Sovyet savaş şarkısı 'Turnalar'ın öyküsü

Sözleri Dağıstanlı Sovyet şairi Hamzatov’a, bestesi Y. Frenkel’e ait meşhur Sovyet savaş şarkısı “Turnalar”ın öyküsü... D. Hvorostovskiy, M. Magomayev ve İ. Kobzon gibi büyük Sovyet tenorları tarafından da seslendirilen eserin öyküsü, ABD’nin attığı atom bombaları nedeniyle Hiroşima’da hayatını kaybeden “kız çocuğu” Sadako Sasaki’den Büyük Anayurt Savaşı’nda hayatını kaybeden Sovyet askerlerine…

Reşat Bilici

"Turnalar" şarkısının çeşitli versiyonlarını yazı içinde paylaşıyorum. Okurlar, yazıyı okurken bir yandan da eseri dinleyebilirler. 

“Turnalar” şiirinin yazıldığı ve bestelendiği süreçle ilgili olarak, şair Hamzatov ve bestekâr Frenkel’den yapılan alıntılar ve turna simgesinin yer aldığı anıtlara dair bilgilerin bir kısmı, Elena Polyudova’ya ait “Soviet War Songs in the Context of Russian Culture” kitabından derlenmiştir. 

1968 yılında Sovyetler Birliği’nde “Yeni Dünya” (Novy Mir) adlı bir edebiyat dergisinde, “Bazen bana öyle gelir ki, kanla sulanmış savaş alanlarından geçemeyen süvariler topraklarımıza uzanıp kalmaz, beyaz turnalara dönüşür onlar,” ifadeleriyle başlayan bir şiir yayımlandığında, şairi dâhil hiç kimse bu eserin Sovyetler Birliği’nin en meşhur savaş şarkılarından biri olacağını bilemezdi.

Anadili olan Avar dilinde şiirler yazan Dağıstanlı Sovyet edebiyatçısı Resul Hamzatoviç Hamzatov, daha sonraları, “Bu şiiri yazarken, onun şarkı olacağı aklımdan bile geçmezdi,” diyecekti. “Turnalar” (“Juravli”) şiiri o kadar çarpıcıydı ki, Nahum S. Grebnev’in Rusça çevirisiyle yayımlanır yayımlanmaz, Sovyet şarkıcısı ve aktörü Mark Naumoviç Bernes’in dikkatini çekmiş ve Bernes şiirin bestelenmesi için dönemin önde gelen Sovyet bestekârlarından Yan Abramoviç Frenkel’den ricada bulunmuştu.

Dmitriy Hvorostovskiy’in sesinden “Turnalar”

Şiirin bestelenme süreci biraz uzun ve meşakkatli geçmişti. Öyle ki, melodiyi seslendirecek olan Bernes, Hamzatov’dan, Nazilere karşı savaşan tüm Sovyet toplumunu temsil etmesi amacıyla şiirin orijinal versiyonunda geçen “süvariler” (“dzhigit”) sözcüğünün “askerler” ifadesiyle değiştirilmesini de istemişti. Şair Hamzatov bu isteği yerine getirdi. 

İzleyen yıllarda kendisiyle yapılan bir röportajda, Frenkel şöyle diyordu: “Hemen Bernes’i aradım. Çabucak geldi, şarkıyı dinledi ve ağladı. ... M. Bernes, ‘Turnalar’ı çok hasta olduğu bir sırada kaydetti. Bu onun son kaydı, son sanat eseriydi.” Efsaneye göre nasıl kuğular ölmeden önce son kez en güzel ötüşlerini icra ediyorlarsa, Bernes de kanserle olan savaşını kaybetmeden hemen önce bu büyük eseri icra etmiş olacaktı.

Eseri ilk seslendiren Mark Bernes’in sesinden “Turnalar”

Bazı kaynaklara göre, kanserle savaşan Bernes, Dağıstan’ın yerel renklerini de eserlerine yansıtan Hamzatov’un söz konusu eserinde geçen “Sürünün içinde bir boşluk görüyorum,
kim bilir, belki de artık benim sıramdır. Gün gelecek, turnalarla birlikte ben de yüzeceğim o kül rengi pusun içinde. Kuşlar gibi süzülüp gökyüzünde, yeryüzünde bıraktıklarıma sesleneceğim,” dizelerinde kendi kaderini görüyordu. Nitekim 1969 Temmuz’unda şarkının kaydedilmesinden bir ay sonra, Bernes hayata veda edecekti.  

