Richard Dawkins vesilesiyle, Batı hayranlığı üzerine

"Mister Dawkins kendi ayrıcalıklarını kenara koyamayacağı için dinler arasından din beğenmek zorunda olabilir; ama Türkiye’nin aydınlanmış insanları onun sahip olduğu ayrıcalıklara sahip değil."

Nevzat Evrim Önal

Militan ateizmin hiç kuşkusuz en popüler temsilcisi olan Richard Dawkins, birkaç gün önce İngiltere’de LBC kanalına verdiği bir röportajda1, bu sene Paskalya ile Ramazan bayramlarının aynı tarihlere gelmesi ve İngiltere’de, bilhassa Londra Belediyesi tarafından Ramazanın aktif olarak kutlaması konusunda konuştu. Dawkins bu röportajda kendisini tanrıya inanmasa da “kültürel olarak Hristiyan” olarak tanımladı. Daha önemlisi, İngiltere ve genel olarak Batı uygarlığının da “kültürel olarak Hristiyan” olduğunu, bunun olumlu bir şey olduğunu, Hristiyanlığın temelde saygın ve nazik (kullandığı kelime decent) olduğunu ve İslamın böyle olmadığını söyledi.

Dawkins bu pozisyonu ilk defa savunmuyor. Örneğin 16 Temmuz 2018’de de Winchester Katedrali önünden bir tweet atıp kulağına çan seslerinin ne kadar güzel ve ezanın ne kadar saldırgan geldiğini yazmıştı.2 Zaten benim de bu yazıda amacım Dawkins’in ya da genel olarak militan ateizmin çelişkilerini tartışmak değil.3 Türkiye’de yaşayıp, İslamcı gericiliğin ülkede gerçekleştirdiği karanlık dönüşümden boğulan (ve korkan), Dawkins’in bu yorumlarına yürekten katılacak olan aydınlanmış insanlarla biraz sohbet etmek istiyorum.

Sormak istediğim iki soru var: “Uzun mutsuzluğumuzun sebebi gerçekten şeriatçı gericiler mi, yoksa gericiliğin Türkiye’de böylesine güçlenmiş olması esasen bir sonuç mu?” ve “Dawkins’in savunduğu ideolojik pozisyonla kolaylıkla empati kurabilecek bir ruh halinde olmamız, kendi ülkemiz ve onun dünyanın geri kalanıyla ilişkisi hakkında bizi nasıl bir konuma yerleştiriyor?”

Müsaadenizle, bu soruları kendi durduğum yerden yanıtlamaya çalışacağım ve yanıtlardan yola çıkarak bir uyarıda bulunacağım.

***

Eğitimli, kendilerince aydınlanmış insanlar, yoksul ve görece az eğitimli insanların sağcı, gerici siyasi parti ya da hareketlere destek vermesinden dünyanın her yerinde yaygın biçimde yakınıyor. Bu düşünceye göre ABD’de Trump’ın yükselmesi, İngiltere’nin Avrupa Birliğinden çıkması ya da Türkiye’yi 21 yıldır Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetmesi gibi liberal-demokrat insanları üzen şeylerin kaynağında “Aysun Kayacı ile dağdaki çobanın oyunun bir olması” bulunuyor. Mesela Dawkins (laf olsun diye kendisini de cahillerden sayarak) “Brexit kararı cahillere bırakılamaz” diyor ve meselenin devlet bürokrasisi içinde çözülmekten ziyade referanduma götürülmesine karşı çıkıyordu.

Aynı düşünceye göre İslam dininin tarihsel yayılma coğrafyasının bugün ekonomik ve kültürel açıdan geri kalmış olmasının temel sebebi de bu coğrafyaya içkin bir olgu olan İslamcı gericilik.

Ne var ki bu düşünce, çok mantıklı görünen hemen her tek yönlü neden-sonuç ilişkisi gibi, yanlış.

