Halit Çelenk Hukuk Ödülleri hakkında Özlem Şen Abay'la konuştuk

Halit Çelenk Hukuk Ödülleri'nin 6.'sı bu yıl tutuklu gazeteciler Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan'ın ortak çalışması Metastaz kitabına verildi. Bununla ilgili konuştuğumuz Seçici Kurul üyesi Avukat Özlem Şen Abay'a göre Halit Çelenk'in bugünkü baro-diyanet tartışmalarına da ışık tutan bütünlüklü bir mücadele anlayışı var.

Volkan Algan

Halit Çelenk Hukuk Ödülleri'nin altıncısı bu yıl tutuklu gazeteciler Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan'ın ortak çalışması Metastaz kitabına verildi. 

Halit Çelenk Hukuk Ödülleri'nin Seçici Kurul üyesi olan, kamuoyunun çok sayıda toplumsal davada yürüttüğü mücadele ile tanıdığı avukat Özlem Şen Abay'a hem Halit Çelenk Hukuk Ödülleri organizasyonunu ve günümüzde taşıdığı anlamı hem de Diyanet İşleri Başkanına baroların gösterdiği tepkiler üzerine süren tartışmaları sorduk.  

Halit Çelenk hak mücadelesi, devrimci mücadele, ne derseniz deyin ama özetle “mücadele” denilince adı ilk anılan isimlerden biri. 2011 yılında kaybettik Halit Çelenk’i. Adı birçok şeyle birlikte bir de bu hukuk ödülleriyle yaşıyor. Bu yıl 6.sı düzenlenen Halit Çelenk Hukuk Ödülleri fikri nereden çıktı ve ne amaçlanıyor, buradan başlasak…

Bizim Halit Çelenk Hukuk Ödülleri için yola koyuluşumuz Haziran Direnişi’ni takip eden günlere rastlıyor. Haziran Direnişi ve o dönem içinde bulunduğumuz koşullar Halit Çelenk’in hayatı boyunca temsil ettiği ‘boyun eğmeyen duruşuna’ yakışır bir ödülün verilebileceğine dair ilham vermişti bize. Hukuk alanına çok önemli katkıları olan hocalarımız ve emektar hukuk insanları ile yaptığımız değerlendirmede; devrimci hukuk geleneğinin abidesi olan üstadımızın isminin anılmasının üretken bir yolunu aramıştık. Halit Çelenk Hukuk Ödülleri organizasyonu fikri işte bu arayışların sonucunda ortaya çıktı. Böylece Halit Çelenk geleneğine uygun eserlere, Seçici Kurul değerlendirmesi sonucunda  her yıl aramızdan ayrılış tarihi olan 5 Mayıs’ta düzenlenen bir tören ile ödülleri veriliyor.

Ödüller Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir değerinin, bir meslek üstadının ismini ve geleneğini yaşatmak ve gelecek nesillere bu geleneği aktarabilmek amacını taşıyor. Ayrıca mahkeme salonlarında gösterdiği duruşu yazınsal üretime de taşıyan Halit Çelenk günümüz hukukçuları için de önemli bir örnek teşkil ediyor. Ödül fikri bu örneği de çoğaltmayı hedefliyor. Daha pek çok şey söylemek mümkün ancak son olarak şunu söylemek isterim. Hukuk karakteri gereği genel olarak normatiftir. Dolayısıyla hukukçular kaçınılmaz olarak ‘mevcut olan, düzenlenmiş olan’ ile ilgilenirler. Halit Çelenk, mücadelesi ile mevcut olanı sorgulamış, yazınsal üretimleri ile de olması gerekeni tarif ederek insanın düşüncesini mevcut olanın tahakkümünden kurtarmayı başarmıştır. Biz de her yaştan hukukçu ile sosyal bilimciyi, bu ödül vesilesi ile sorgulamaları, düşünmeleri ve üretmeleri yönünde teşvik etmeye çalışıyor, dahası Halit Çelenk’in ömrünü adadığı mücadelesine yol arkadaşı olmaya çağırıyoruz.

Ne tür ürünler ödül için değerlendirmeye alınıyor?

Ödül gerekçesinde ödülün amacı Halit Çelenk’in hukuk mücadelesi ve eserleri doğrul­tusunda, toplumsal ilişkiler ile hukuk arasında bağlantı kuran yayın, tez veya diğer eserler üretilmesini teşvik etmek olarak açıklanıyor. Bu açıdan ödül verilecek eserler konusuyla sınırlanmıyor, bilakis farklı alanlar ile hukuk arasında bağlantı kuran tüm disiplinlere açık. Öte yandan sadece uzmanlar ve akademisyenlerle değil öğrencilerin eserleri de değerlendirmeye alınıyor. Dolayısıyla değerlendir­mede esas olan yalnızca konu değil, yaklaşım ve eserlerin niteliği. Bu noktada Halit Çelenk’in yaşamı, eser­leri, mesleki ve yaşam mücadelesi, fikirleri ile hukuk ve/veya hukuk/toplumsal ilişkiler bağlantısının kurulmasının esas olduğunun altını çizmek isterim.

