İşte devran döndü ve Türkiye sermayesinin kabaran yayılmacı hevesi milliyetçiliği göreve çağırdı. AKP hiç de boşuna ittifak değiştirmedi… Liberalizm de gününü bekleyecek.

Liberalin düşüşü ve sonrası

“Solda liberal etki” deyip geçmeyin. Olay fikir tartışmasından ibaret değildi. Solu başkalaştırmaya yönelik kapsamlı bir operasyon dizisi yürütüldü. İdeolojik, kültürel, örgütsel, fiziksel, siyasal, hukuksal bir operasyon. Hem de dalgalar halinde. 

1980 yenilgisini takiben birinci dalga vurdu solu. Sivil toplumun gelişmemişliğine yanıyordu herkes! Bu ilk kampanyayı “yeni solcular” ateşlemişti. İlk olarak kamuculuğumuz düşürüldü: KİT’lerin verimsiz olduğunu söyleyen Özal takımı haklı görülüyordu neredeyse…

Sonra geleneksel sol, yani dönemin TKP’si ve TİP’i devreye girdi. Gorbaçov tasfiyeciliği birlik sloganının ardına gizlendi. Artık 1990’lardaydık ve işçi sınıfının kökten değiştiği, partisinin de demode olduğu konuşuluyordu. Solun sınıfsallık kalesini de onlar düşürdü!

Gerçekten de partilerini likide ettiler ve on yılın ikinci yarısında patlayacak olan ÖDP’nin yolunu açtılar. Solun işi gücü eski sosyalizmi mahkûm etmek olmuştu. Sınıfların silikleştiği bir 21.yüzyıl sosyalizminden söz ediliyordu. Bu sosyalizm, her ne hikmetse 21.yüzyıl kapitalizminin eleştirisinden değil 20.yüzyıl sosyalizminin eleştirisinden türetiliyordu. 

Bu utangaç antikomünizmin, solun Ekim Devrimi-Komintern kaynaklarını kriminalize edişi, aldığımız üçüncü darbe sayılırsa, dördüncü olarak aynı dalganın sonucu olarak sol yurtseverliğini yitirdi: Emperyalizm o kadar da zararlı olmayabilir, hatta Kürt ulusalcılarının pratiğinin gösterdiği gibi işe bile yarayabilirdi! AB ise her halükarda arkaik Türkiye’ye yeğdi. 

Bu uzun dalgayla bir başkası buluştu. 1999’a kadar ideolojisi radikal mücadelelerin gölgesinde kalan Kürt hareketi, bundan sonra liberalizmin en geniş alanını ve motor gücünü temsil eder hale geldi. AKP karşıdevriminin solda hayırhah sayılmasına gelmişti sıra. YetmezAmaEvet 2010’da bütün bu birikimin doruğu oldu.

Bu sürecin bir operasyon boyutu vardır. Devletle pazarlık da işin içinde, çıkarılan gazetelere finansman bulmak da, sol partileri dağıtıcı müdahaleler de…

Bütün değerleriyle ve kazanımlarıyla Cumhuriyet, ülkenin gelişmesinin önündeki engel ilan edilmişti liberalizm tarafından. Bu durumda Cumhuriyeti, yerini aldığı yarı teokratik hanedan rejimi ve emperyalist işgal karşısında tartışmasız ileri ve ilerici sayan solun geleneği ve temelleri sarsılıyordu. O güne kadar hep hata yapmıştık! 

Solun geçmişte Kemalizme ilişkin yanlış değerlendirmelerde bulunmuş olması mümkün, hatta bir gerçektir. Ama bunu, Kemalizmi baş düşman ilan etmenin gerekçesi haline getiren, liberalizm ve onun solda kurduğu baskıdır. 

Tarihsel ilerleme kavramından, yön duygusundan yoksun bir akım olarak liberalizm, sola devrim hedefini unutturmaya kalkıştı. Geçmişinde ufkunu sık sık ülkenin demokratikleşmesiyle sınırlama hatasına düşen sol, ufak tefek düzeltmeler neyimize yetmiyor diye ortalıkta dolaşır oldu. 

