Akıl sağlığı konusu resmi görevlerde bulunan kişilerce yaratılınca, toplumun geleceği açısından daha da çarpıcı oluyor.

Akıl sağlığı ve öğretmenlik sertifikası!

‘Akıl sağlığı’, önemsenmeyecek bir konu değil. Sağlık açısından ‘akıl sağlığı’, bir nedenle insanın akli dengesinin bozulması, kendi iradesi dışında söylemlerde ve eylemlerde bulunması anlamına geliyor. Akli dengesini yitiren kişi durumunun ayrımına varmasa da, yakın çevresi büyük sıkıntı çekiyor.

Geçen hafta değinilen ve bugün yeniden ele alınan ‘akıl sağlığı’ ifadesi ise, akli dengesi yerinde olan kişilerin, kendi iradeleriyle bilerek ve isteyerek söyledikleri ya da yaptıklarının, demokratiklikle, insan haklarıyla, hukuksallıkla, adaletle, … bağdaşmadığında ya da vicdanları sızlattığında, gündeme geliyor. Bu tür söylem ve eylemlerin acımasızlığı, akıl sağlığı ya da akıl tutulması gibi ifadelerle açıklanıyor. Böylesine bir sorun ortaya çıktığında, toplumun büyük bir kesimi rahatsız olurken, sorunu yaratan kişi konumunu pekiştiriyor ve de üst makamlarca bir şekilde ödüllendiriliyor.   

Örneğin sık sık şeriat övgüsünde bulunan ve cinsiyet eşitliğine karşı çıkan bir imam, "Bak sokaklar ne hale geldi! Kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor artık. … Bu kadınların başında yok mu adamları abileri babaları kocaları? … Tamam ateistsin, imanın zayıf... Ya hiç mi kıskanmıyorsun lan” diyor. Hem de camide bunları söyleyen imamı Erzincan valisi makamında ağırlayarak taltif ediyor (soL Portal, 11 Aralık 2022).

Akıl sağlığı konusu resmi görevlerde bulunan kişilerce yaratılınca, toplumun geleceği açısından daha da çarpıcı oluyor. Anayasası’na göre laik olan bu ülkenin Cumhuriyet Savcısı’nın, bir davada diyanetin yorumuna başvurması, böylesine bir durum oluyor. “Kayyım rektör istemiyoruz” deyip bu rektörün arabasının önünde 1-2 dakika duran ve de 90 gün tutuklu kalan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri için bir savcının 5-25 yıl ceza verilmesini istemesi de.

Ne yazık ki akıl sağlığını çağrıştıran söylem ve eylemler kişisel olmaktan çıkmış ve kurumsal boyut kazanmıştır.  Diyanetin “9 yaşına giren kız evlenebilir1; babanın öz kızına şehvet duyması haram değil2gibi fetvalar vermesi, bir kurumsal akıl tutulması niteliğinde değil midir?
 
Diyanet gibi akıl sağlığı sorunu yaratan resmi kurumlar da az değildir. Örneğin bilimsel ve özerk bir kurum niteliğinde olması gereken YÖK’te de, lisans öğrencilerine öğretmenlik sertifikası vermeye kalkışması gibi,  zaman zaman benzer durumlar ortaya çıkıyor.

Bilindiği gibi, Türkiye’de 1848 yılından itibaren öğretmen yetiştirecek okullar açılmıştı. Ancak bu okullar yeterli sayıda öğretmen yetiştiremediğinden, devlet yıllarca öğretmen olarak yetişmemiş kişileri öğretmen olarak atamak zorunda kalmıştı. Devlet öğretmen olarak atanacakların hiç değilse biraz eğitimden anlayan kişiler olması için, 1936’da İstanbul Üniversitesi’nde pedagoji dersi açmıştı. Bu ders yıllarca öğretmenlik sertifikası işlevi görmüştü. Ankara Üniversitesi’nde kurulan Eğitim Fakültesi’nin 1965’te faaliyete geçmesi sonrasında ve 1970’lerde bazı üniversitelerde eğitim bilimleri bölümü açılmasıyla 6-7 dersten oluşan öğretmenlik sertifikası gündeme gelmişti. Bu programlardan fen-edebiyat alanlarında okuyan lisans öğrencileri yararlanmıştı. 1982 yılında öğretmen yetiştiren okullar eğitim fakültelerine dönüştürülmüştü. Eğitim fakülteleri yeterli sayıya ulaştığında da, 6 Kasım 1997 tarihli YÖK kararıyla, lisans öğrencilerine yönelik öğretmenlik sertifikası uygulamasına son verilmiş, bu program yerine üniversite mezunlarına, sertifika derslerinden oluşan tezsiz yüksek lisans programları açılmıştı.