Yanlış, çünkü düşünsel ya da kültürel geriliğin, yozluğun kaynağında daima maddi gerilik ve esaret bulunur. Bugün İslam dininin yaygın olduğu ülkelerin tamamı geçmişlerinde bir imparatorluğun eyaleti ya da sömürgesi oldular; hem tahakküm altında tutuldular hem de talan edilip yoksullaştırıldılar. Osmanlı, bu sömürücü imparatorluklardan bir tanesiydi; ama kuşkusuz içlerinde en yaygın, en korkunç ve en zararlısı İngiltere’ydi. Gücünün doruğunda dünyanın toplam nüfus ve yüzölçümünün yaklaşık dörtte birini kontrol eden bu imparatorluğun sömürgelerinde işlediği insanlık suçlarının tam bir listesini alt alta yazsanız, ABD emperyalizminin de Nazi Almanyasının da suçları görece küçük görünmeye başlayacaktır.

Dawkins, düşünsel açıdan aydınlanmanın olsa da, maddi olarak bu sömürgeci asalaklığın çocuğudur. Üstelik dolaylı ya da metaforik bir şeyden bahsetmiyorum; Dawkins İngiltere’nin Kenya sömürgesinde doğmuş, bağımsızlığını kazandığında Malawi ismini alan Nyasaland sömürgesinde büyümüştür ve çocukluğunun bu ayrıcalıklı ortamını ne kadar güzel hatırladığını, hizmetçilerinin ailesine nasıl sadık olduğunu vb. soran herkese anlatmaktadır.4 Bu yazıya vesile olan röportajında da, ateist olmasına rağmen bugün Afrika’da İslamın değil Hristiyanlığın yayılmasından yana olduğunu, orası için “Hristiyanlık takımını tuttuğunu” söylemektedir.

Yani Dawkins İslama, kendisi radikal bir aydınlanmacı, İslam da gayrı bilimsel olduğu için düşman değil. Öyle olsaydı “Hristiyanlıkla İslamdan birini defalarca seçmem gerekse her seferinde Hristiyanlığı seçerim” gibi bir cümle kurmaması gerekirdi; zira mesele aydınlanma ve bilim olsa, niye ve neden birini seçmesi gereksin ki? Seçmesi gerekiyor, çünkü kendisine doğrudan ve dolaylı olarak sayısız ayrıcalık sağlamış olan sömürgecilik ve emperyalizm, talan edip yoksullaştırdığı coğrafyaları maddi açıdan geri bıraktı. Bu maddi gerilik, gerici ideolojilerin daha kolay kitleselleşebileceği bir habitat yarattı. Üstüne üstlük, aynı sömürgecilik ve emperyalizm, gerek bu coğrafyaları doğrudan tahakküm atında tutarken, gerekse bu coğrafyalar politik bağımsızlığını kazandıktan sonra, buraları sömürmeye daha kolay devam edebilmek için her türlü gericiliği, bilhassa da bazı İslamcı hareketleri sürekli destekledi.5 Şimdi, dünyanın yoksul ve zengin coğrafyaları arasındaki maddi kutuplaşma benzersiz boyutlara ulaştıkça göç kitleselleşiyor, İngiltere gibi sömürgecilik geçmişi olan zengin ülkeler en fazla göçü eski sömürgelerinden alıyor ve ailesinin sadık uşağıyken sevdiği yoksul Asyalı ya da Afrikalı gelip de mahallesine cami kurduğunda Mister Dawkins huylanıyor, işkilleniyor, haksız ve adaletsiz ayrıcalıklarının hesabını ödeme zamanı geliyor gibi hissediyor. Dolayısıyla bilim insanı namusunu toptan kenara koyup, son on yılların en aşağılık politik tezlerinden biri olan medeniyetler çatışmasına yaslanıyor.

***

Peki, hiç sömürge olmamış olsa da nihai bağımsızlık mücadelesini İngiliz emperyalizmine karşı vermiş ülkemizde, cumhuriyet aydınlanmasından nasiplenmiş eğitimli insanlar, bir yandan İslamcı gericiliğin en aşağılık temsilcilerinden biri çıkıp “keşke Yunan galip gelseydi” dediğinde öfkelenirken, diğer yandan neden ve nasıl Dawkins’in sömürgeci mantalitesi ile yan yana düşebiliyor veya onunla empati kurabiliyor? Mesela neden hem Türkiye’nin İslam coğrafyasından göç almamasını istiyor, hem kendisi Avrupa ya da Kuzey Amerika’ya göç etmeyi en azından aklından geçiriyor, hem de bunu yaparken “ama ben İslamcı barbarlar gibi değilim, o uygarlığa asimile olabilirim” diye kendince övünüyor?

