Türkiye, siyasal alanın yeniden şekillendirilmesi için büyük bir mücadeleye sahne olmaktadır ve burada sözünü netleştirip taraf olmayanın yeni sahnede esamesi okunmayacaktır.

Solun çıtası nasıl yükselecek?

Geçen hafta bu köşeyi sol çıtayı yükseltmek zorunda diyerek bitirmiştik. Oradan devam ediyorum. En temelden başlayarak, güncele odaklanarak…

Türkiye seçimden sonra, siyasetin yeniden şekillendirilmesine yönelik hummalı bir faaliyetin sahnesi haline geldi. Buna yorulacak şeyler her zaman olur, projeler yapılır, denemelere girişilir... Ancak siyasetin yeniden formatlanması keyfi bir işlem değildir ve ancak kimi özel dönemlerde gerçekleşebilir. Emperyalist ve bölgesel güçlerin pozisyon almaktan paylaşım savaşına girişmeye uzanan bir sertleşme yaşaması, genel eğilim. Ama süreç, NATO’nun Rusya’yı çevreleme stratejisinin ürünü olarak son derece hızlandı. Hızlanmak zorundaydı, zira ABD inisiyatifini artırmayıp Çin’in yükselişini seyredemeyeceği gibi, kendi Batı merkezli ittifakını bir arada tutamama riskiyle karşılaşırdı. Bize lazım olan şu kadarı: Bu gidişatın geri dönüşü yok.

Bizim ülkemizse, gerici iktidarın dile getirdiği gibi “eski Türkiye” değil. “Emperyalizme bağımlı orta gelişmişlikte bir kapitalizm” tanımının, yirmi birinci yüzyıla gireli beri yaşanan gelişmelerle açıklayıcılığı azaldı. AKP Türkiye’si kendine ait manevra alanını genişleten ve emperyalistleşme tutkusuyla yanıp tutuşan bir kapitalist ülkedir. Bu yönelim sermaye sınıfının ortak stratejisidir ve sanıldığı gibi Saray rejimi yalnızlaşan bir yeşil sermaye oligarşisinden ibaret değildir. 

İlk çıkarsamalar paketini hemen yazabiliriz: Bu emperyalist rekabet ve çatışma ortamında uluslararası rekabete bakıp demokrasi beklentisine kapılmak ajanlık müessesesine denk düşmüyorsa, çok büyük alıklık olur. Solda Avrupa Birliği dalgasının tadının çoktan kaçması kimseyi yanıltmasın. Batı sola boşuna fon pompalamıyor! 

Üstelik artık sadece Batı değil Doğu’dan da solun üstüne bir cazibe gölgesi düşüyor. Rusya ve Çin’in askeri ve ekonomik öne çıkışları, NATO’yu veya eski sömürgecilerden kimilerini geriletiyor diye antiemperyalist bir yükselişin hayalini görenler oluyor. Kapitalizme içkin rekabet piyasaya hapsedilemez ve emperyalistler arası mücadeleye doğru hep yayılır. Bu gerginliklerin emekçilerden yana, sosyalist veya antiemperyalist bir tarafı ise yoktur. Sol, gerginliğin yaratacağı kriz zemininde devrimci bir değişimin olanaklarının boy atmasına gözünü diker. Mücadele eden taraflar arasında tercihte bulunmaksa körleşmeye neden olur. Bugün solda ciddi bir körleşme eğilimi var!

Sol ve temsil etmesi gereken emekçi halk, söz konusu rekabetin doğrudan öznesi olmadığı, olamayacağı için en kötü ve gülünç olasılıklarla yüz yüze kalacaktır. Türkiye veya başka bir kapitalist devlet, mutlak bir oportünizm ve ilkesizlikle, sakil pazarlıklarla uluslararası siyasette dans edip durabilir. Soran olursa ve sermaye sınıfına ağır para kaybettirilmemişse, hükümetler “milli menfaat” deyip işin içinden sıyrılacaklardır. Zaten bugün de olduğu gibi, dünyanın rekabetin doruklarına çıktığı konjonktürlerde her bir ülkenin sermaye sınıfının da, devletlerin de kendi içlerinde şucu-bucu diye bölünmesi kuraldır. Amerikancısı, Almancısı, Çincisi, Rusçusu aralarında köşe kapmaca bile oynarlar! Sol ve halk böyle bir tablonun parçası olamaz. Olursa, düzen kadar çürümüşler demektir. Düzenin çürümesi normaldir…

Evet, bu denli ağır ve çok boyutlu krizlerde halklar da çürür! Halk halk olmaktan çıkabilir, ülke sadakaya bağlanmış, çıkar gruplarına bölünme eğilimine girebilir. Bugün Türkiye’de solun düzen siyasetiyle gireceği ilişkilerde bu risk vardır. 

Nasıl mı? Artık “biraz” milliyetçilik sapması deyip hoş göremezsiniz, çünkü büyük bir yoksul lümpen nüfusuna yaslanan ırkçılık, dincilerin alternatifi olmaya çoktan soyunmuştur. Solun bununla arasındaki çizgi net olmak zorundadır. 

Artık CHP ile kimi temas noktalarından yarar sağlamakla açıklanamayacak bir sorun su yüzüne çıkmıştır. Bu parti Türkiye’de kuruculuk ayrıcalığını, cumhuriyetçiliği ve solu kurutma misyonuna alet etmiştir. Geçmişte CHP’yi kullanacağını sanan solcu yanılmış oluyordu. Şimdi yanılgı çok hafif kalır!

Aynı durum Kürt hareketini 1960’ların devrimci-demokrat, yoksul köylü ve aydın karakteristikleri üstünden okumakta ısrar eden sol için de geçerlidir. Düzen siyaseti için olağanlaşmışsa bile, sol Ortadoğu’da ABD’yle yan yana gelmeyi, Türkiye’de Cumhuriyeti yadsımayı kaldıramaz. Eskiden bunlara sadece yanlış diyebilirdik. Artık yetmez!

Türkiye solu, en parlak zamanlarında ülkede işçi sınıfının pozitif ilişki kurabileceği bir sermaye fraksiyonu olup olmadığını tartışmış olabilir. Bu tartışmaların doğru ve yanlış tarafları vardı tabii ki, ama eninde sonunda “sol içi tartışma” yapılıyordu. Şimdi ise sermaye düzeninde ve onun partilerinde hayra yorulacak bir şey bulup, sonra bunların izinden gidip de solcu kalmak olanaksızdır. 

Sol bu tuzaklardan ürküp geri de çekilemez. Türkiye, siyasal alanın yeniden şekillendirilmesi için büyük bir mücadeleye sahne olmaktadır ve burada sözünü netleştirip taraf olmayanın yeni sahnede esamesi okunmayacaktır. Solda bunun farkında olan azdır, yukarıdaki kırmızı çizgilere özen gösteren daha da azdır…

Ama sonuç olarak solda çıta yükseltilecektir.