Halit Çelenk Hukuk Ödülleri'nin bu yıl kazananları açıklandı. Sizin de yer aldığınız Ödül Seçici Kurulu 'Halit Çelenk Hukuk Ödülü’nü Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun “Metastaz” isimli kitabına verdi. Herkesin bildiği üzere Barış’lar bir süre önce, açık bir hukuksuzlukla hapsedildi. Kitap zaten geçtiğimiz yıl içinde hayli ses getirmişti ama üstüne bu gazeteci arkadaşlarımızın durumu eklenince ödülün bu kitaba verilmiş olması dikkat çekti. Esasında bir gazetecilik kitabı olan “Metastaz”a siz hangi kriterler üzerinden ödül vermeyi uygun gördünüz?

Metastaz birçoğumuzun okuduğu bir eser. Araştırmacı gazetecilik niteliği ön plana çıkıyor kitabın. Okumayanlar için özetle Barış Pehlivan ve Terkoğlu’nun devlet ve yargıda yaşanan tasfiye ile boşalan koltuklara hangi cemaat ve tarikatların nasıl yerleştirildiğini ve bu cemaatlerin yargı kararlarında nasıl etkili olduğunu örnekleriyle anlattığını söyleyebiliriz. Kendi deyişleriyle ‘iyileşmeyen yargının kanserli hücreleri’ örnekleriyle ve tüm ilişkileriyle birlikte resmedilmiş.  Bu açıdan kitap hukuk ve yargının içinde bulunduğu kaotik durumu resmetmesi, yargıdaki iktidar/cemaat yapılanmalarını ortaya çıkarması, yargının iktidar bağlantılarının ve çeşitli çıkar pazarlıklarının konusu yapılması, siyasal iktidarın ayrımcı uygulamalarını yansıtması yönlerinden ödüle değer bulundu. Yazarların gerçeği açığa çıkarmak için verdikleri emek ve bu uğurda ödedikleri bedeller de ayrıca göz önünde tutulması gereken bir konu tabii ki.

Seçici Kurul Özel Ödülü’nü bu yıl yazarları Gülşah Kaya, Barış Işık, Birkan Bulut, Fulya Alikoç olan “Duymak Zorundasınız: 10 Ekim Katliamı Davası” konulu kitap kazandı. Ödül alan kitapların birinde yazarlar hukuksuzluğa maruz kalırken, diğerinde kitabın konusu büyük bir hukuksuzluk… Bu bir tesadüf değil tabii, elinizi nereye atsanız tablo aşağı yukarı bu maalesef ülkemizde. Peki adaletin sisteminin, hukukun bu kadar yıpratıldığı bir ülkede, büyük bir hukuk insanı adına yürütülen böyle bir ödül törenini düzenlemenin anlamı nedir sizce? 

Özel ödül alan eser ülkemiz tarihinin en kanlı katliamlardan birini, öncesi ve sonrasıyla kapsamlı, özenli ve sistematik olarak ele alması açısından çok önemli bir eser. Üstelik kitap dava sürecindeki gerçekleri ve çarpıtmaları ortaya çıkarması, hukuksuzluğun hukukla kamufle edilmesini yansıtması, aynı zamanda kolektif bir emeği içeren belgesel niteliğinde olması açısından önemli.  Buradan da hareketle sorunuzun cevabına gelirsek hukuk bugün de ülkemizde sürüp giden toplumsal mücadelelerin en önemli alanlarından biri olmaya devam ediyor; tüm gündemlerimize nüfuz ediyor. Bazen hukuksuzluk tüm hücrelerimize nüfuz ederken kimi zaman da bu hukuksuzluğun üstü hukukla örtülüyor. Şimdi bu satırları okuyan pek çok hukukçunun, hukukun zaten her zaman siyasal mücadelenin biçimi olduğunu söylediklerini duyar gibiyim. Ancak bugün hukukun iktidarın elinde yeni bir düzenin inşasına pervasızlıkla koşulan ve artık yıpranmış bir araç haline geldiğinin altını çizmek isterim. Unutulmaması gereken insanlığın yüzlerce yıllık mücadelelerinin sonucunda oluşan kazanımların bu pervasızlıkla yerle bir edilmeye çalışılması, hukukun da toplumsal mücadeleye karşı bir silah haline getirilmeye çalışılmasıdır. Bugün işte her zaman adaletsizliğe karşı doğru ve haklı olanın yanında duran aynı zamanda emekten yana duruşu ile bilinen Halit Çelenk’in yarattığı gelenek bizler için kutup yıldızı niteliğinde.

