"OVP metninin ve nicel hedeflerin oluşturulmasında, öncelikleri tamamen farklı iki muhatap gözetilmiş olmalıdır: Cumhurbaşkanı ve uluslararası finans kapital…"

Orta Vadeli Program: Makro-ekonomik çerçeve

2024-2026 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program’da ana hedefler ve politika araçları 297 kalemde açıklanıyor (ss.15-37). Bunlara 11 sayfalık “Reform çizelgeleri” ekleniyor.

Bu uzun listeyi bir önceki OVP ile karşılaştıranlar, emekçilerin çıkarları açısından pek de “hayra alamet olmayan” öğeleri belirleyecektir.  Örneğin “yönetilen, yönlendirilen fiyatlar, geçmiş enflasyona endeksleme davranışının azaltılmasına yardımcı olacak şekilde belirlenecektir” ifadesi (s. 21), milyonlarca emekçinin en son can simidi olan “enflasyon farkı” ödemelerine son verme hedefini içeriyor.

Bu yazının gündemi daha sınırlı: Programda yer alan ana makro-ekonomik hedefleri, öngörüleri değerlendirelim, kısaca çözümlemeyelim.

OVP’nin iki muhatabı: Cumhurbaşkanı ve finans kapital

OVP, Tablo 1.1 ve 1.2’deki temel makro-ekonomik değişkenler ve bazılarından türetilen oranlar aşağıdaki tabloda yer alıyor. Bunlar, tabii ki, Haziran’da görevi devralan ekonomi ekibinin yakın gözetiminde belirlenmiştir.

OVP 2024-2026: Makro-ekonomik oranlar (%)

(*) Dört yılın GSYH düzeyleri, sırayla: 1067, 1119, 1205, 1318 milyar dolar.

(**) Ortalama dolar kuru: 23,9 TL; 36,8 TL; 43,9 TL; 47,8 TL.

OVP metninin ve nicel hedeflerin oluşturulmasında, öncelikleri tamamen farklı iki muhatap gözetilmiş olmalıdır: Cumhurbaşkanı ve uluslararası finans kapital…

2015’ten bu yana Saray’ın ekonomik politikalarını, iktidarı koruma zorunluluğu belirledi. Büyüme, bu siyasal zorunluluktan türeyen ekonomik önceliktir. Mart 2024 yerel seçimlerine kadar bu öncelik öne çıkmalıdır. Erdoğan, 2023-2024 göstergelerine odaklanacaktır.

Uluslararası sermaye çevrelerinin önceliği ise, enflasyona son veren finansal istikrardır. Yeni ekonomi ekibi 19 Eylül’de bankerlerle New York’ta, ay sonunda Türkiye’de IMF heyeti ile görüşecek; OVP istikrar perspektifi içinde değerlendirilecek.

Nicel hedefler: Farklı öncelikleri uzlaştırma çabası

Uzlaşmaz olan bu iki farklı önceliğin tablodaki yansımalarına bakalım.

Büyüme hedefi açısından Erdoğan’ın önceliği, dolarlı millî gelirin büyüme hızı ile gözetilmiştir. 2023’te GSYH, yüzde 18’e yaklaşan bir büyüme temposu ile bir trilyon doları ilk defa aşmıştır. Son dört yılın büyüme eğilimi de %9,1’e ulaşacaktır (satır 2).

Tabloda enflasyondan arındırılmış (reel) büyüme ortalaması %4,5’tir (satır 1). AKP’ye son seçimleri kazandıran önceki yıllarla başabaş seyretmektedir. Daha ne olsun?

Dolarlı millî gelirin dört yıllık büyüme oranı, AKP’nin beş yıllık Lale Devri’ni (2003-2007’yi) hatırlatıyor. Yabancı sermaye girişleri o yıllarda millî gelirin yüzde 7’sine ulaşmış, dolarlı GSYH ortalama yüzde 22 büyümüştür. TL reel olarak değerlenmiş; ucuzlayan ithalat enflasyonu aşağı çekmiştir. Şimdi de finans çevrelerine hatırlatılabilir: “Biraz ılımlı bir benzeri tasarlandı; niçin tekrarlanmasın?”

IMF’nin dikkati, 2024-2026’da TÜFE enflasyonundaki gerçekçi yavaşlama öngörülerine çekilecektir. Enflasyon hedeflemesi, politika faizinin 2024 sonunda yüzde 35’e yerleşmesi demektir. Mart 2024 sonrasına kaydırılırsa on puanlık artışa Cumhurbaşkanı da rıza gösterir. IMF doktrini, merkez bankası politika faiz oranlarının gerçekçi enflasyon hedeflerine uymasını yeterli görüyor. Kârların enflasyonu sürüklemesi, o doktrinde yer almaz; Türkiye’de ise yaşanıyor.

IMF ve finans çevreleri, kemer sıkma hedeflerine de dikkat edecektir. 2023-2026 arasında faiz dışı bütçe fazlasının millî gelire oranı 4,8 puan (eksi 3,7 artı 1,1) yükselecektir (satır 7). Üç yılda nominal fiyatlarla 1,6 trilyon TL’lik bir daralma hedeflenmiş (Tablo 1.2). Kamu maliyesinde bu boyutta bir daralmanın GSYH’yı da aşağı çeken “çarpan etkisi”, büyüme hedeflerine niçin yansımıyor? Bu soruya karşı, neoliberal genişletici kemer sıkma doktrini kullanılabilir.

