Halk da dostunu, düşmanını iyi bilmeli. Dünyanın Amerika dahil neresinde olursa olsun, bir insan ya da bir örgüt Amerikancıysa, ABD emperyalizminin yanındaysa, halk düşmanıdır. 

En Amerikancı kim?

Üç hafta önceki ilk yazımızda, bu köşede Türkiye’deki “okumuş karanlık” ile mücadele edeceğimizi, buna karşı bir meşale yakmaya çalışacağımızı vurgulamıştık. 

Bu okumuş karanlığın en önemli özelliklerinden biri, belki de en önemlisi, kişiliksiz, uşakça bir batıcılık, bilhassa da Amerikancılıktır.

Peki, günümüz Türkiye düşün dünyasında belli bir etkiye sahip olan, en Amerikancı öbek ya da “Taraf” hangisi?

Hiç kuşkusuz, halen Fethullahçılardır.

Bu fikir tarikatının Amerikancılığı o denli derin ve sabit ki, örneğin, hareketin en sembolik isimlerinden, polislikten çıkma gazeteci, zamanında Taraf gazetesi köşe yazarı Emre Uslu, ABD üniversitelerinde İsrail soykırımcılığına karşı yapılan eylemlere yönelik polis şiddetine bakıp, “Dünya için neden ABD’nin liderliği Çin ve Rusya liderliğinden daha iyidir sorusunun cevabı yaşanıyor ABD üniversitelerinin kampüslerinde. ABD’de liderler devlet medya yanlış yapınca HALK protestolarla bunu düzeltebilirler ama Çin Rusya Türkiye gibi ülkelerde bu mümkün değil.” diye tweet atabiliyor.1 Bu düzeyde uşakça bir Amerikancılığı ülkemizde yapabilecek başka bir örgütlü fikir öbeği, en azından halihazırda mevcut değil.

Peki, Fethullahçılar değişen koşullar karşısında bu sabit pozisyonlarının bedelini ödemeden önce, halkımızın aklına ve ruhuna nasıl bir zehir zerk etti, hatırlıyor muyuz?

Gelin birlikte hatırlayalım…

***

2002 Kasımında AKP iktidara geldiğinde, emperyalizmin hakim ideolojisi “Medeniyetler Çatışması”ydı. ABD 11 Eylül saldırılarından devşirdiği meşruiyetle Afganistan’ı işgal etmişti ve Irak işgaline hazırlanıyordu; daha genel olarak da Orta Doğu’ya yönelik, içeriği ve sınırları belli olmayan ancak kapsamlı bir müdahale gündemdeydi. Türkiye bu bağlamda emperyalizm tarafından hem diğer Müslüman ülkelere gösterilecek bir örnek, hem de diplomatik, ekonomik ve askeri bir sıçrama tahtası olarak görülüyordu.

Bu konuda kolay yol alınamayacağı hemen dört ay sonra, 1 Mart tezkeresinin meclisten geçmemesiyle kendisini gösterdi. Ancak emperyalizm tarafında da Türkiye’nin ittifak matrisine daha derinden ve kimi bölgesel misyonlarla entegre edilmesi yönünde bir irade mevcuttu. 2004 yılında Orta Doğu konusunda çok önemli kararların alındığı NATO zirvesinin İstanbul’da yapılması bunun en açık göstergesiydi.

Fethullahçı örgüt, tüm bu süreçte hem diplomatik pürüzleri çözme hem de, daha önemlisi, Türkiye’de ideolojik belirlenimleri nedeniyle AKP’ye soğuk duran, ancak liberalizme ve batıcılığa açık kentli, eğitimli kitleleri yaşanacak dönüşüme ikna etme işlevi üstlenmişti. Bu kitlenin önünde sallandırılan havuç AB üyeliği, kullanılan başlıca araç ise Fethullahçı hareketin kendisine yedeklediği sağ ve sol liberal entelijansiyaydı. Bu yedeklenmenin kurumsallaşmış hali, AKP iktidarından önce kurdukları, lansmanını sermaye sınıfının başborazancısı Ertuğrul Özkök gibilerin yaptığı2 Abant Platformuydu. Fethullahçılar söylemekten ziyade söyletiyor, platformda yer alan ve kentli, eğitimli kitleler nezdinde itibar sahibi olan ideologlar sürekli ve kişiliksiz bir AB propagandası yapıyordu.3

Anlatılan öykü özetle şöyleydi: Türkiye’nin bütün sorunları, vesayetçi bir asker-sivil bürokratik elitin kendi ayrıcalıklı konumunu koruyabilmek için Türkiye’yi geri tutmasından kaynaklanıyordu. Sıklıkla açık ya da örtülü biçimde Kemalist olduğu da söylenen bu yapı, serbest ekonomik girişimi devletçilik takıntısıyla, sadece Müslüman çoğunluğun değil herkesin inanç ve ibadet özgürlüğünü laiklik takıntısıyla, Kürt halkının etnik özgürlüğünü üniter devlet takıntısıyla baskılıyor, her türlü gelişmenin önünde takoz oluyordu. Aynı kesim bugün de hem AB üyeliğine hem AKP iktidarına aynı sebeplerden dolayı karşıydı ve bir fırsatını bulsa açılan bu pencereyi kapatır, Türkiye’yi tekrar geçmişin kasvetli yaşantısına geri döndürürdü. 

