olarak tanımlandığını anlıyoruz. Bir de, Faik Bey alınırsa alınsın, sözcülüğün saçmalama müessesesi olarak işlediğini!

Ana muhalefet Meclis ile toplumsal güçler arasında her tür bağı açıkça yadsımaktadır. Oysa tanım gereği vekil birilerini temsil ediyor olmalıdır. İktidarın tasarılarına karşı toplumsal bir gücü açığa çıkartmak gerekir. Meclis’te görevlilerin konuşma yapıp –sonucu değiştirmeyeceği baştan kabul edildiğine göre- sembolik olarak oy kullanmanın ötesinde bir ağırlık oluşturmak hedeflenir. Hatta halk düşmanı bir tasarıya karşı Meclis’in çalışmasını engellemek gerekir… Gerekir de gerekir! Ve bunlar yapılabilir! Örneğin 2003’ün 1 Mart’ında ortada numunelik olarak bile antiemperyalist bulmak zorken, ABD Ordusunun Irak’a Türkiye üzerinden saldırması kabul edilmemişti. Burjuva parlamenter sistem oy kriterine yani kelle saymaya dayanıyor görünse de, toplumsal meşruiyeti varsayar. Teoride reddedilmesi mümkün olmayan bu varsayımın gerçeklik haline getirilmesiyse kendiliğinden olmaz, mücadele ister. Türkiye’de düzenin işleyişinden “meşruiyet” kriterini tasfiye eden bu örnekte “otoriter AKP” değil “muhalif CHP”dir.

Meclis partilerinin aynı anda parti işlerini ve vekillik işlerini yürütebilecek kadro birikimine sahip olmadıklarının ilanı ise saçmalık müessesesi açısından doruk noktasıdır. Gazeteci Önder Algedik bir süredir “milletvekillerinin karnesi” üzerine çalışarak düzen partilerine yönelik halkçı eleştiriye yeni bir temel kazandırmış bulunuyor. Faik Bey, işi yokuşa sürmek için “başka işlerimiz var” argümanını icat etmiş veya kendinden önce kullananlardan ödünç almış olabilir. 

Kılıçdaroğlu’nun rakipleri listesinde bir numara Ekrem İmamoğlu… Malum videonun başında, Ekrem Bey, online toplantı deneyimi yaşamış herhangi biri için sıradan, toplantıyı yöneten kişi içinse zorunlu bir soru soruyor: Kimdir bu “katılımcı” olarak görünen? Şudur budur derken, yanıt oluşmuyor ve toplantı da hayat da devam ediyor! Böylece “bir numara muhalefet” ilk düşük puanı örgütlenme yeteneğinden alıyor. Bu not, “örgüt dinamiğinin” bu denli önemli olduğu ve üstelik AKP döneminde incelikli bir toplum mühendisliğine sahne olmuş ülkemizde kesinlikle sınıfta çaktırır. 

Listede bir diğer isim, genel başkan adaylığını çoktan ilan eden Özgür Özel’di. Meclis’teki son 15 Temmuz anmasından da onun videosu çıktı. Şanlı karşıdevrimci ve dönemin TBMM Başkanı İsmail Kahraman tarafından “silah arkadaşım” diye seslenilerek “onurlandırılan” Özel, yanındaki Gökhan Günaydın’a 2016’nın o meşum yaz akşamında Fethullahçılara karşı AKP’yle ne de güzel cephe kurduklarını anlatıyordu. Yenikapı ruhundan yana eksiği olmayan Özgür Bey de İmamoğlu hizbinde yerini aldığına göre, daha önce dile getirdiği adaylığının “tavşan adaylık” olduğu kesinleşmiş bulunuyor. Tavşanların CHP kongrelerindeki işlevini daha sonra konuşuruz… 

Bu yazıyı tahrik eden, Kılıçdaroğlu’nun en başta aktardığım çıkışıydı. Tekraren: “Gelsin şimdi seçim yapsınlar. Koysunlar sandığı, boylarının ölçüsünü alsınlar. Niye yapmıyorlar şimdi?

CHP 17 Temmuz’da bütün il binalarının içerisinde il başkanlarının aynı anda aynı metni okuması biçiminde bir “eylem” gerçekleştirdi. Umarım Kılıçdaroğlu AKP’nin bu eylem karşısında paniklediğini, ağır biçimde erken seçim baskısı altında kaldığını düşünüyor değildir. Türkiye’de seçimden iki ay sonra yeniden sandık kurulmasını gerektirecek bir kriz olduğu saptamasını aklı başında kimse yapmaz… Zaten bu gidişat 2024 kış sonuna kadar sürerse belediyelerin AKP’ye geri dönmesi en yüksek olasılık olacaktır. Baksanıza, İstanbul’a aday diye Sarıgül’ün adı geçebilmektedir. 

Başlığa sorun CHP değil diye yazdım…

Belki de bütün bu içeriksiz hizipler, eylemsiz eylemler, halksız siyaset, meclise gidilmeden yapılan vekillik, damdan düşme seçim çağrısı, Cumhuriyet’in yüzüncü yılına kalan son derece önemli bir tarihsel birikimin tasfiyesi içindir. Bu öyle ciddi bir birikimdir ki, ancak kurucusu sanılanlar tarafından yıkılabilir. 

Meclis’teki siyasetin toplumsal dinamiklerle, emekçi sınıflarla bağı kurulmadığına göre bunu sosyalist hareket kuracak. Meclise oylamaya bile gitmeyenler, böylece yoksullaştırma saldırısını kader saymış olduklarına göre emekçilerin mücadelesi kendi platformunu yaratacak. Cumhuriyet, kurucu partisi tarafından bile veya onun bile isteye çöküşüyle tasfiye edilmek isteniyorsa, o ciddi birikimin üstüne sosyalizm kurulacak. Sorun gerçekten CHP değil…