'Halk sınıfları saflarında AKP’nin ideolojik hakimiyeti giderilmeden bu iktidar yenilgiye uğratılamaz. Son seçimde etkili olan İslamcı, milliyetçi karşı saldırıyı AKP örgütleri yaydı.'

Seçim ve sonrası: Bazı düşünceler

İleri Haber, benimle “seçim ve sonrası” üzerinde bir söyleşi yaptı; 31 Mayıs 2023’te yayımladı. Bu uzunca söyleşiyi kısaltarak ve değişiklikler ekleyerek bu köşeyi izleyenlerle paylaşmak istedim.

Seçim ortamı: Büyüyen bir ekonomide bölüşüm şoku…

Demirel’e atfedilen “boş tencere seçim kaybettirir…” öngörüsü seçim arifesinde Türkiye’de yaygınlaşmıştı. Muhalif çevreler aynı öngörüyü “yaşanan kriz …” tespitine dayandırmaktaydı. Ben farklı bir vurgulama yaptım: Türkiye’de kriz yok; toplumsal bunalım var.

Gelişimini, nicel göstergelerini hatırlatayım: AKP Haziran 2015 seçimlerini yitirdikten sonra ekonomi politikalarında büyüme birinci öncelik oldu; neoliberal istikrar reçeteleri çiğnendi. Şirketlere ucuz kredi pompalandı; Türkiye ekonomisi 2016-2022 döneminde yüzde 4,4 oranında büyüdü. Seçim ortamına odaklanalım: Millî gelir 2022’de yüzde 5,6; Ocak-Mart 2023’te yüzde 4 oranında büyüdü, yani Türkiye seçime bir ekonomik kriz içinde gitmedi.

Buna karşılık aynı dönemde Türkiye toplumu çok ağır bir bölüşüm şoku yaşadı. Göstergelerini inceledik. Sermayenin millî hasıladan payı Cumhuriyet döneminde benzeri görülmemiş boyutta sıçradı. Doğal uzantısı ücret payındaki çarpıcı aşınmadır.

Büyüyen bir ekonomide bölüşüm şoku seçimleri nasıl etkiledi? Seçmenlere yansıması ayrıntılı olarak araştırılacak, çözümlenecektir. Şimdilik mevcut bilgilerden hareket eden önermelerle yetinelim.

Ekonomik farklılaşma etkenleri

Mayıs seçimlerinde Türkiye hemen hemen tam ortadan ikiye ayrıldı. Bu ayrışma, emekçi sınıfların içinde de gerçekleşti. Diyalektik bir farklılaşmanın yaşandığını varsayabiliriz: Bölüşüm şoku, kriz algılaması yarattı. Ekonomik büyüme ise olağan bir geçim sıkıntısı algılamasına yol açtı.

Emekçi sınıf saflarında karşıt algılamalara yol açan etkenler incelenmelidir. Şimdiden bir bölümü akla geliyor. Büyümenin işçi sınıfına katkısı, istihdamın aynı dönemde 4,2 milyon artması oldu. Bir ekonomik kriz yaşansaydı, istihdam artışı gerçekleşemezdi. Niteliksiz emeğin yaygın olduğu inşaat ve hizmetlerde, üç buçuk milyon işçinin çalıştığı KOBİ’lerde “ekonomik kriz algılaması” herhalde yaygınlaşmadı.

“Pahalılık”, giderek “geçim sıkıntısı”, sıradan emekçilerin olağan sorunlarıdır. Telafi edici etkenler önemlidir. Asgari ücret artışları ve EYT uygulamasının sağladığı toplu ödemeler enflasyon algılamasını hafifletmiş olmalıdır. Erdoğan’a oy veren 27 milyonluk seçmenin önemli bölümleri işçi sınıfının en yoksul kesimlerinde aranmalıdır.

Buna karşılık bölüşüm şoku emekçi sınıfların tüm katmanlarını mağdur etmiştir. Algılamanın yoğunlaştığı insanlar, işçi sınıfının beyaz yakalı, nitelikli emeğin yaygın, enflasyona karşı savunma araçlarının zayıf olduğu katmanlardadır. 25 milyonluk muhalif seçmenin ana kitlesi… Onları "orta sınıf"; kavramı içinde toplamak yanıltıcıdır. Daron Acemoğlu ve bizim siyaset bilimciler gibi kullanılırsa özellikle...

Bazılarını sıralayalım: TTB, TMMOB üyesi yüzbinlerce hekim, mühendis, mimar, ücretli işçi sınıfının mensuplarıdır. İlköğretimden üniversitelere uzanan milyonu aşkın bir eğitim ordusu var. Artan bölümleri özel okul ve vakıflarda sözleşmeli olarak çalışıyor. Tüm merkezî, yerel kamu yönetimi vb kadrolarını ekleyin. Reel ücret, maaş gelirleri, hızla asgari ücret düzeylerine doğru eriyen “bordro mahkumları” söz konusudur. 13 milyonu aşkın emeklinin en “seçkin” katmanları dahi enflasyon baskısını ekonomik kriz olarak yaşamakta, algılamaktadır.

İdeolojik ayrışmalar, parti örgütleri

AKP iktidarının 20 küsur yıl boyunca halk sınıfı saflarında etkili ve yaygın örgütlenmesi ile kazandığı ideolojik, siyasal mevzilerin seçimleri etkilemesi kaçınılmazdı.

AKP’nin 11,2 milyon üyesi var; Erdoğan’a verilen oyların yüzde 40’ını sağlamış. CHP’nin üye sayısı 1,4 milyonun altında. Muhalif oyların yüzde 5’i… Bu tespit Mayıs seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığında birleşen 25 milyonun CHP ve Altılı Masa’da yer alan diğer parti örgütlerinden kaynaklanmadığını ima ediyor.

