Avrupa Birliği’ni kaç milyar avro kurtarır?

Dört gün dört gecelik tartışmaların sonunda Avrupa Birliği liderleri geçtiğimiz hafta 750 milyar avroluk kurtarma paketinde anlaştı anlaşmasına ama teknikmiş gibi görünen ayrıntılar birliğin geleceğine dönük siyasi tartışmaları da alevlendirdi.

İsmet Can Uslu

Avrupa Birliği ülkelerinden 27 lider geçtiğimiz hafta Brüksel’de toplandı. Liderler dört gün dört gece süren tartışmaların sonunda Salı sabahı 750 milyar avroluk kurtarma paketinde ve 2021-27 dönemini kapsayan 1,1 trilyon avroluk dönem bütçesinde anlaşmayı başardı.

Anlaşmaya göre Avrupa Komisyonu’nun dünya piyasasından bulacağı paranın 390 milyarı pandemiden en çok etkilenen üye ülkelere ayrılacakken 360 milyarı düşük faizli kredi olarak dağıtılacak. Şu an liderlerin anlaştığı çerçevenin üye devletlerin uzmanları tarafından geliştirilmesi ve paketin Avrupa Parlamentosu’nda oylanması bekleniyor.

Avrupa Komisyonu fonunun pandeminin yol açtığı ekonomik yaraları sarmak için kullanılması konusunda ısrarcı. Fondan yararlanacak hükümetlerin harcama planlarını Komisyon’a sunması ve üye devletlerin çoğunluğunun uygun bulmadığı planların onaylanmaması düşünülüyor.

Birlik mesajı mı dağılma emaresi mi?

750 milyarlık anlaşma İngiltere’nin ayrılışı sonrası AB için önemli bir sınav olarak değerlendiriliyor. Son zamanlarda AB projelerinde ayak sürüyen Londra’nın yokluğunun AB içindeki dengelerde oynamaya yol açtığına, Berlin ve Paris’in bu boşluktan yararlanmaya çalıştığına değinen analizler var. Ama ana akım basında öne çıkan yaklaşım, kurtarma paketi ve bütçe anlaşmasını bir başarı hikâyesi olarak sunma yönünde. Konuyla ilgili çıkan haberlerin büyük bölümü doksan saatlik tartışmanın sonunda öyle ya da böyle bir uzlaşıya varılmış olmasını öne çıkarıyor ve böylece AB’nin krizi dayanışmayla atlatabileceği umudunu yeşertiyor. En iyimser yorumcular “borç yiğidin kamçısıdır” sözünü anımsatırcasına “ortak borç böyle bir parasal birliği bir arada tutacak tutkaldır” iddiasında bile bulunabiliyor.

Buna karşın ortada pembe bir tablo olmadığını liderlerin kendileri de itiraf etmekten çekinmiyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in anlaşmayı “yutulacak acı bir hap” olarak nitelediğini belirtmek yeterli olacaktır.

AB içi cepheleşme

Kökü Latince olan “frugal” sıfatını Türkçeye “azla yetinen”, “kanaatkar”, “tutumlu” ya da sözcüğün içinden çıktığı dinsel anlamı da biraz yansıtması için “bir lokma bir hırka yaşayan” biçiminde çevirebiliriz. Kulağa gülünç gelebilir ama Avrupa’nın en büyük ekonomilerinden İsveç, Danimarka, Avusturya, Hollanda ve çoğunlukla bu dörtlüyle hareket eden Finlandiya’nın oluşturduğu cephe “frugal” sıfatıyla anılıyor. Bu ülkelerin hükümetlerinin azla yetinip yetinmediğini aslında sırtından geçindikleri emekçi sınıflara sormak gerekirdi ama buradaki bir lokma bir hırka yakıştırması borç yönetimi ve mali disiplinle ilgili. AB içindeki tartışmalarda “frugal” takımı hibe değil kredi dağıtımına öncelik verilmesi gerektiğini savunuyor, niyeti okuması yapanlara göreyse Güney ülkeleri için ellerini taşın altına koymaktan hiç mi hiç hoşlanmıyorlar. Geçen haftaki toplantıda Kuzeyli liderler dağıtılacak hibenin tutarının 375 milyar avroyu geçmemesi konusunda ısrar ettiler ve pazarlığı 390 milyarla kapamayı başardılar.