İçinde yaşadığımız kapitalizm çağına ulus olgusu damga vurmuştur. Bunun düzen siyasetindeki çıktısı milliyetçilikse, soldaki çıktısı devrimimizi kendi ülkemizde yapacağımızdır. Liberalizmin baskısı ise solu yersiz yurtsuz bir hale getirdi. Ulusal kimlikler yırtılıp atıldı. Beraberinde sınıfsallık da buharlaşıyordu. Yerine ulusun parçacıkları olan kimliklerin “bütün” tarafından ezilmesi aldı. Parçaların bütüne karşı çıkışına indirgenen, düzen değişikliğine yabancılaşan sol gayet radikal bir demokrasiye doğru yolculuğa çıkarıldı. Oysa sol, demokrasiyi olsa olsa sınıf mücadelesi bağlamında ele alırdı…

Öte yandan sol 12 Eylül darbesine lokal kahramanlıklar dışında direnememiş, hatta açıkçası 1980 öncesinde birkaç yıl, bile bile lades, karşıdevrimi beklemişti. Yakın geçmişteki bu politik ataletin derinlikli bir özeleştirisi olmalıydı. Liberalizm solun eline açıklamayı tutuşturdu: Daha iyi bir toplumsal durumu hak etmiyordu ki bu ülke. Dirensek de fayda etmezdi. Türkiye zaten sola hazır değildi.

İdeolojiyi “sivil toplumun” nüfusuna geçirmek de liberal bir tezdir. Kültürel alan ekonomiden de siyasetten de kopuk resmedilir. Lakin liberalizmin patinajı, AKP iktidarıyla kurduğu ittifakın çözülmesiyle başladı. Devletsiz liberal düşüşe geçti. Çözüm veya barış sürecinin noktalandığı zamanı söylüyorum...

Ancak liberalizm, büyük bir potansiyele seslenen solun önünü kesmekte hep işlevlidir. Bütün bu süreçte eğilip bükülmeden solun geleneksel konumlanışını yaratıcı bir içerikle savunan TKP’nin bölünmesi ve sonrasında yaşananlar son liberal dalgayı oluşturuyor. 

Tekrar olacak; bütün bunlar fikir tartışması değildi. Liberaller devlet ve sermaye medyasına yerleştiler. Solu yoldan çelmek için rüşvet mekanizmaları kurdular. Solcuları elinden tutup “Çatışma Çözümü” deneyiminden yararlanmak için orayı burayı gezdiren, emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerine konuk ettiren liberaller türedi. 

*    *    *

Şimdi bütün bunlar bitmiş değil. Ne bir akım olarak liberalizm, ne liberallerin tuttuğu mevziler yok olur. Düzenin cephaneliğinde sıralarını bekleyecekler. Aynı milliyetçilerin bunca zaman beklediği gibi. İşte devran döndü ve Türkiye sermayesinin kabaran yayılmacı hevesi milliyetçiliği göreve çağırdı. AKP hiç de boşuna ittifak değiştirmedi… Liberalizm de gününü bekleyecek.

Ama Cumhuriyetin cenaze namazı vesilesiyle kutlanan bayram havası geride kaldı. Kemalizmin “sonrasının sonrasına” geçildiği çoktan ilan edilmiş bulunuyor. Koşar adım kendisini liberal renklere boyayan düzen muhalefeti bu nedenle zora düştü. İYİP hattını seküler milliyetçiliğe kaydırmış bulunuyor. CHP ise hizip itiş kakışı içinde yolunu arıyor. 

İslamcı iktidar liberalizmle mesafesini ayarlarken milliyetçiliği geri çağırdıktan sonra, milliyetçi bir dalga muhalefeti kuşatıyor. Bu dalganın solun da kıyılarını dövmemesi mümkün değildir. Liberalizme ve Kürt siyasetine demir atarak ülkeye yabancılaşmış, Cumhuriyet düşmanlığıyla içli dışlı olmuş iflah olmaz kesimler önemli değil. Ama asıl solun toplumsal hitap alanını, tabanını oluşturan kentli, modern, laik, emekçi, cumhuriyetçi büyük çoğunluk çok önemli. Bu toplumsal kesimlerin önündeki ikilem, milliyetçilik üstünden düzene yeniden eklemlenmek veya sınıfsallık üstünden sosyalist cumhuriyet yürüyüşüne katılmak!

Bunca yıl liberal tasfiyeciliğe pabuç bırakmadık. Çoktan köhnemiş milliyetçiliğe hiç bırakmayız. 

Bakın örnekleri geliyor; Dağlık Karabağ gündeminden antiemperyalizm, ulusal çıkar, yurtsever duygu falan çıkmayacağını soL anlatıyor. Sadece bir örnek: Ermenistan’ın emperyalizm tarafından arkadan itilmiş olması, ne Azerbaycan’ı haklı kılıyor, ne de Dağlık Karabağ’ın yoksul Ermenilerinin göç yollarına düşmesini mazur gösteriyor. 

Türkiye’de solculuğun liberal ve milliyetçi düşman kardeşlere mahkûm olduğunu düşünenleri yanıltacağız.