KİTAP | Bugünün Yaban'ı

1920’lerin burjuva aydını Ahmet Celal dahi 21. yüzyıl entelektüelinden daha ilerici bir pozisyonda olmayı başarmıştır.

Kübra K.

Cumhuriyet’in 30’lu yıllarında kaleme alınan romanların birçoğunda emperyalist işgal altındaki Anadolu insanının yoksulluğun, kimsesizliğin pençesinde can çekişen yaşamöyküsünü okuruz. Cumhuriyet yazarlarının romanlarına konu ettiği Anadolu yaşamı çoğu zaman kendi deneyimlerinden süzülmüş birer eser olarak ortaya çıkmıştır. Bunlardan bir tanesi de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban isimli romanıdır. Memleket savaşla birlikte hızla değişime uğramaya başlamıştır. İkame ettiği konum itibariyle Cumhuriyet dönemi aydını için Ankara dahi Anadolu bozkırının bir parçasıdır. 

Savaşın yoğun olarak devam ettiği 1921-22 yıllarında işgalin yıkımlarını incelemek için Batı Cephesi Komutanlığı tarafından, Tetkik-i Mezalim Heyeti adında bir komisyon kurulur. Zulümleri İnceleme Komisyonu adını taşıyan bu heyetin içerisinde Halide Edip Adıvar, Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi isimler yer almaktadır. Yakup Kadri, Tetkik-i Mezalim heyeti üyesi olarak 1921’de Haymana/Sivrihisar civarında yaptığı incelemelerin ardından on yıl sonra 1932’de Yaban romanını yayımlatacaktır.1

1927 yılında TKP’den ayrılan parti yöneticilerinin 1932 yılında çıkarmaya başladıkları Kadro isimli derginin sahibi Yakup Kadri’dir. Roman ilk kez Kadro dergisinde yayımlanmıştır. Derginin ideolojik angajmanı Kemalizm’dir. Yalçın Küçük, Bilim ve Edebiyat adlı kitabında Kemalizm ideolojisinin 1930 Türkiye’sine dayandığını söylemektedir. “Kemalist ideolojinin geliştirilmesini Kadro dergisi üzerine aldı. Edebiyatını da Yaban başlattı. Bu yüzden Kadro dergisi, Yaban’ın çıkışını “işte roman” diye karşılamıştır. Yaban, iktidarın kendi düzenini oturtmak için ve halkçılık adına köylülüğe dayanmayı politika olarak seçtiği dönemde bu politikaların en önemli araçlarındandır. Türkiye aydınına sınıfsızlığı ve köyü göstermiştir,” diyerek roman hakkındaki görüşlerini ifade etmiştir.2

Romanın tarihselliği 1. Dünya Savaşı – Sakarya Savaşı arasındaki döneme oturmaktadır. Haymana/Porsuk Çayı civarında geçen roman, kahraman bakış açısı ile anı/günlük türünde kaleme alınır. Yakup Kadri romanda üç tip yaratmıştır. Ahmet Celal, Cumhuriyet aydınını; köylüler, kayıtsızlığın ve yoksulluğun pençesinde çırpınan Anadolu halkını; Salih Ağa ise sömürge gücü temsil eder. Görünen kısımda daha çok Ahmet Celal’in köylülerle olan ilişkilenme biçimi betimlense de romanın arka planında milli mücadele dönemi işlenmektedir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında sağ kolunu kaybeden paşazade Ahmet Celal yaşadığı iç çatışmalar ve utanç hissiyatından kaçarken kendisini emir eri Mehmet Ali’nin köyünde bulur. Milli mücadele dönemini köylünün yanında dayanışma ile geçirmek arzusu taşıyan aydınımız yaşayacağı hayal kırıklıklarından habersiz bir şekilde buraya gelir. Aklı hâlâ cihan harbinde kalan Ahmet Celal, bir gazete aracılığıyla burada da savaşın akıbetini anbean takip etmeye çalışır. Savaşın seyrine dair o kadar heyecan ve umut besler ki yaşadığı bu duyguların, bölüşmeye çalıştığı heyecanının karşılığını köylülerin yüzünde göremedikçe kaçıp kurtulmaya çalıştığı yalnızlığın daha çok içine çekilecektir. Çünkü onun yalnızlığının sebebi sadece memleketin kurtuluşuna dair ortak bir heyecan duygusunun yoksunluğundan kaynaklanmıyordur. Ahmet Celal bu köyün içine girmiş bir “yabandır”. Köylü ile aralarında her geçen gün mesafe oluşmasına sebep olacak alışkanlıkları bulunmaktadır. Düzenli tıraş olması, dişlerini fırçalaması, saçlarını taraması köylü tarafından garip karşılanır. Mehmet Ali’nin de söylediği gibi her gün okuduğu kitap bile köylüler tarafından geceleri büyü yapıyor olarak algılanacaktır. Yalnızlık, sınıflı tüm dünya aydınlarının alamet-i farikasıdır.3 Onun bu köy toprakları ve insanı ile arasında kuracağı tek güzel duygu Emine’ye karşı duyacağı aşk olacaktır. Fakat o da başkası ile evlendirilir.