Dmitriy Hvorostovskiy, Müslim Magomayev ve İosif Kobzon gibi büyük Sovyet tenorları tarafından da seslendirilen eserin müziğe dökülme süreci bile o kadar dramatikti ki, şiirin yaratım sürecinin öyküsüne henüz gelebiliyoruz. Şair Hamzatov’dan dinleyelim:

“Her edebî eserin, bilhassa da eser sahibinin acılarından yola çıkılarak yaratılan eserlerin, kendilerine ait bir tarihi vardır. ‘Turnalar’ şiiri de bu bağlamda bir istisna oluşturmuyor. Japonya’ya yaptığım ziyaret sırasında, Hiroşima’daki beyaz turnalar anıtını görmüştüm. Japonların inancına göre, hastalık çeken bir insan bin adet origami turna kuşu yaparsa iyileşebiliyormuş. Hiroşima’dayken, nükleer bombaların etkilerine maruz kalan küçük bir kız çocuğunun öldüğünü öğrendim. Bin tane kağıttan turna kuşu yaparken ölmüş. ... Bu hikâye beni çok sarsmıştı. Tam o sırada, Japonya’daki Sovyet Büyükelçisi bana annemin ölümünü bildiren bir telgraf yolladı. Derhal Moskova’ya uçtum; uçakta annemi düşünürken, geçmiş yıllarda kaybettiğim babamı ve savaşta ölen erkek kardeşlerimi de anımsadım. Ve origami yapan bu Hiroşimalı kız hafızamdan hiç çıkmadı. Şiirin nasıl doğduğunun öyküsü işte böyledir.”

Müslim Magomayev’in sesinden “Turnalar”

Geçerken belirtmekte fayda var; Hamzatov’un sözünü ettiği Japon kız çocuğu, Sadako Sasaki’ydi. İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri ve mağlupları belli olmasına rağmen, ABD yeni dönemin emperyalist lideri olacağının işaretini vermek üzere, 1945 Ağustos’unda mağlup taraflardan Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atmıştı. 

Nükleer bombaların tarihte ilk kez denendiği bu saldırı sırasında, Sasaki henüz iki yaşında bir bebekti ve ardından binlerce yaşıtı gibi radyoaktif kalıntılar yüzünden lösemi hastalığına yakalanmıştı. Bazı kaynaklara göre, Sasaki bin adet kağıttan turna katlama işini tamamlayamadan hayatını kaybetmişti. Başka kaynaklara göre ise, henüz on iki yaşındayken hayata veda ettiğinde yalnızca 644 origami katlayabilmiş, kalanını da onun ölümünden sonra arkadaşları tamamlamıştı. 

İosif Kobzon’un sesinden “Turnalar”:

Komünist şair Nâzım Hikmet’in kaleminden çıkan ve dünya genelinde en bilinen şiirlerinden biri olan “Kız Çocuğu” şiirinin, Sasaki’nin dramatik öyküsünden yola çıkılarak yazıldığı yönünde iddialar var. Nitekim ABD’nin ilk kez Hiroşima’da fiilen “test” ettiği nükleer bombanın kod adı “Little Boy” (“Küçük Oğlan Çocuğu”) idi. Başka bir iddiaya göreyse, Nâzım, Japon ressamlar Iri ve Toshi Maruki çiftinin elinden çıkan eserlerden ilham alarak “yedi yaşında bir kızım”, ve “teyze, amca, bir imza ver” gibi dizelere imza attı. Maruki çiftinin elinden çıkan “Hiroşima Panelleri” adlı bu sergide, nükleer saldırıların yarattığı dehşet tablolara yansıyordu. Nâzım’ın söz konusu şiiri yazarken esinlendiği kaynaklarla ilgili bilgileri ayrıntılı bir biçimde araştırdıktan sonra, bu konu özelinde, ileride daha derin ve detaylı başka bir yazı da yazabiliriz. 

***

Sözleri Hamzatov’a, bestesi Frenkel’e ait olan “Turnalar” şarkısı o kadar meşhur olmuştu ki, eserin sözleri ve uçuşan turnalar imgesi anıtlara, heykellere ve hatıra pullarına kazındı. Leningrad kuşatmasında yitirilen Sovyet askerlerinin ve yurttaşlarının yer aldığı Nevskoye askerî mezarlığının bulunduğu alana 1970’lerin sonunda “Turnalar” adını taşıyan bir anıt dikildi. Gökyüzünde süzülen turnaları betimleyen anıt, Büyük Anayurt Savaşı’nın kahramanlarına adanmıştı.

“Turnalar” anıtı: Nevskoye askerî mezarlığı, St. Petersburg, Rusya.