Pazarlık masasının karşı tarafındaysa hibenin 400 milyardan aşağı kalmamasını isteyen “Akdeniz Kulübü” (Club Med) bulunuyordu. Bu kulüp salgından en çok etkilenen, siyasi istikrara bir türlü kavuşamayan, 2008 krizinin teğet değil yıkıp geçtiği İspanya, İtalya, Portekiz gibi ülkelerden oluşuyor. Güney ülkeleri AB’nin kuzeyinden daha fazla hibe bekliyor ve bu karmaşık siyasi-iktisadi-mali sistemin parçaları olarak birlik içi dayanışmanın herkesin çıkarına olacağını her fırsatta hatırlatıyorlar.

Bu cepheleşmenin bir karikatür olarak algılanmaması gerekir. Birçok ülke bu kamplaşmada yer almaya yanaşmıyor ya da kendi içinde tutarsızlık gösteriyor. Örneğin Almanya ve Fransa’nın bu kavganın iki farklı cephesine yakınsadığı ama “Birliğin abi ve ablası” görüntüsü vermek için uzlaştırıcı bir söylem takındığı görülüyor. Toplantının bir anında Emmanuel Macron’un öfkeyle yumruklarını masaya vurduğu ve “kanaatkar dörtlü”yü inatçılıklarıyla koskoca Avrupa projesini tehlikeye atmakla suçladığı söyleniyor. Fransa Cumhurbaşkanı Kuzey ülkelerinin bu tutumunu bir önceki bütçe görüşmesini yokuşa süren İngilizlerinkine benzetmiş. İngiliz örneği rastgele seçilmiş olamaz. Tersine, Birliğin çözülüşü tehlikesinin bütçe tartışmalarında yakıcılığını hissettirdiğini açıkça gösteriyor. Geçen haftaki tartışmaları bir ara tıkanma noktasına sürükleyen Hollanda içinse kendi mali yapısının hiç de etkili olmadığı konusunda ciddi eleştiriler dile getiriliyor. Bu tutarsızlıklara rağmen AB içinde birbiriyle çelişen çıkarlar gözeten iki ayrı kutbun oluştuğunu söylemek için elimizde birden fazla neden var. Kutuplaşmanın sert iklimini o da tatmış olacak, Hollanda Başbakanı Mark Rutte karşılaşma sonunda “Hepimiz birkaç yumruğu kaldırabilecek kadar profesyoneliz” demecini verdi.

Kuzey-Güney çatlağının derinliği hakkında fikir sahibi olmak isteyenler Erhan Nalçacı’nın şu yazısına bakabilirler:

Kimler ne kadar yararlanacak?

Kurtarma paketinin en çok tartışılan yönü, fonunun toplanması ve dağıtımıyla ilgili. Salgının hızla derinleştirdiği ekonomik krizin daha sert vurduğu ülkelerin fondan daha fazla yararlanacağı konusunda anlaşıldı. Liderlerin uzlaştığı çerçeve şu an için güney ülkelerini daha çok tatmin etmiş gibi görünüyor. 180 bin koronavirüs vakası ve 30 bin ölümle Fransa 40 milyar alacakken salgının en çok sarstığı AB ülkesi olan İtalya (245 bin vaka 35 bin ölüm) toplam fonun yüzde 28’ine denk gelen 209 milyar avroluk (81 milyarı hibe 127 milyarı kredi olmak üzere) destek alacak. Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, ülkesinin (4 bin 166 vaka 201 ölüm) alacağı 72 milyarlık yardımı bir “ulusal başarı” olarak yorumluyor. Balkan liderleri de varılan anlaşmadan son derece memnun. Hırvatistan’ın (4 bin 792 vaka 133 ölüm) alacağı 22 milyar avro, ülkenin yedi yıllık AB üyeliği boyunca yararlandığı toplam desteğin iki katından fazla. Romanya (44 bin vaka 2 bin 187 ölüm) 79,9, Bulgaristan (10 bin vaka 338 ölüm) 29, Slovenya’ysa (2 bin vaka 116 ölüm) 10,5 milyar avro alacak.