Ahmet Celal köye ilk geldiğinde kendileri için kolunu feda ettiğini düşündüğü bu insanlardan takdir göremediğinde de aynı hislere kapılmıştır. Tüm bunlar, ona aydınların halkın arasında pek de ehemmiyetli bir yeri olmadığını düşündürecektir. Köy halkı, ülkenin doğusunda tahayyül edilenin ötesinde bir yaşam sürmektedir. Onlar için mülkiyet kavramı her şeyin üzerindedir. Ahmet Celal bunu, Salih Ağa ile köylünün arasındaki sömürüye dayalı ilişkiye baktığında anlayacaktır. Savaş iyice kızışmaktadır, köylünün bütün hadiselere karşı kayıtsız kalması, halife ve padişahın kendilerini desteklediklerine inandığı bu düşman askerlerine karşı duyduğu sempati Ahmet Celal’i derinden sarsacaktır. Burjuvazi emekçi sınıfın örgütsüz ve bilinçsiz tavrı karşısında her zaman gericilikten destek alır. İktidarını sağlama almak için feodalizmden kendisine daha fazla şey devşirir. Bu yüzden şeyhlerin, ağaların etkisi de milli mücadele zamanında ve sonrasında Anadolu köylüsü üzerinde büyük bir etkiye sahip olacaktır. Tebaa, ümmet olmak anlayışından sıyrılamayan köylüde milli uyanış Ahmet Celal’in istediği hızda ilerlemez. Düşman askerleri köye yaklaştıkça halk kendisini olan bitenden azade tutabilecek bir inanç sistemiyle hayata kaldıkları yerden devam etmeye çalışır. Fakat her şey düşman askerlerinin bu topraklara adım attığında gerçekleştireceği felaketlerle gün yüzüne çıkacaktır. Talan edilen, yakılan bu köyün içerisinde evleri yağmalanan, ırzına göz dikilen insanlar çareyi kaçmakta bulacaklardır. Köy meydanı içerisinde yaşanacak kargaşayı fırsat bilen Ahmet Celal ve Emine kaçarken askerlerin sıkacağı kör kurşunun hedefi olurlar. Yaralı bir şekilde ağır aksak mezarlığa kadar ilerlemeyi başarırlar fakat şafak sökmeye başladığında gerçekler de gün yüzüne çıkacaktır. Kalçasına aldığı kurşun yarasından ötürü hareket edemeyen Emine yolun geri kalanına da devam edemeyecektir. Koynundan hatıra defterini ve kalemini çıkarıp Emine’ye teslim eden Ahmet Celal tek başına yarı aç, yarı tok bir şekilde meçhule doğru yol alacaktır.

Suat Derviş, Yeni Edebiyat dergisindeki roman incelemesinde Yakup Kadri’nin yanlış hükümlerle bir çıkmaza saplandığı görüşünü savunmaktadır. 

