Acemoğlu’nun tasarımı geleceği temizlemek özlemini içeriyor. Ama bugünkü bozuklukların kökenindeki katı çekirdeği, dünya sisteminin hegemonik, asimetrik ilişkilerini görmediği için de hayalperest kalıyor.

Korona sonrasında dünya: Hayalperest bir öneri

Daron Acemoğlu, Project Syndicate’te ilginç bir yazı yayımlamış (23 Haziran 2020). Başlığını, Büyük Borç Temizliği (“The Great Debt Cleanup”) olarak Türkçeleştirebiliriz.

“Yükselen ekonomiler”in 7,5 trilyon dolara ulaşan dış borçları, salgın nedeniyle daha da yükselecektir. Korona sonrasında bu borç yükü ödenebilecek mi? Ne yapmalı? Yazı, bu soruna yanıt arıyor. Türkiye’yi de kapsayan doğru, ama eksik tespitlerden hareket edip hayalperest bir öneriyle son buluyor. 

“Korona sonrası dünya…” tartışmalarını gözden geçiriyorum. Acemoğlu’nun yazısı da bu çerçeveye oturuyor. Değerlendirelim.

Doğru tespitler…

Yazı, şu soru ile başlıyor: “Uluslararası sermaye hareketleri, Güney coğrafyasında finansal kurumların gelişmesine  katkı yapmış; böylelikle yatırımları ve büyüme temposunu yükseltmiş midir?”

Bu soruyu olumlu yanıtlayan kimi finans çevreleri, kapsamlı “borç silme” operasyonlarına karşı çıkmaktadır. Uluslararası tahvil piyasalarının sağladığı “disiplini” zedeleyeceği için…

Acemoğlu, bu görüşe karşıdır. Aktarıyorum: “Uluslararası finansal akımların yatırımları ve büyümeyi desteklemesi değil, yükselen piyasalara çalkantı getirmesi daha olasıdır… Piyasa disiplininin, otokratları (‘autocrats’) ve popülistleri sermaye kaçışı tehdidi ile sınırlayacağı iddiası da yanlıştır. Uluslararası finans, otokratları frenlemek bir yana, onları desteklemektedir.

Acemoğlu finans kapitali neye dayanarak suçluyor? Baskıcı rejimlerin desteklenmesine ilişkin üç örnek vererek… 

Birinci örnek Güney Afrika ile ilgili: Bu ülkede “Başkan Zuma’nın hırsız (kleptokrat) hükümeti, ülkenin ekonomisini ve kurumlarını boşaltırken yabancı fon girişleri sürüyordu. Onu görevden uzaklaştıran, uluslararası piyasaların disiplini değil, kendi partisi (ANC) oldu.”

İkinci örnek, uluslararası finansın, yükselen piyasalarda yolsuzluğu beslemesiyle ilgilidir: Dev yatırım bankası Goldman Sachs, Malezya’da gerçekleşen 700 milyar dolarlık bir dolandırıcılığın suç ortağıdır.

Üçüncü örnek daha ayrıntılıdır, doğrudan doğruya Türkiye ile ilgilidir: “Erdoğan ülkesinin kurumlarına saldırınca, yatırımlar ve verim artışları geriledi; onu, yabancı yatırımcılar kurtardı. Para girişleri cari işlem açığını karşıladı; tökezleyen ekonomiye destek oldu. Erdoğan da bu sayede iktidarını pekiştirdi; parlamentoyu önemsizleştiren, mahkemeleri kendisine bağlayan bir başkanlık sistemi oluşturdu.” 

Acemoğlu, Türkiye’deki kötü gidişe, uluslararası piyasaların değil iç siyasetin son vereceğini düşünüyor ve geçen yıl büyük kentlerdeki belediye seçimlerini geleceğin habercisi olarak görüyor. 

Önemli eksikler

Daron Acemoğlu’nun, “uluslararası finans baskıcı rejimleri desteklemektedir” teşhisi doğrudur. Bu teşhisi desteklemek için verdiği üç örnek ise yetersizdir. 

Türkiye örneğine aşağıda değineceğim. Diğer iki örnek ise finans kapital / iç siyaset bağlantıları açısından temsilî değildir. Örnekleri değiştirirsek teşhisin de genişletilmesi gerekecektir. 

Bu lekeli sicile ilişkin en zengin örnekler Latin Amerika ile ilgilidir. Bu kıtayı 1973’ten itibaren finans kapitale sınırsız açan dönüşüm, bir dizi kanlı darbeyle başlatılmıştı. 

Demokrasiye dönüş, Latin Amerika’nın yarısında solcu (“pembe”) iktidarlara yol açtı. Birçoğu sonraki yıllarda, finans kapital, ABD devleti ve yerel burjuvazilerin ittifakına dayalı askerî/sivil darbelerle iktidardan uzaklaştırıldı. İki aşamalı bir sivil darbe sonunda on üç yıllık İşçi Partisi’nin iktidardan uzaklaştırılması; faşist Bolsonaro’nun yönetime gelmesi son örnektir. Bu değişiklikleri, istisnasız her ülkede (finans sermayesinin kolektif iradesini yansıtan) borsaların coşkusu izledi.

Dünya sisteminin hegemonik gücü olan ABD’nin rolüne değindim. Sistemin üst-kurumlarını, başta IMF’yi dışlamak da imkânsızdır. Yıllar boyunca “Güney” hükümetlerine, sermaye hareketlerinde sınırsız serbestleşmeyi telkin etmekle kalmayan; bu adımı stand-by programlarının bir ön-koşulu yapan IMF değil midir?

