Ne diyoruz; laik bir yaşam için, daha iyi bir yaşam, daha iyi bir ülke ve dünya yolunda tüm insanlık için, tek gerçek ve somut hedef olan sosyalizme ulaşma yolunda emekçiler ayağa kalkmalı.

Din dersi kararı üzerinden Türkiye durumları-II

Anayasanın 24. maddesi yorum, öğreti ve uygulamalarla bir arada değerlendirildiğinde, “din kültürü ve ahlak öğretimi”nin ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu olduğu halde bir dinin bir mezhebinin “eğitim ve öğretimi”nin isteğe bağlı olup, istenmeden okutulamayacağı; oysa isteğe bağlı olan dersin de zorunlu ders gibi gösterilerek okutulduğu üzerinden yürütülen tartışmalar, geçen hafta değinilen son AYM kararında özetlendiği gibi yargı kararlarını da etkiliyor. Ama öğrencileri ve eğitimlerini daha çok etkiliyor.

Anayasanın aynı buyurucu hükmüne karşın, mahkeme kararlarının etkileme ve etkilenme yüzeyselliği ve çelişkileri sürüyor. Laiklik amacına ulaşmayan, siyasal iktidarın istediği gibi yönetebildiği durum yargının getirildiği yeri de açıklıyor. İlkokul dördüncü sınıfta başlayan bireysel hak arayışının ancak üniversiteyi bitirme yaşında sonuçlanabiliyor olması yargının durumunu gösteren örneklerden yalnızca biri.

AYM kararında da değinilen, konuyla ilgili Danıştay kararlarındaki gelgitlerin beş dönemi, yargıdaki kafa karışıklığını değil, yargının düzenle uyumunu anlatıyor. AYM’nin din eğitim ve öğretimi üzerinden değil, dini inanç ve kanaati açıklamaya zorlamama hakkına bağlı olarak kanuni temsilcilerin eğitim ve öğretimde dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini isteme hakkının ihlali üzerinden karar vermesi de benzer durumu gösteriyor.

AYM, hem laiklik ilkesi üzerinden bir değerlendirme yapıyor hem de Anayasadaki isteğe bağlılığın özünü görmezlikten geliyor. “Din dersi var, istemeyen almasın, almamak için dilekçe versin, neden almak istemediğini de dini ve felsefi inancını açıklayarak bildirsin” tavrındaki muafiyet ile “dini inancım ya da inançsızlığım ne olursa olsun bir açıklama yapmaksızın din dersi almak istiyorum, istemezsem bu dersi veremezsiniz” tavrı aynı değil. Din dersini isteyen okuyacak, bunun için de eğitim öğretim dönemi başında istek bildirilecek,  istemeyenin dilekçe vermesine gerek yok. Bu kadar net.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (İHAM) ilgili kararlarından destek alan AYM  hak ihlali gerekçesiyle yetinmiyor, kendisinin kuruluşundan 2012 yılına kadar laiklik konusunda aldığı ilkesel kararları yok sayarak, laikliği yok eden din özgürlüğüne dayalı kararlarını anımsatmadan da geçmiyor. Böylece kendi gelgitini de açıklıyor.   

Bir Anayasa hükmünü zaman dilimlerine uygun yorumlarla eciş bücüş eden, bununla da “özgürlükler yargısı” diye övünen bir yargının egemen siyasete ve siyasal iktidara uyumu, kimi akademik değerlendirmelerin bu uyuma desteği her durumda liberalizmi işaret ediyor.

Laikliği din özgürlüğüne, din özgürlüğünü de bir dinin bir mezhebine sıkıştırarak yok eden tavır, ilkeyi ve ilkeli olmayı keyfiliğe teslim etmektir.      

1982 Anayasası bir zorunluluk getiriyor, hem de öyle getiriyor ki zorunlu tutmadığı eğitim öğretim bile zorunlular arasına yerleşiyor. 12 Eylül darbesi sonrasından bugünlere gelen gelgitler bu hukuksuz tercihe dayanıyor,  siyasal İslamdan besleniyor.

İlerlemeci, aydınlanmacı, laik Cumhuriyetin üzerine yığılan ihanet okları, din özgürlüğünü kalkan olarak kullanırken, daha ilkokuldan, hatta Kuran kurslarıyla anaokullarından başlayarak çocukları ve gençleri de kullanıyor; yıkıma eğitim ve öğretim adı altında dinsele dayalı, bilimden uzak eğitimsizlik de katılıyor.  

Atı alan Üsküdar’ı geçti. Mahkemeler gelgitleri oynuyor. Son noktalar İHAM ve AYM kararlarıyla konuluyor ama AYM laiklik üzerine verdiği ilke kararlarından din özgürlüğü adıyla dönüşünün üzerini örtmekten de kaçınmıyor. Din özgürlüğü adı altında İslam dininin bir mezhebi baskın kılınıyor, inanmayanların hak ve özgürlüğü görmezden geliniyor, laikliğin eritilerek yutulmasına devam ediliyor. Bir ya da birkaç yargı kararı sorunu çözmeye, laikliği korumaya yetmiyor.

Dini inanç özgürlüğü ve inanmama özgürlüğü ile dinin devlete, siyasete, hukuka, eğitime el atmaması ilkesi çelişmez. Gerçek laiklik ve ona dayanan din özgürlüğü bu bakışa dayanır. Laiklik olmadan inanma ya da inanmama özgürlüğü olmaz.         

AYM ve İHAM son karar organları olduğuna göre başvurudaki öğrenciye yapılan ama makul yargılama süresinin toplam on iki buçuk yılla dayanmasıyla gereği yerine getirilemeyen hak ihlali din eğitim ve öğretimi almak istemeyen diğer kişilere ya da onların çocuklarına uygulanacak mı? Nasıl uygulanacak, hukuk devletinin gereği nasıl yerine getirilecek? Bağlı olarak iş yükünden yakınan AYM ve İHAM bu sorundan ve denetimlerinin amaca ulaşamamasından nasıl kurtulacak?

Ne diyorlar; adı üstünde bireysel başvuru. Yani ders almak istemediğini bildirenler ret yanıtı almaya devam eder, mahkemeler gelgitlerine devam eder, din üzerinden baskı ve yönetme devam eder, eğitimde çürüme ve kandırma devam eder, laiklik elden gider, AYM de İHAM’den aldığı destekle arada bir böyle olumlu ama bireysel karar verir, adı da hukuk devleti olur.

Ne diyorlar; cumhuriyete ve laikliğe geçmiş olsun, gelecek siyasal İslamın ve sermaye sınıfının olsun.

Ne diyorlar; Laiklik değil, din özgürlüğü… Bütün hakların önünde yaşam değil kul hakkı… İdeolojik, siyasal, ekonomik ilişkilerle bütünselleşen bir devletin ve hukukun dinsellikle bulamaç ettiği eğitim, yönetim ve yaşam tarzı…

Ne diyoruz; Anayasaya göre din dersi isteyenler dilekçe verecek ama hadi bu yıl için de yargının baktığı gibi bakalım: 2022-2023 eğitim öğretim yılında din eğitim ve öğretimi almak istemeyenler daha okullar açılmadan, AYM kararını da gerekçe yaparak dilekçelerini yığmalı. Savaşım durmadan sürdürülmeli.

Ne diyoruz; laik bir yaşam için, daha iyi bir yaşam, daha iyi bir ülke ve dünya yolunda tüm insanlık için, tek gerçek ve somut hedef olan sosyalizme ulaşma yolunda emekçiler ayağa kalkmalı.   

Ne diyoruz; 2023 Yeniden…