Yüzbinlerce eğitim fakültesi mezunu istihdam sorunu yaşarken Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK’ü, tezsiz yüksek lisans programlarını kapatacağına, 2009’da tüm lisans öğrencilerine sertifika programı açılabileceği kararını almıştı. Aklı başında olan eğitim fakülteleri bu karara karşı çıkmıştı. Eğitim Sen’in açtığı bir dava sonunda, Danıştay 8. Dairesi, 20 Ekim 2010 tarih ve 2010/20741 sayılı kararı ile bu uygulamayı iptal etmişti.

Yekta Saraç’ın YÖK’ü, istihdam edilmeyi bekleyen öğretmen adayı sayısı çok daha fazla artmışken, Danıştay’ın iptal etmiş olmasına aldırmayıp herhalde AKP’nin yargı organlarında kadrolaşmış olmasına dayanarak, 26 Mart 2014 günü, bir kez daha “lisans öğrencileri için sertifika programı açılacağını” duyurmuştu. Aklı başında olan eğitim fakülteleri bu karara da karşı çıkmıştı. Hatta Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi dekanı, üniversite yönetim kurulunun fakültenin kararını benimsememesi üzerine, istifa etmişti. Bazı fakültelerde bu program açılmıştı. Ancak Prof. Dr. Ziya Selçuk’un eğitim bakanlığı zamanında, 29 Haziran 2020’de Talim ve Terbiye Kurulu, sertifika uygulamasına karşı çıkınca bu uygulamaya son verilmişti.

Günümüzün Erol Özvar’ın YÖK’ü de 29 Aralık 2022 tarihinde lisans öğrencileri için öğretmenlik sertifikası programlarının yeniden açılacağını duyurmuştur. Yine aklı başında olan (özerk karar verebilen) eğitim fakülteleri bu karara da karşı çıkmaktadır.

Atama bekleyen yüzbinlerce eğitim fakültesi mezununa, bilimsel niteliğe ve de yargı kararlarına aldırmayan YÖK’e akıl sağlığı dilemek yanlış mı?

YÖK’ün bu kararı, Adnan Menderes’in “Yedek subaylarla orduyu yönetirim” demesine benziyor.

Ülkemizde atanmamış yüzbinlerce eğitim fakültesi mezunu olduğundan bu sertifika programı, öğretmen açığını kapamak için getirilmemektedir. Öğretmen adayı eğitim fakültelerinde 4-5,5 yıllık programlarda ve her dönem 7-8 ders alarak yetişirken, sertifika programı ise en fazla 7-8 dersten oluşmaktadır. Dolayısıyla sertifika konusunun daha nitelikli öğretmen yetiştirmeyle de ilgisi yoktur. Bu durumda sertifika kararının arkasında herhalde;

  • öğretmenliğin bir meslek olduğunun benimsenmemesi,
  • öğretmen niteliği önemsenmemesi,
  • eğitim fakültelerinin kapatılıp sertifikayla öğretmen yetiştirmek istenmesi,
  • mezun olduklarında iş bulma kaygısı yaşayan lisans öğrencilerinin oyalanması,
  • özel okul sahiplerine bedava öğretmen istihdam etme kolaylığı sağlanması;

gibi gerekçelerin olabileceği akla gelmektedir.   

Sertifika konusunda bir başka akıl sağlığı durumu ortaya çıkmaktadır: Eğitim fakültelerinin akademisyenleri sertifika kararına karşı çıkarken, fakültelerinin başına getirilmiş olan kayyım dekanlar, eğitimci kimliklerine hem de beraber çalıştıkları akademisyenlere yabancılaşarak bu sertifika kararını desteklemektedirler.

[email protected]