Dolayısıyla Acemoğlu’nun “uluslararası finansın bugünlerdeki sicili anti-demokratiktir” teşhisi doğrudur; ama genişletilmesi  gerekir:

Finans kapital, çağdaş kapitalizmin ve emperyalizmin belirleyici bir öğesidir. Kapitalist dünya sisteminin hegemonik, asimetrik yapısı içinde herkesi, çevre ekonomilerini de etkilemekte; bu hegemonyaya uyum sağlamayan ülkelerde siyaseti anti-demokratik doğrultuda yönlendirmekte; bazen devlet gücü de kullanarak iktidar değişikliklerine katkı yapmaktadır.

Hayalperest bir borç silme tasarımı…

Korona dönemi ve sonrasının dış borçları için Acemoğlu’nun, basit, ancak uygulanması fiilen imkansız bir önerisi var. Aktarıyorum:

Bugünkü bozuk duruma son vermek için yozlaşmış rejimleri kapsamayan borç yapılandırma ve silme biçimlerini araştırmalıyız. Bunun için adil borç verme ilkelerini belirleyecek uluslararası, tarafsız bir kurum düşünülebilir.” 

Bu kurum, böylece, anti-demokratik, yozlaşmış hükümetleri peşinen cezalandıracaktır: “Borçlarınızı tümüyle ödeyeceksiniz!” 

Demokratik ülkelere ait borçlar ise ikiye ayrılıyor: Her ülkenin geçmişinde lekeli, karanlık dönemler olabilir. Bu dönemlerden devredilmiş “kirli borçlar” silinmelidir. Bunların silinmesi, finans sermaye için de ilerisi için uyarıcı olacaktır.

Geri kalan borçlar ise, zamana yayılarak yeniden yapılandırılabilir. Borç ödenmesinin ekonomik ve toplumsal yıkıma yol açabileceği bazı (herhalde en yoksul) ülkelerin borçları tümüyle silinebilir.

Gelelim Acemoğlu’nun değinmediği pratik sorunlara… 

Finans kapitali hizaya getirecek “uluslararası tarafsız kurum” nasıl oluşturulacak? İyimserliğin sınırı yoktur. “Uluslararası topluluk”, bir anlamda emperyalizmden hesap soracak yepyeni bir örgüt kuracak… Belki de var olanlara gidilir. En yakın aday Dünya Bankası’dır. Yıllardan beri Üçüncü Dünya’da yolsuzlukla mücadele konusunda çok deneyimlidir; ama Kamu-Özel Ortaklığı gibi kapkaççı kapitalizmi besleyen düzenlemelerin de mucididir. En azından ülkelere ilişkin siyasal gözlem birikimi zengindir. 

Dünya Bankası veya yepyeni bir Kurum… Görevlerinin başında borç silme uygulamalarından dışlanacak otokrat, yozlaşmış rejimleri tespit etmek yer alacak. Ülkeler (moda olan bir terimle) “demokrasi açığı” bakımından nasıl sınıflanacak? 

Sadece Türkiye’ye bakalım ve yanıtlamaya çalışalım.

Türkiye’nin kritik demokrasi açığı: Ne zaman aşıldı?

Önerdiği düzenlemeye göre Acemoğlu, bugünkü Türkiye’yi, “borç hafifletme uygulamalarında kabul edilebilir eşiği aşmış” bir ülke olarak görmektedir. 

AKP dönemi söz konusu olduğunda Türkiye, kritik “demokrasi açığı”na ne zaman ulaşmıştır? Yazıdaki ipucu, "Erdoğan’ın ülkesinin kurumlarına saldırısı” ifadesinde yer alıyor. Hangi kurumlar, hangi saldırı? İlk akla gelen TCMB özerkliğine saldırıdır. Neoliberal para politikalarını reddeden, 2017’den sonra olumsuz ekonomik sonuçlara yol açan bir dönem… 

Acemoğlu, “demokrasi açığını” neoliberal ekonomik ölçütlerin dışında da aramış olabilir. Yazıda yer alan “parlamentoyu önemsizleştiren, mahkemeleri kendisine bağlayan bir başkanlık sistemi” Türkiye için kritik eşiğin aşılması olarak yorumlanabilir. 2017 referandumu ile kesinleşen Anayasa değişikliği mi?

2017 son adım olabilir; ama 2010 Anayasa Referandumu’nun, bugünkü Başkanlık rejiminin ilk adımı olduğu, artık yaygın kabul görmektedir. 

Cumhuriyetçi çevreler daha köktencidir. Acemoğlu’nun katılacağını sanmam; ama onlara göre siyasal İslamcı bir programın demokrasiyle uzlaşması imkansızdır. Haklı olarak bu “rejim değiştirme” tasarımının 2007’deki Ergenekon kumpası ile açığa çıktığını; “demokrasi açığı” açısından kritik eşiğin en azından o tarihe taşınmasını önereceklerdir.

Bugünden geçmişe bakarak yanıtın ne kadar güç olacağını göstermeye çalıştım. Demokrasi kayıpları adım adım birikerek bugünkü ağır tabloyu oluşturmuştur. Sadece 2017’ye dönüş Türkiye’nin demokrasi sicilini aklayamaz.

Acemoğlu’nun tasarımı geleceği temizlemek özlemini içeriyor. Ama bugünkü bozuklukların kökenindeki katı çekirdeği, dünya sisteminin hegemonik, asimetrik ilişkilerini görmediği için de hayalperest kalıyor.