TL değerleniyor; hem de değer yitiriyor

Tabloda 2023-2026’nın sabit fiyatlı (reel) büyüme ortalaması olan yüzde 4,5 ile dolarlı GSYH’nin büyüme eğilimi olan yüzde 9,1 arasındaki makas iki mislini aşkındır. Nedenini sorgulayalım.

GSYH’nın tümünü kapsayan TL enflasyonu (deflatör) ile ortalama dolar fiyatını (satır 3 ve 4’ü) karşılaştıralım. Dolar enflasyonu her yıl, GSYH enflasyonunu geriden izlemiş; dolar reel olarak ucuzlamış, TL değerlenmiştir. Belirleyici etken, olsa olsa, net dış kaynak girişlerinin yüksek tempoda seyretmesidir. OVP öngörüleri, böylece, bu iyimser varsayıma bağlanıyor. Programın finans kapital tarafından onaylanacağı umuluyor.

Reel olarak değerlenen TL, dolarlı millî geliri ve büyüme temposunu da yukarı çeker. Sonuçta, sabit fiyatlı millî gelirin büyüme hızı her yıl, dolarlı GSYH’nın gerisinde seyredecektir (satır 1, 2).

TÜFE ile hesaplanan enflasyon ise farklı bir sonuç verecek, 2024-2026’da dolar enflasyonu daha hızlı seyredecektir (satır 3 ve 5).  Uluslararası ticarette reel kur, genellikle TÜFE kullanılarak hesaplanır. Son üç yılda TL’nin reel olarak değer yitireceği böylece öngörülmüş oluyor.

Son üç yılda reel büyüme %4’ten %5’e yükselecektir. OVP’de ithal ikamesine dönük bir sanayi programı yok. Cari denge yüzdesi 1,7 puan (eksi 4,0 → eksi 2,3) düzeliyor.  Büyüme temposu artarken dış açığın daralması nasıl açıklanabilir?

Açıklama, yeni ekonomi ekibinin neoliberal doktrine bağlılığından kaynaklanıyor: OVP’de enflasyon hedeflemesi izlenecek; döviz kurları serbestçe dalgalanacak; piyasa mekanizması iç ve dış fiyatlar arasındaki yapay dengesizliği giderecek; dış açıklar daralacaktır. Üretimin dış bağımlılığını azaltmayı hedefleyen bir sanayi politikası gereksizdir.

2024-2026’da TL’nin hem değerlenmesi, hem de değer yitirmesi, tablodaki iki fiyat endeksinin (deflatör ve TÜFE’nin) uyumsuzluğundan kaynaklanıyor (satır 4 ve 5). TÜFE’nin güvenilirlik sorunu, bu bağlamda da karşımızdadır.

IMF senaryosundan farklılaşma

Türkiye ekonomisine ait öngörüler IMF istatistiklerinde de yer alır. Sonuncuları 14 Nisan 2023’te soL Haber’de incelemiştim (“IMF’ye Göre Türkiye Ekonomisi, 2023-2028”).

OVP ile en önemli fark, IMF’nin 2024 sonrasında Türkiye için yüzde 3’lük bir büyüme temposu öngörmesidir.

IMF’ öngörülerinde bu büyüme eğilimi, ekonomiye belli bir istikrar sağlıyor: Bu “istikrar”, kamu açıkları/millî gelir oranında (OVP’nin tam tersine) ılımlı bir artışa imkân vermektedir. Bu çerçevede dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 10; cari işlem açığı yüzde 2; TÜFE enflasyonu yüzde 20 eşiklerinin biraz üzerine yerleşmektedir.

IMF’nin kaçınılmaz gördüğü durgunlaşma senaryosu, Türkiye’nin bugünkü toplumsal bunalımını daha da ağırlaştıran bir tasarımdır.

Yeni ekonomi ekibi IMF’nin Türkiye öngörülerinden elbette haberdardı. OVP’nin makro-ekonomik hedeflerinde Erdoğan’ın yukarıda değindiğim öncelikleri de gözetilmeliydi. Aradaki farklar bu zorunluluktan kaynaklanıyor: Büyüme temposu OVP’de %5’e yükseltiliyor; işsizlik oranı %9  civarına çekiliyor.

IMF öngörüleri ile OVP senaryosu arasında önemli paralellikler de var: İkisinde de 2024 sonrasında dolarlı büyüme, reel büyüme temposunu önemli boyutta aşmaktadır. Aynı nedenle: Neoliberal politikalara dönülecek; dış kaynak girişleri cari işlem açıklarını karşılayacak; dış borçlanmanın uygun bir tempoyla sürdürülmesini de sağlayacaktır.

Hem IMF’nin, hem de finans çevrelerine hitap eden OVP’nin senaryoları, böylece Türkiye’yi kalıcı dış bağımlılığa mahkum ediyor.

OVP’de sıralanan “yapısal” politikaların (“enflasyon farkı” ödemelerini kaldıran) bir örneğini yazının başında verdim. Emekçileri de daha ağır günler bekliyor.