Bu çelişkili halin sebebi şu: Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunda geç kalmış bir modernleşme projesiydi ve önündeki örnekler modern Avrupa devletleriydi. Başta Mustafa Kemal olmak üzere kurucu devrimci kadrolar açısından aradaki modernleşme açığının hızlıca kapatılmaması durumunda cumhuriyetin yaşama şansı olmadığı aşikardı. Cumhuriyetin hızlı modernleşme hamlesi bu yüzden devletçi ve planlı bir batılılaşma hareketi olarak gerçekleşti. Ne var ki, Türkiye sermaye sınıfı güçlendikçe, bu modernleşme hamlesinin radikal içeriği onun sınıfsal çıkarlarına aykırı gelmeye başladı. Devletçiliğin, laikliğin, bağımsızlığın, aydınlanmanın fazlası komünizme çıkıyordu ve bu yüzden sermaye sınıfı kendi egemenliğini mutlak hale getirdikçe 1923’ün bu değerlerini kapı dışarı etmek zorundaydı.

Bu uzun yozlaşma AKP iktidarıyla tamamlandı. İslamcı gericiliği istemeyen, laiklikten yana olan kitleler düşmanı salt bu iktidar ve çevresinde görse de, cumhuriyetin tüm ilerici değerlerinin imhası dikensiz gül bahçesi isteyen Türk patronların ve emperyalist sermayenin çıkarınaydı.

Cumhuriyetten tam bağımsızlık şiarını çıkartırsanız, onun anti-emperyalist karakterinden vaz geçerseniz, batılılaşma projesi kişiliksiz bir batı hayranlığına dönüşür. Kaynağı batı uygarlığı olsa da insanlığın tamamına mal olmuş evrensel değerler ile, emperyalist uygarlığın kendisini yüceltmek için uydurduğu mitleri birbirinden ayıramaz hale gelirsiniz. Ve bir anda kendinizi, yoksul ve öfkesinin temsiliyeti İslamcı örgütler tarafından ele geçirilmiş Filistin halkı karşısında, kentleri ve insanları daha batılı görünüyor olduğu için İsrail’i destekliyor halde bulursunuz.

Mister Dawkins kendi ayrıcalıklarını kenara koyamayacağı için dinler arasından din beğenmek zorunda olabilir; ama Türkiye’nin aydınlanmış insanları onun sahip olduğu ayrıcalıklara sahip değil. Dolayısıyla yoksul halkın öfkesinin temsiliyetini şimdilik ele geçirmiş gericiler ile uygarlık maskesi takan haris, vampir kılıklı emperyalistler arasında bir taraf seçmek zorunda da değiller. Maskeyi düşürmek de, öfkeyi geri kazanıp ona öncülük etmek de mümkün. 

Bu yüzden Türkiye'nin aydınlanmış insanları onları kişiliksizleştiren bu batı hayranlığını bırakmalıdır; zira aydın bir insan olmanın en temel şartı kişilikli olmaktır.

  • 1. Röportajın tam hali şurada: https://www.youtube.com/watch?v=COHgEFUFWyg. Aslında Türkçe altyazı gömülüp bir kenara konsa, önemli bir kaynak olur.
  • 2. https://x.com/RichardDawkins/status/1018933359978909696.
  • 3. Bu tartışmayı başka bir yerde yeterli detayda yaptık ve en azından karşı argümanlar gelene kadar kapattığımızı söyleyebiliriz: https://bilimveaydinlanma.org/feuerbachtan-gunumuze-militan-ateizmin-di….
  • 4. Dawkins bu nostaljiyi çeşitli röportajların yanı sıra otobiyografik kitabı Merak Tutkusu’nda detaylı biçimde anlatıyor.
  • 5. Yazıyı tarihsel örnekler vererek uzatmayacağım, ancak salt Vehhabîlik ve Selefiliğin tarihini okuduğunuzda bu ilişki çok net görünür. ABD Sovyetler Birliği’ne karşı Afganistan’da Taliban’ı destekler ve silahlandırırken, Vietnam gazisi John Rambo üçüncü filmde mücahitlerinde yanında savaşmak için Afganistan’a giderken ABD emperyalizmi ile Taliban gericiliği arasında sıfırdan bir ilişki kurulmuyor, bu tarihsel arka plana yaslanılıyordu.