Türkiye ile Yunanistan arasında çok ciddi uyuşmazlıklar ve köklü sorunlar bulunduğu bilinmektedir. Taraflar bugün uzlaşıya oldukça uzaklar. 

'Yok hükmünde'leşmek!

Türkiye ile Yunanistan arasında çok ciddi uyuşmazlıklar ve köklü sorunlar bulunduğu bilinmektedir. Taraflar bugün uzlaşıya oldukça uzaklar. 

Taraflar birbirinin hamlelerini yok hükmünde sayarak kıymeti kendinden menkul duruş sergiliyorlar. Öte yandan gerginlik birikimi devam ediyor.

İki ülke yönetiminin gerginlik birikimine yol açacak hamleler yapmaktan kaçınmadığını söylemek mümkündür.

Türkiye yönetiminin Doğu Akdeniz’de bütün komşuları ile uzun süredir gerginlik yaşadığı, yalnızlaştığı ve sıkışıp kaldığı bir durumdan çıkış yolu bulduğunu zannettiği Libya politikası, bir yönüyle çıkış sağlar görünümü sunarken, öte taraftan yeni bir gerginlik birikimine katkı sağladığını söylemek mümkündür. Son bir yıl içinde bölgede yaşananlar birbirini besleyen, gerginlik birikimine yol açan hamlelerdir. Kısaca özetlemek gerekirse; Türkiye yönetiminin Doğu Akdeniz’de içinde bulunduğu sıkışmışlıktan kurtulmak amacıyla Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile 27 Kasım 2019 tarihinde yaptığı iki anlaşmaya (Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası ve Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası) Yunanistan iki anlaşmayla karşılık verdi. İlki, Yunanistan yönetimi, 9 Haziran 2020’de İtalya ile “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” anlaşmasını İyon Denizinde bulunan adaların Münhasıran Ekonomik Bölge (MEB) statüsünü belirlemek üzere yaptığını ve 1977 yılında iki ülke arasında imzalanan kıta sahanlığı anlaşmasına dayandığını duyurdu.  

Bu hamle ile Yunanistan yönetimi izlediği politikasını BM’nin deniz hukuku sözleşmesine dayandırdığını, bundan böyle politikasını bu temele yaslayacağını gösterdi. Ve İyon Denizinde kıta sahanlığını 12 mile çıkaracağını, bunu yaparken İtalya ile uzlaşı arayacağını ve konuyu AB konseyine taşıyıp, AB’nin olurunu alarak bu konuyu AB müktesebatı haline getirmek istediğini açıktan gösterdi. Yunanistan yönetimi bundan sonraki süreçlerde AB’yi arkasına aldığından emin olmak istiyor.

Yunanistan yönetimi, Türkiye yönetiminin Libya UMH ile yaptığı 27 Kasım 2019 tarihli anlaşmanın 1982 tarihli BM deniz hukuku sözleşmesine aykırı olduğunu, kendisinin İtalya ile yaptığı 9 Haziran tarihli anlaşmanın ise uluslararası hukuka uygun düştüğünü savunmaktadır. Daha önemlisi, Yunanistan yönetimi bu duruş noktasından hareketle ikinci hamlesini yaptı: Mısır yönetimi ile 6 Ağustos 2020’de Doğu Akdeniz’de “Deniz Yetki Alanları Sınırlandırılması Anlaşması” (Münhasıran Ekonomik Bölge MEB diyelim) imzaladı.

'Yok hükmünde'leşme

Yunanistan yönetimi Türkiye yönetiminin 27 Kasım 2019 tarihinde Libya-UMH ile yaptığı anlaşmayı yok hükmünde sayarken, Türkiye yönetimi de Yunanistan’ın Mısır ile imzaladığı 6 Ağustos tarihli benzer nitelikli anlaşmayı yok hükmünde saydığını ilan etti.

Taraflar kendi imzaladıklarını geçerli sayarken diğerinin imzaladığı anlaşmayı tek taraflı olarak yok hükmünde sayarak siyasi duruşlarını ortaya koyuyorlar, zira anlaşmaların geçerliliği tek taraflı ilan edilen yok sayma ile belirlenmez.

Tarafların “yok hükmünde” sayma pozisyonu üzerinden karşı tarafa diplomatik nota verdiklerini söylemek mümkündür. 

Bir taraftan birbirinin politikalarını “yok hükmünde” sayarken, öte yandan karşı tarafın imzaladığı anlaşmanın uluslararası hukuka uygun olmadığını, tutarsızlıkları bulunduğunu ileri sürmekten geri kalmıyorlar. İki örnek vermek gerekirse, Yunanistan yönetimi 1982 BM Deniz sözleşmesinden hareket ederken Türkiye’nin bu sözleşmeye taraf olmadığı, yani Türkiye’yi henüz bağlamadığını unutuyor, Türkiye yönetimi ise Yunanistan’ın imzaladığı metnin adaları esas aldığını, halbuki ana kıta esas alınarak MEB sınırlarının belirlenebileceğini, adaların büyüklüğü vb kıstasların hesaba katılması gerektiğini ileri sürerken bütün bunları Uluslararası Hukuka referans vererek yapıyor. Kısacası iki tarafta uluslararası hukukun işine gelen kısmını alıp, diğerlerini yok sayıyor.

Böylesi tutumların hiçbiri uyuşmazlıkları ortadan kaldırmıyor, gerginlik birikimini azaltmıyor. Aksine taraflar uyuşamadıkları konu sayılarını artıracak adımlar atıyorlar. 

Bir çözüm üretemiyorlar, gerginliğe katkı sunuyorlar.

Türkiye ve Yunanistan medyasında yapılan hamasi tartışmalar Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde zaten var olan sürtüşme konularını hem artırmakta hem de derinleştirmektedir.

Kıta sahanlığını, İyon Denizinde olsa dahi, altı milin üzerine çıkarma söylemi, Meis Adası ve Oniki Adalar tarihi üzerine yapılan tartışmalar korkarım ki iki tarafta da revizyonist-irredentist söylemlerin yeniden üretilmesine katkı sağlıyor.

AB içinde daha aktif rol oynamayı isteyen Almanya yönetiminin Türkiye ile Yunanistan arasında başarısız arabuluculuk rolü de sistemin arazlarını ortaya koydu. 

24 Eylül’de yapılacak AB Konsey toplantısında Yunanistan’ın İtalya ile yaptığı MEB anlaşması AB’nin izleyeceği yol haritası haline gelirse, Türkiye yönetimi için seçenekler daralıyor anlamına gelir. Bu durum maalesef askeri çatışma kazalarını ortadan kaldırmayabilir. 

İki ülkenin yönetimleri sorunları dönüştürerek çözüm üretmiyorlar; gerçekte sorunu dönüştürerek onu öteliyorlar. Bugünlerde bu yöntemi çokça göreceğiz. Marifet sorunu dönüştürmek değil, sorunu çatışmaya dönüşmeden çözebilmektir.