Köylülerimizdeki mahallilik eski saltanat ve derebeylik rejimlerinin zaruri bir neticesi olduğu kadar köylerde hissedilen yabancılık da şehirle köy arasındaki ekonomik sosyal münasebetlerin tabii bir sonudur. Sarayların kalın duvarları ile Anadolu köyünden kendisini ayrı tutan saltanat İstanbul’unun aydınları, Türk köylüsüne mütehakkim bir bakışla yüksekten bakmaktadır. Ahmet Celal bu yüzden hodbin bir karakterdir. Yakup Kadri’nin eserinde mevcudiyeti ile iftihar ettiği milli duyguyu milletsiz tasavvur etmek mümkün müdür?4

Suat Derviş’e göre Ahmet Celal karakteri bahsedilen bu sosyal oluşumu doğuş sebepleri ve tekâmül seyri ile görememektedir. Bu yüzden bir çıkmaz içine girmesi de kaçınılmazdır.

Ahmet Celal karakteri özelinde güncelliğini koruyan o soruyu tekrar hatırlatmakta fayda vardır: Aydın kime denir? 
Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler kitabında bu soruya şöyle cevap vermektedir: 

Aydın, aklını kullanarak mücadele eden insandır. Uyumsuz olabilendir. Çünkü aydın tanımı gereği gelişen kimsedir. Aydın gelişirken içinde yaşadığı toplumu geliştirmesini de bilendir, geliştirmeyen kişi aydın olamaz.5

Aydın içinde yaşadığı dünyaya karşı sorumludur fakat kökü yaşadığı topraklardan başka bir yerde değildir. Gerçeklere sınıf bilinci ile bakmadığında sonu Ahmet Celal gibi bedbinlik olacak aydının görevi koşullara boyun eğmek değil bulduğu her fırsatta gerçeği haykırmak, karanlığa karşı çözüm yolu sunmaktır. Çünkü aydın içinde bulunduğu toplumun karanlıktaki feneridir. 

1980’in ardından yükselişe geçen neoliberalizmin ideolojik yansıması postmodernizm olmuştur. Aklın ve bilimin reddi üzerine inşa edilen bu ideolojik yansıma aydınlanma doktrininin yerini almıştır. Aydınlanma karşıtı postmodernist felsefe toplumsal yaşamda gericiliği perçinlemiş, romanlarda ise kendi iç çelişkilerini çözme kaygısı taşıyan toplumdan yalıtık bireylerin hikâyelerini anlatmıştır. Zaman içerisinde memleketine, insanına, çağına karşı sorumlu olan aydın tipolojisinin yerine kişisel gelişiminden başka bir şey düşünmeyen “entelektüel” kimliğini oturtmuştur. Gelişimi ve derdi yalnızca kendisi ile sınırlı olan, toplumsal çürümenin önünde ideolojik bir duvar öremeyen, sorumluluktan kaçan entelektüel/yarı aydın kesim ise bu çürümeden kendi payına düşeni almıştır. 

Bu bakımdan 1920’lerin burjuva aydını Ahmet Celal dahi 21. yüzyıl entelektüelinden daha ilerici bir pozisyonda olmayı başarmıştır. Çünkü o toplumla bağını kurabilmiş, Anadolu insanının bulunduğu durumdan en sonunda kendisini sorumlu tutarak gerçeklerle yüzleşebilmiştir.

  • 1. EROL, Mustafa, “Yaban ve Tetkik-i Mezalim Heyeti Raporları”, Türk Dili, S 664. Derleyen: : Abdullah KIRAN, Atatürk Ansiklopedisi, Tc Kültür ve Turizm Bakanlığı
  • 2. Küçük, Yalçın, Bilim Ve Edebiyat, Tekin Yayınevi, Ankara, S. 32
  • 3. Yalçın Küçük, Bilim Ve Edebiyat, İstanbul:1985, syf. 137
  • 4. Suphi Nuri İleri, Sosyalist Gerçekçilik, İstanbul: 1998, s. 244-246
  • 5. Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler, İstanbul:2011, s.181