Halk sınıfları saflarında AKP’nin ideolojik hakimiyeti giderilmeden bu iktidar yenilgiye uğratılamaz. Son seçimde etkili olan İslamcı, milliyetçi karşı saldırıyı AKP örgütleri yaydı.

Mayıs seçimleri üzerinde Dağhan Irak’ın 30 Mayıs tarihinde Diken’de yayımlanan bir yazısı önemli tespitler içeriyor. Yorumlamadan aktarıyorum:

“AKP, bir siyasi parti değil, bir sosyal ağ. Camilerde, hemşeri derneklerinde, mahalle muhtarlıklarında, köy kahvelerinde oluşan toplumsal ağları içine aldı. Bu sosyal ağ, belediyeler üzerinden devletleşti, yoksullar üzerinde bir kontrol mekanizması olarak sadaka sınıfını yarattı.”

“Acaba CHP’nin kaç üyesi fabrika işçisi, kaç üyesi gecekonduda yaşıyor? Muhalefet AKP’nin oy depolarına girip toplumsal ağlarını kesip kendine bağlamadan kazanamaz. Bunu kim yapıyorsa yapsın. CHP, TİP, HDP, EMEP kim becerebiliyorsa… Temsilcisi, Allah’ın her günü, her mahallede insanlarla konuşan bir parti olmadan, örgütleme çalışması yapmadan bu iş olmaz. O mahalledeki hangi eve hangi gıdanın girmediğini; kimin işten yevmiyesini eksik aldığını bilmeden olmaz. Muhtarlık seçimlerine girmeden, muhtar seçtirmeden olmaz.”

Mayıs seçiminde AKP kalesi bir İstanbul semtinde bir sandık görevlisinin twitter (“Fulyemik”) iletileri de anlamlı:

“Bütün gün AKP kalabalığı ile baş etmeye çalıştık. Çünkü ailecek aktif işin içindeler: Anne müşahit, oğlan sandık kurulunda, baba okul görevlisi. Oy kullanmaya gelen hepsi mahalle arkadaşı. Sohbetlerinden, kadınların sosyalleştikleri tek alanın parti etkinlikleri olduğunu anlıyorsun: ‘Çay toplantısına neden gelmedin; kaynın geldi’ diyor biri. Öbürü, ‘bizim maaş hâlâ bağlanmadı’. Görevli, ‘hemen Cimer’i arayalım’…”

“Sözümün özeti: Seçimden üç ay önce ortaya çıkıp meydanlarda konuşarak bu insanları kazanmanın imkânı yok. Hayatlarına dokunman, mahalle örgütlenmelerini işletmen ve gençleri katman lazım.”

Meydanları dolduran yüzbinler ne arıyor?

Büyük kentlerde, örneğin İstanbul, İzmir, Ankara mitinglerinde Kılıçdaroğlu’nu destekleyen yüzbinlerin muhalif parti örgütlerinden kaynaklanmadığına yukarıda değindim. Gözlemciler ise mitinglerdeki yüzbinleri birleştiren yaratıcı dinamizmden etkilendi.

Bu yüzbinler kimlerden oluşuyor? Haziran 2013 kalkışmasına katılan öğrencilerin, Cumhuriyetçi saflara o tarihte katılan devrimci gençlerin, kent emekçilerinin bugünkü türevleri... 2019 İstanbul belediye seçimini de bunlar kazandı. Kendiliğinden örgütlenebilen dinamik, yaratıcı, önemli bölümleri sola, sosyalizme açık, aydınlanmacı ("Cumhuriyetçi") bir güç...

Gezi kalkışmasını birleştiren ortak hedefi, Mustafa Kemal’in kalpaklı resmi simgeliyordu. 1980 sonrasının sosyalist partileri, Cumhuriyet değerlerini Gezi’ye katıldıklarında ilk kez tümüyle özümsediler. Bugün öyle bir dönemece geldik ki, güncel siyasete aydınlanma değerlerini taşıyan örgütler sosyalist, komünist partilerle sınırlıdır.

Haziran 2013’te gerçekleşmeyen bir liderlik, öncü örgüt, bugün aranıyor. CHP, geleneksel örgütlenme yöntemleri bir yana, Siyasal İslam’la uzlaşma nedeniyle “aykırı” düşmektedir. 2013’te ve bugün meydanları dolduran milyonların Cumhuriyetçi, ilerici, devrimci özlemlerini karşılayamaz. Düzen muhalefetinin yarattığı kritik boşluğu doldurmak, adeta kendiliğinden Sol’a düşüyor. Ergin Yıldızoğlu da “bugünkü durumun içindeki güçler dengesini değiştirme potansiyelinin sol harekette” olduğunu ileri sürüyordu (Cumhuriyet, 8 Mayıs 2023).

Bu potansiyeli, Türkiye Solu’nun yakın tarihinde, Üç Fidan’ın elli bir yıl önce idam sehpasındaki çağrıları simgelemişti. Öğrenip sahiplenmek, gereğini yapmak bugünkü sosyalist, komünist partilerin üyelerine, militanlarına düşüyor. Maraş depremi mağdurlarına gösterdikleri örgütlü dinamizm çarpıcıdır; bu görevi hak etmektedirler.

“Seçim depremi” sonrasında Sol örgütlerin hedefi, işyerlerinde, mahallelerde, köylerde AKP’nin ve gericiliğin ideolojik olarak “fethettiği” insanlar değilse kimlerdir?