Son günlerin önemli bir tartışma konusunu sormak istiyorum. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “cinsel hayat” ve “LGBT” konusundaki açıklamalarına Ankara Barosu’nun gösterdiği tepki üzerine başlayan tartışma sürüyor. İktidar bloğu topyekûn Erbaş’a sahip çıktı, üstelik hem Ankara hem de ona desek olan diğer barolara dönük “faşist” “devlet-din düşmanı” gibi çok sert ifadeler kullanarak… Siz de Ankara Barosu’na kayıtlı bir avukat olarak bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaşanılan sürecin doğrudan yukarıda hukuk adına resmettiğimiz tabloyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Baro örgütlerinin kuruluş ve görev alanlarında ulusal ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerin korunması da gelir. En nihayetinde savunmanlık örgütleridir barolar. Ankara Barosunun açıklama içeriğine de bakılırsa bu gayeden hareket edildiği görülebilir. Özetle diyor ki açıklama bir kamu görevlisi, yurttaşlar arasında ayrımcılık yapamaz, bir grubu hedef alamaz, ayrımcılık içeren nefret söylemlerinde bulunamaz. Bu kadar açık bir doğrudan yanlış çıkarmaya çalışmak olsa olsa baroları hedefe oturtma amacıyla açıklanabilir.

Ankara ve birkaç baroya daha “dini değerleri alenen aşağılama” suçu şüphesiyle soruşturma açıldı. Erbaş’ın kullandığı ifadelerdeyse bir suç unsuru gören olmadı henüz… Peki tüm bu yaşananları “hukuki” bir çerçevede değerlendirecek olursak ortada bir suç var mı, varsa kimin? 

İşte sorun burada, hukuki bir çerçevede değerlendiremiyoruz konuyu yukarıda anlattığım nedenlerle. Ama yine de deneyelim, ne ile itham var burada? Dini değerleri alenen aşağılamak bir bent olarak, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçu altında düzenlenir. Bu kanunun amacı ise aslında ayrımcılığı ve nefret söylemini önlemektir. Bu konuda güvence kim olmalıdır sorusunun yanıtı ise elbette devlet ve yargısal makamlardır olacaktır. Ayrımcılığın işte tam da burada söylemsel düzeyde veya fiili olarak başlaması durumunda buna karşı yükseltilen toplumsal ses de mücadele de hukuki olmasının yanında meşrudur da.

Savunmanlığın en önemli özelliği sesi olmayanların sesi olabilmek, haklarını müdafaa edebilmektir. Savunmanlık- avukatlık mesleğinin itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı bu günlerde aslında saldırının hedefinin mesleğin temel karakteri olan haklının ve adaletin yanında olma arzusu ve iradesi olduğunu görüyoruz ne yazık ki.

Erdoğan “Diyanet İşleri başkanına yapılan saldırı devlete yapılmıştır” sözleri var. Bununla birlikte düşününce Erbaş’ın sözleri Diyanet’in hukuki statüsünü de tartışmaya açıyor mu sizce; en nihayetinde İslam’a göre konuşan, konuşmakla görevli bir devlet yetkilisi var ve sahiden bu konuda açık sözlü olunca Anayasa’nın yukarıda sizin de andığınız bazı maddelerine göre suç işlemiş oluyor… Bu çelişki çözülebilir mi?

Bu çelişki çok temel bir çelişki ve yalnızca hukuki mecrada değil daha bütünlüklü bir mücadele ile çözülebilir. Anayasada düzenlenen laiklik ilkesi gereği bu kurumun tek bir cepheden konuşmasının kendisinde bir problem var. Bununla birlikte Diyanet’in bugünkü konumunun Anayasa’da mevcut laiklik ilkesiyle tartışılması da tek çözüm değil kanımca. Bunun yapılmaması gerektiğini söylemiyorum, bu tartışmanın gerekli olduğunu düşünüyorum; ancak tek başına yeterli bulmuyorum. Dilerseniz başa geri dönelim, Halit Çelenk neden bugün bu kadar önemli? Bu bütünlüklü mücadeleye işaret ettiği için. Hukuku, mevcut olanı, yasallıklar içindeki ihlalleri gösterdiği, bunlarla sonuna kadar mücadele ettiği ve asla boyun eğmediği için. Ancak bununla yetinmeyip aynı zamanda büyük insanlığın, büyük mücadelesine de işaret ettiği ve ‘mevcut olanın’ nasıl değiştirilmesi gerektiğini gösterdiği için de.