Üç olay, ilkeli duruş

Bugün üç olaydan yola çıkarak siyasal duruşların farklılıklarını tanımlamayı deneyelim.

İlki ABD’de Trump yönetiminin eski ulusal güvenlik danışmanı Bolton’un yaptığı son hamle, ikincisi Türkiye’nin Orta Doğu ve Libya politikası ve üçüncüsü Davos’ta dillendirilen “hissedar kapitalizmi”.

Trump’ın azil soruşturması ile ilgili olarak Bolton’un Mart ayında yayınlanması planlanan bir kitabından bazı bölümler NYT gazetesinde geçen hafta sonu yayımlandı. Verilen mesaj şu: Cumhuriyetçi senatörler kendisi de Cumhuriyetçi olan Bolton’un tanık olarak dinlenmesini engellemeye devam ederlerse Bolton bu konudaki duruşunu yayınlanacak kitabında ifşa edecek. 

Cumhuriyetçiler bir süredir kendisi de cumhuriyetçi olan Bolton’u azil soruşturmasından uzak tutarak parti çıkarlarını önceleyen bir politika izlediler. Demokratlar ise tam tersi Trump’ın yanıltıcı bilgi verdiğini, kişisel siyasi çıkarını önceleyen bir duruş sergilediğini, bu nedenle başkanlıktan azledilmesi gerektiğini ileri sürüyorlar.

ABD’de kimse şu net soruyu sormuyor. ABD Başkanı’nın Ukrayna’da yaptığı ne? Biden’ın oğlunun Ukrayna’da yaptığı yatırımlar ve ticari ilişkiler sermaye ihracı değil midir? Trump’ın yapmaya çalıştığı ve eline yüzüne bulaştırdığı iş, rakip partinin oğlunun yaptığı sermaye ihracından siyasi çıkar elde etme istemidir. Ortaya çıkan açıklamalardan anlaşılan, Trump, Ukrayna Başkanına basit bir ricada bulunmuş – ABD’nin askeri yardım paketine karşılık oğul Biden’ın yatırımları ve varsa yolsuzlukları hakkında soruşturma açılmasını Ukrayna yönetiminden istemiş! 

Bunda ne var demek yerine, doğru soru, bunun doğru tanımının ne olduğudur.

Sermaye ihracı, askeri yardım, diğer ülke yönetimini yönetmeye çalışmak... Bunlar bir araya gelince ne denir?

Bu konuyu merkez sağ partiler sıradanlaştırabilir, “ne var yani sunduğu yardımı etkin kullanıyor” türünden bir yanıt verebilir, duruşuna ters düşmez.

Sosyal demokratlar “usulüne uygun mu değil mi, yargı karar versin”, diyebilir.

Dünyaya soldan, sınıfsal açıdan bakanlar, bunun emperyalizm olduğunu bilir, elini Ukrayna’dan çek der.

Türkiye’nin Orta Doğu ve giderek kuzey Afrika’da izlemeye başladığı politika nasıl adlandırılabilir?

Milliyetçi-muhafazakâr partiler bunu “tarihi sorumluluğun gereği”, kaybettiğimiz toprakların geri kazanımı için atılan “gururlu bir adım” olarak tanımlayabilir. Milli çıkarların gereği olarak sunabilir. 

Sosyal demokratlar veya bunlarla uzak yakın ilişkisi bulunan müttefik partiler bu iş için harcanacak parayla yurt içinde işsizlere iş yaratılabileceğini söyler. Bu konunun esasen kaynak ve gelir dağıtımı meselesi olduğunu vurgular. 

Dünyaya soldan, sınıfsal açıdan bakanlar, yalnızca kendi işçi sınıfının çıkarları açısından bakmaz bu olaya, diğer tarafın işçi sınıfı çıkarını da hesaba katarak, ama daha önemlisi, ilkesel olarak emperyalizme karşı olduğu için bu politikanın yanlışlığını ortaya koyar.

Üçüncü olayı, Davos (21-24 Ocak 2020) toplantısını ele alırsak, şunları söylemek mümkündür.

Dünyaya merkez sağdan bakanlara göre mesele kâr payının sürdürülebilir olmasıdır. Daha akıllı olanları gelir dağılımındaki farklılığın giderek arttığının ve bunun yaratacağı sosyal problemin farkında olanları, Davos’ta bu yıl yapılan dünya ekonomik formunda üstüne basarak dillendirildiği üzere güya yeni bir durum imiş gibi bu olaya “hissedar kapitalizm” adını verdiler. Bu masumane görünümlü ifade ile sorumlulukların paylaşılması gereğini dile getirdiler. Öte taraftan sorumluluğun nasıl dağıtılacağını dahi belirlemediler. 

Sosyal demokratlar bu konuda daha çok sorumluluk üstlenilmesi gereğini, işverenlerin vergi kaçırmamalarını, gelir dağılımında ortaya çıkan aşırı farklılığın giderilmesi gereğini dile getirdiler. Merkez sağ partiler gibi, sosyal demokratlar da bunun nasıl, kim tarafından ve ne zaman yapılacağını ortaya koymamakla birlikte, bu konuyu gündemlerine aldılar. Hepsi bu. Thomas Piketty gelir dağılımındaki farklılığın artışının yaratacağı sorunları birkaç yıl önce Sermaye ve İdeoloji adlı kitabında zaten dile getirmişti. Bunun ötesinde bir şey yok!

Dünyaya soldan bakanlar Davos’ta yapılan tartışmaların zenginler arası hasbihal olduğunun, tek meselenin gelir dağılımında ortaya çıkan aşırı farklılaşmayla sınırlı olmadığının, meselenin esasında sömürü ve emperyalizm olduğunun farkındadırlar. Bu nedenle Davos’ta önerilen politikaların kapsamlı olup olmadığı, gerçekçi olup olmadığı, uygulanıp uygulanamayacağı gibi tartışmaların yanıltıcı olduğunu bilir. İşin esasında kapitalist-emperyalist sistem olduğunun ve esas karşı koyuşun burada olması gerektiğini vurgular.

Duruşlar kendiliğinden ortaya çıkmaz. Zorunluluklar kadar tercihler de duruşları etkiler. En tutarlı olanı ilkeye yaslanan duruştur. Tarih farklı duruşların tanığıdır.