Fonun dağıtımı için çeşitli öneriler dile getirildi. Fransa ve Almanya yargı bağımsızlığı ve azınlık haklarını gözetecek bir “hukuk devleti” ölçütü getirmek istese de öneri bu sınavdan muhtemelen geçemeyecek olan Polonya ve Macaristan’ın engeline takıldı. Paketten payına 37 milyar avro düşecek olan Polonya’nın engellediği bir başka öneriyse Varşova’nın henüz imzalamadığı 2050 iklim hedeflerinin “yeşil dönüşüm” fonu için bir önkoşul sayılması yönündeydi. Geçtiğimiz hafta ulusal çıkarların çarpışmasından en büyük zararı AB’nin çevre, eğitim, sağlık, toplum gibi başlıklardaki projeleri gördü. Komisyon başkanı von der Leyen uzlaşılan paketteki sağlık ve araştırma bütçelerinin cılız kalmasından duyduğu üzüntüyü “acı ve pişman olunacak kararlar” olarak ifade etti.

Soldan eleştiriler

Kurtarma paketinin bütün kesimleri mutlu ettiği söylenemez. En çarpıcı eleştirilerden biri Çipras hükümetine bakanlık yapmış olan ve şu sıralar Avrupa sosyal demokrasisini peşine takmaya çalışan Yanis Varufakis’ten geldi. Paketin birlik ruhunu güçlendirdiği iddiasını reddeden Varufakis, tersine bu kararın aslında AB’nin çözülüşünü hızlandırdığını öne sürüyor. Eski ekonomi bakanı bu paketin dikkatleri yaklaşan ekonomik daralmadan ve kemer sıkma politikalarından uzaklaştırdığını, böyle bir kurtarma paketinin kararlı vergi politikalarıyla birlikte kurgulanması gerektiğini, fon tartışmalarında AB’ye kuşkulu yaklaşan siyasi hareketlere bol miktarda siyasi malzeme verildiğini düşünüyor. Benzer bir açıklama Fransız Komünist Partisi (PCF) Ulusal Sekreteri Fabien Roussel’den geldi. Roussel 750 milyarlık anlaşmayı AB’nin federalizme yaklaşması ve kemer sıkma politikalarına boyun eğmesi olarak okuyor. PCF liderinin gönlünden geçen, Avrupa Parlamentosu çatısı altında, devletleri değil de Avrupa Merkez Bankası’nı borçlandıracak, kamu harcamalarını sınırlayan “yapısal reformlar” gerektirmeyecek, devletlerin egemenliğine karşı AB federalizmini güçlendirmeyecek bir çözüm yolu.

Bu iki açıklamada “sola bir şans verseniz biz daha iyisini yapardık” havasını sezmemek elde değil. Kurtarma paketine cepheden karşı çıkanlar da yok değil. İspanya Emekçilerinin Komünist Partisi (PCTE) Merkez Komitesi Avrupa Konseyi’nin anlaşmasını en güçlü biçimde reddettiğini duyurdu. PCTE’nin analizine göre bu anlaşmanın özünde şirketlerin borcunu emeklilik reformlarıyla, çalışma reformlarıyla, kamu hizmetlerinin budanmasıyla kapama hevesi yatıyor. Bütün kapitalist hükümetlerin bu yol haritasında oldum olası uzlaştığının altını çizen açıklamada AB liderlerinin tartıştığı tek konunun ganimetin paylaşılması konusunda olduğu belirtiliyor. PCTE emekçileri uzun erimli bir program çerçevesinde güçlerini birleştirmeye ve burjuvazinin işçi sınıfına açtığı savaşa karşı etkili bir yanıt üretmeye çağırıyor. Fransa’da Komünist Yeniden Doğuş Kutbu (PRCF) da mücadelenin “AB’nin kemer sıkma önlemlerinin adanmış failleri” olan Cumhurbaşkanı Macron, Başbakan Castex ve yandaşlarına karşı bütün alanlarda görülmemiş bir boyuta yükseltilmesine dönük bir çağrı yayımladı.

Avrupalı komünistler boyalı basında çıkan “750 milyarlık anlaşma” müjdelerinde yer almayan “ufak” ayrıntıyı görmüş olmalı. Toplanan bu parayla ne yapılacak? Bu paket kimleri kurtaracak? Ülkelere dağıtılan bu parayı hükümetler olduğu gibi vatandaşa mı dağıtacak yoksa havayolu şirketlerini, enerji tekellerini, sanayi patronlarını kurtarmak için mi kullanacak? AB’nin topladığı milyarlar salgının da krizin de ceremesini çeken emekçilerin sırtındaki yükü hafifletecek mi? 

Bütün bu soruların yanıtını Avrupa’da ve her yerde emek cephesinin örgütlü eylemi belirleyecek.