Turna imgesini taşıyan bir başka anıt, 1982’de Rusya’nın Saratov kentine dikildi. “Zafer Parkı” adını taşıyan ve kentin üstünde adeta antik bir akropol gibi yükselen kompleksin en tepesine inşa edilen anıt, şehrin her yanından görülebiliyordu. Dikine yükselen anıtın alt kısmında beş adet, basamaklar şeklinde ilerleyen platformlar bulunuyordu ve her bir basamak dört yıllık savaşın her bir yılını simgeliyordu. Beşinci ve son basamak ise Zafer Günü’ne ve zaferi getiren isimsiz kahramanlara adanmıştı. 

Kırk metre yüksekliğindeki mermer sütunların en üst kısmındaysa yine turnalara rastlıyoruz: Altın renkli bir yıldızın etrafında süzülen, yine altın renkli on iki adet turna. Yıldız faşizme karşı zaferi, turnalar ise hayatları pahasına zaferi getiren ölümsüz savaş kahramanlarını betimliyor. “Letit, letit po nebu klin ustaliy”: “Yorgun sürü uçuyor, uçuyor gökyüzünde”.

Nazilere karşı kazanılan zafere adanan “Zafer Parkı” ve “turnalar” silüeti: Saratov, Rusya. 

Turna imgesinin ünü Sovyetler Birliği’nin her tarafına yayılmıştı. Rusya’dan Kazakistan’a, oradan Dağıstan’a ve Özbekistan’a kadar her yerde turna sürüleri uçuşuyordu. Geçmişin izini taşıyan turnaların kat ettiği mesafe sosyalizmin ülkesinin sınırlarını aşmış, bütün dünyaya ulaşmıştı. Artık yalnızca Sovyetler Birliği’nde değil, Hollanda’dan ABD’ye kadar her yerde onlara rastlıyorduk. 

1941-1945 yıllarında, Büyük Anayurt Savaşı’nda hayatını kaybeden Sovyet askerlerine adanan anıt: Plummer Parkı, Los Angeles, ABD. 

İnsan dediğimiz varlık, binlerce yıldır ne zaman geleceği görmek istese gökyüzüne çevirir yüzünü. Doğanın diyalektiğidir; geleceği görmek için gökyüzüne bakıyoruz, ne zaman gökyüzüne baksak aslında geçmişi görüyoruz. Gökyüzünde uçuşan turnalar, geçmiş muharebelerde hayatını yitiren kahramanları bugüne ve geleceğe taşıyor; turnalar, kolektif hafızamızı canlı tutuyor. 

Bütün dünyayı sarsan bu salgın günlerinde, insan türünü, diğer bütün canlı türlerini ve üzerinde yaşadığımız yeryüzünü daha bir incelikle düşünüyor; yaşamı, ancak ve ancak eşitliğin ve özgürlüğün hâkim olduğu bir dünyada layıkıyla sürebileceğimize kani oluyoruz. Eşitlik ve özgürlük mücadelesinde, komünizmin yolunda yitirdiğimiz öncüllerimizi daha iyi anlıyor, onların eşsiz hatıralarını özlemle yâd ediyoruz.  

Bugünü ve geleceği anlamlı kılmak için geçmişe bakıyoruz. Geçmişin mücadelelerini ve yitirdiklerimizi, bugünü ve geleceği inşa etmek için hafızamızda canlı tutuyoruz. Gökyüzüne bakıyoruz ve sosyalizmin ana yurdunu savunmak için canlarını ortaya koyan on milyonlarca insanı hatırlıyoruz. Uçuşan turnalar halinde aramızda dolaşan kahramanların öyküsünü geleceğe taşıyoruz... 

Şimdi şiirin kendisine sıra geldi. Bu Türkçe çeviri, eserin orijinal Rusça versiyonundan yapılan çeşitli İngilizce çevirilerle karşılaştırmalı olarak “serbest” bir biçimde tercüme edildi.

Bazen bana öyle gelir ki, 
kanla sulanmış savaş alanlarından geçemeyen askerler 
topraklarımıza uzanıp kalmaz, 
beyaz turnalara dönüşür onlar.

Ondandır, o eski zamanlardan beri 
göklerde uçup usul usul haykırırlar.
Ondandır, ne zaman gökyüzüne baksak,
duyumsarız o hüzünlü sesleri sükûnet içinde.

Uçuyor hâlâ yorgun turna sürüsü kanat çırparak,
özgürce gezinip alacakaranlığın içinde süzülüyor. 
Sürünün içinde bir boşluk görüyorum,
kim bilir, belki de artık benim sıramdır.

Gün gelecek, turnalarla birlikte 
ben de yüzeceğim o kül rengi pusun içinde.
Kuşlar gibi süzülüp gökyüzünde,
yeryüzünde bıraktıklarıma sesleneceğim. 

Bazen bana öyle gelir ki, 
kanla sulanmış savaş alanlarından geçemeyen askerler 
topraklarımıza uzanıp kalmaz, 
beyaz turnalara dönüşür onlar.