Fethullahçı gericilerin, ideolojik mücadelenin başlıca arenalarından olan kentli, eğitimli toplumsallığın aklına, liberal entelijansiyayla yaptığı suç ortaklığı çerçevesinde zerk ettiği zehir buydu. 

Bu zehir bünyeye yerleştikçe, kapsamlı bir gerici operasyon için uygun toplumsal atmosfer oluştu. Hrant’ın katledilmesini de cenazesini de tasarlayarak başladılar, Ergenekon operasyonuyla sürdürdüler, 2010 referandumuyla bitirdiler. Aslında yaptıkları, AKP’ye 1923’te kurulan cumhuriyeti öldürmek için ihtiyaç duyduğu ortamı ve silahları sağlamaktı. 

Sonra işler değişti. AKP, Türkiye sermayesinin çıkarlarını ABD emperyalizminin çıkarlarıyla örtüşmeyecek vektörlerde de kovalamaya başladı. ABD’nin Orta Doğu’daki başarısızlıklar ve daha önemlisi 2008 finansal krizi nedeniyle dağılan hegemonyası, Rusya ve özellikle Çin’in yükselişi bunu gerektiriyordu. Ama Fethullahçı örgüt konu Amerikancılık olduğunda esneyebilecek tıynette değildi; çünkü ideologlarının sürekli iddia ettiğinin aksine, Anadolu halkının bağrından organik yollarla doğmamış, ABD emperyalizminin istihbarat ve akademi koridorlarında tasarlanmıştı. Gözlerini kararttılar, Türkiye’yi Rusya’yla savaşa sokacak provokasyonlar yaptılar, tutmayınca iç savaş çıkartmayı denediler.

Yenildiler ve tasarlandıkları yere, ABD’ye çekildiler.  

***

Peki, neden haklarında yazma ihtiyacı hissediyoruz?

Çünkü koşullar yine değişiyor. ABD emperyalizmi Ukrayna savaşıyla birlikte hegemonyasını restore etmeye, ittifak matrisini derleyip toparlamaya başladı. Türkiye burjuvazisi de geçtiğimiz ara dönemde yaramaz çocuk olarak elde ettiği kazanımları cebine koyarak yuvaya, batı emperyalizminin hiyerarşisindeki yerine dönüyor. Dolayısıyla, Türkiye dış politikasında tekrar Amerikancı bir dönem açılırken, iç siyasette de tümü kendi meşrebince Amerikancı olan partiler arasında bir “yumuşama” (dilerseniz Pax Americana) atmosferi oluşuyor.4

Devrimci olmayan her siyasi yönelim, ilerlemek için aşırısına ihtiyaç duyar. AKP’nin İslamcılığı görece yontulmuştur ama şeriatçı tarikatları koçbaşı olarak kullanır, ya da sermaye çıkarları için Rusya ve Çin’le yakınlaşırken Perinçekgilleri, Avrasyacı bir takım asker eskilerini kendisine yedekler. AKP’yi yirmi küsur yıldır iktidarda tutan en önemli faktörlerden biri bu başkalarını kullanma becerisidir.

Şimdi de, Türkiye’de Amerikancılık tekrar güçlenirken açıktan mandacılık yapacak, atılan her adıma “yetmez ama evet” diye bağıracak kişiliksiz Amerikan uşaklarına ihtiyaç olacak. Fethullahçı ideologlar bu yüzden sevindirik olmuş halde “#Geliyoruz” tweetleri atıyor. Çünkü onlardan daha Amerikancı kişiler bulunabilir, ama onlar kadar örgütlüsü zor bulunur.

Fethullahçıların günü tekrar gelir, gelmez ayrı konu. Muhtemelen Emre Uslu gibi en deşifre olmuş tipler artık pek kullanışlı da değildir. Ama yine ondan örnek verip, pozisyonlarının ne olduğunu saptayalım. Uslu, 5 Mart 2022’de bir tweet atıyor ve “Beyaz Türkler arasında baba adıyla değil bileğinin hakkıyla iş yapan çok az sayıdaki bir kaç isimden biri [Nevşin Mengü]. Üstelik babası Ulusolcu olmasına rağmen liberal olmuş biri. Saygıyı hak ediyor bence…” diyor.5 Konu Mengü’nün Ukrayna savaşı boyunca gösterdiği Amerikancı performans. Günümüz Türkiyesinin en onurlu gazetecilerinden Barış Terkoğlu’na AKP yargısı tarafından utanç verici bir suçlamayla hapis cezası verildiğinde ise hiç sektirmiyor, “Oda TV'de çalışmış, oradan yolu bir şekilde geçmiş kimseye güvenim yok. Hele bazı isimlere hiçççç.” diye atılan bir tweet’i RT’liyor.6

Onlar potansiyel müttefiklerini de, kategorik düşmanlarını da iyi biliyor. Halk da dostunu, düşmanını iyi bilmeli.
Dünyanın Amerika dahil neresinde olursa olsun, bir insan ya da bir örgüt Amerikancıysa, ABD emperyalizminin yanındaysa, halk düşmanıdır. 

Halk, kendisine düşman olanlara düşman olmalıdır.