Yani asgari ücretli bekar işçimiz, “minimum yaşam” için 3.970 lira daha bulmak zorunda.

Her şeyi devletten bekleme, koy kum saatini banyoya

Türk-İş dün açıkladı.

Eylül ayında açlık sınırı 7.245 lira. Asgari ücretin 1.745 lira üstüne denk düşüyor.

Rakam dört kişilik bir aile için.

Aynı ailenin yoksulluk sınırı ise 23.600 lira.

Demek ki bu aile bütün fertleriyle çalışacak ki eve ancak yoksulluk sınırında bir gelir girmiş olacak.

Türk-İş, bir de “yaşama maliyeti” açıklıyor. Bu hesap Ankara’da bekar yaşayan bir kişinin karnını öyle ya da böyle doyurup, yaşamını asgaride sürdürebileceği harcama tutarını gösteriyor.

Bu rakam da 9.469 lira.

Yani asgari ücretli bekar işçimiz, “minimum yaşam” için 3.970 lira daha bulmak zorunda.

Birileri için bahşişten sayılan bu paralar, milyonlarca yurttaş için yokluk sınırında yaşam anlamına geliyor.

Bir tarafta tek bir işte çalışıp dört beş ayrı maaş bağlanan devlet kademelerinden nasipliler, öte tarafta ek iş ya da işler yapmadan tek bir maaş denkleştiremeyen emekçiler var.

Bir avuç patron, sahibi oldukları şirketlerden elde ettikleri milyonlarca dolar kârı kişisel servetlerine eklerken, o şirketlerde işçiler açlık-yoksulluk sınırında, bazen altında çalışmak zorundalar.

***

TL değer kaybediyor.

Fiyatlar doludizgin artıyor.

Alım gücü hızla düşüyor.

Sabit gelirliler yeterli beslenebilmekten bile yoksun.

Yoksullaşma kalıcı yoksulluğa dönüşme tehlikesi taşıyor.

Türk-İş’in sözünü ettiğim raporundaki tespitler bunlar.

İşin çığırından çıktığı anlaşılıyor.

Aslında bu bir düzen ve bu düzende yaratılan zenginliğe el koyan azınlık, öyle insafa falan gelip “biraz fazladan paylaşayım” demiyor.

Neyin nasıl paylaşılacağını, kimlerin nelere sahip olacağını sömüren ve sömürülen iki sınıf arasındaki mücadele belirliyor.

Örgütlü olanın kazandığı bir mücadele bu.

Bu nedenle, sömürülenlerin örgütlülüğünün yükselmediği her gün “insaf” değil, “ayağını yorganına göre uzat” lafını duyacağız.

***

Daha kış başlamadan ısınma ve aydınlatmaya yapılan yüksek zam sonrası geçtiğimiz günlerde bir kitapçık yayınlayan Enerji Bakanlığı da yurttaşa aynısını söyledi.

“Aklınla verimli yaşa” adı koydukları bu kitapçığın içinde akıllara zarar bir liste var.

Ütü bitmeden fişten çek ki kalan ısıyla bir gömlek daha ütüleyebilesin.

Pişirme sonrası fırının kapağını aç ki ortamı birkaç dakika fazladan ısıtabilesin.

Duş süreni birkaç dakikadan fazla tutma.

Tutamıyorsan banyoya kum saati koymayı unutma.

Şaka değil, böyle uzayıp gidiyor...

Bakanlığın “aklınla verimli yaşa” kılavuzunu, varsılların yoksullara “sana verdiğimle yetin” talimatı olarak da okuyabilirsiniz.

Elindekiyle yetin ve tasarruf et!

Sanırsınız işten gelen vatandaş, eve girer girmez aydınlık olsun diye tüm odaların ışıklarını yakıyor, ardından gün boyu kapalı kalan evi havalandırmak için pencereleri sonuna kadar açıyor, sonra ev soğumasın diye peteklerin düğmesini en yüksek ısıya getiriyor, peşinden fırına verdiği portakallı ördeğin pişmesini beklerken, buzlu bardağına viskisini ekleyip yemek saatine kadar jakuzisinde ejder meyvesini ısırarak bol suyla banyosunu tamamlıyor…

Enerji bakanının bizzat kendisinin açıkladığı rakamlardır, 2021 yılında 3 milyon 449 bin 344 abonenin elektriği kesilmiş.

Bunca abonenin elektriği aşırı tüketim nedeniyle değil, normal tüketim ödenebilir meblağlar olmaktan çıktığı için kesildi.

Enerji üretim, dağıtım ve pazarlama şirketlerinin her koşulda kazanmayı sürdürmesi mi, faturasını ödeyemeyen birkaç milyonun elektriksiz kalması mı?

İkincisine banyoyu kum saati eşliğinde yapması önerildiğine göre, sizce hangisi daha fazla önemseniyor?

***

Erdoğan’ın sosyal konut projesini açıklamasının ardından merak edilen konuların başında, asgari ücretle çalışanların bir yandan kira ödeyip diğer yandan konut kredisi taksitini nasıl ödeyeceği geldi.

Yanıtı Şehircilik Bakanı verdi.

Dişini sıkacak.

Biraz ilave mesai yapacak.

Biraz da eşten dosttan borç alacak.

Bu da şaka değil.

Günde on iki saat, üstüne hafta sonu mesai yapıp giderlerini denkleştirmeye çalışıyor insanlar. Şehircilik Bakanı’nın çevresinde baktığında borçlu kimse görmemesi, AKP döneminin bürokratlarının sadece halktan tümüyle kopması değil hallice sermaye sahibi patronlara dönüşmüş olmalarındandır.

Boğazına kadar borç içindeki vatandaşa, tasarruf önermenin başka izahı olması gerek.

***

Tasarruf gerekiyor bu ülkeye.

Bu denli zenginliğin içinde bu kadar büyük bir eşitsizlik varsa, hem de en büyüğünden gerekiyor.

İsraf var çünkü.

Ama öyle yurttaşın açıp kapadığı elektrik düğmesinden değil israf. Sanayiden hizmete, tarımdan inşaata faaliyet gösteren yüzlerce şirkette elde edilen karın birkaç ailenin cebini doldurmasından. Halkın temel ihtiyaçları olan eğitimi, sağlığı, barınmayı, ısınmayı, aydınlanmayı, kişisel ve toplumsal gelişimi, kültürü ve sanatı ticaretin konusu yapıp, bunlardan elde edilen kazancın bir avuç sömürücünün kasasına yığılmasından. Siyasetin ve diyanetin ticarete bağlanmasından, yolsuzluktan, hırsızlıktan ama en çok da sömürüden.

Biz de devletten beklemeyeceğiz. Hepsinden tasarruf edeceğiz.