Suriye üzerinden

Suriye’de yaşananları dikkatle izlemek gerektiği gibi ilerde neler olabileceği üzerine tartışmaları da yakından takip etmek gerekiyor.

Suriye’nin emperyalizmin kurbanı olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Emperyalistler, laiklik karşıtı yerel işbirlikçi gruplar ile dışarıdan taşıdıkları IŞİD güçleri üzerinden Suriye’yi istikrarsızlığa sürüklediler, yapısızlaştırdılar ve emperyalizmin oyun sahasına çevirdiler. 

Önce yapısızlaştırdılar, sonra yıkım yaptılar. Sıra yeniden inşa safhasına geliyor.

Sömürü, baskı, zulüm hiç bitmiyor.

Dünyanın başka yerlerinde de böyle yaptılar; 1990’lı yıllarda benzer filmi gördük. Önce halkları birbirine kırdırdılar, sonra güya insani gerekçelerle ve/veya sahte nükleer silah, biyolojik, kimyasal kitle imha silahları yalanları ile müdahalede bulundular. 

1991’de uluslararası hukuku korumak adına, 2003’te nükleer silaha sahip olmasını önleyeceğiz söylemi üzerinden vurdular, yıktılar Irak’ı. Yeraltı kaynaklarını insafsızca tüketiyorlar. 

İşsiz kalacağından endişe duyan emperyalistler NATO’ya iş icat ettiler. Güvenli kentleri NATO koruyacaktı, öyle karar almışlardı BMGK’de, hem de 7. Bölüme göre. Saldırıyı durdurması gereken NATO komutanı görevini yapmadı 11 Temmuz 1995’te, 8 bin kişi öldü bir günde, Srebrenitsa’da. NATO’nun saldırıyı önlememesini suç dahi saymadılar.

Bosna’da yaşananları baba Aliya İzzetbegoviç Uluslararası Adalet Divanına 1993’te taşıdı. Divan’ın kararı; Sırbistan’ı katliamları durdurmadığı için suçlu buldu, fakat soykırım yapıldı demedi. 2007’deki bu karara karşı 10 yıl içinde itiraz yapılabilecek iken, oğul Bakir İzzetbegoviç süre dolumuna bir gün kala 25 Şubat 2017’de itiraz dosyasını mahkemeye verdi. Danışıklı dövüş. Dosyada eksiklik olduğu gerekçesi ve eksikliğin tamamlanması için zaman yetmediği için dava düştü. Kısacası başvuruyu son güne bıraktırarak Bakir’e kapattırdılar dosyayı. 

Emperyalizm böyle bir şeydir, halkları birbirine kırdırır, babanın açtığı davayı oğula kapattırır! 

Balkanlar’da ve Suriye’de yaşananların başlangıçları farklı olabilir, ancak savaş sonrası siyasi çözüm ve yeniden yapılandırma girişimleri bakımından Balkanlar’da hayata geçirilen uygulamalar Suriye için öncül olarak sunulacağından emin olabilirsiniz.

Ne yazık ki, Balkanlar’da hayata geçirilen siyasi çözüm ve yeniden yapılandırma uygulamaları sorunları çözmedi, dönüştürdü. 

Kapitalizmde sorunlar çözülmez, dönüştürülür.

1995’te imzalatılan Dayton antlaşması fiili savaşı sona erdirdi, bu bakımdan önemli bir katkı, fakat ne yazık ki diğer sorunların hiçbirini çözmedi, daha kötüsü, bir yığın yeni sorun üretti. Uluslararası antlaşmaya eklenen Anayasa etnik temsiliyet üzerinden tasarlandı. Vaat ettikleri çok etnili, dinli ve kültürlü liberal toplum bir türlü gerçekleştirilemedi, bugün liberaller bile umutsuzluğa kapıldılar! Kapitalizmin ne menem bir şey olduğunu görmezden gelerek, Balkanlar’daki sorunların kapitalizm içinde, AB’ye katılım ile çözülebileceğini ileri sürdüler. Bugün bunu yutturmakta zorlanıyorlar. Bu argümanın halen alıcısının bulunması ileri sürülenin doğruluğundan değil, bu alanda çalışan “sektör” temsilcilerinin sağlam “ikna” becerilerindendir.  

Suriye’de siyasi çözüm ve yeniden yapılandırma hesapları yapanların farklı bir sonuç üreteceğini beklemek için iyi bir neden ne yazık ki yok. 

Liberaller, sol liberaller ve güya demokrat etnik partiler, küresel düzlemde liberal ve AB’ci “kanaat önderleri” Suriye’de çok etnili, çok dinli, çok mezhepli, çok kültürlü, ademi merkeziyetçi siyasi bir yapının üretilebileceği iddiasını, 30 yıllık Balkan deneyimi yokmuş gibi fikir piyasasına tekrar sokacaklarından emin olabilirsiniz.

Uluslararası basında çeşitli öneriler dillendirilmeye başlandı. Bugün hepsini ele almak mümkün değil, bu nedenle yalnızca ABD’de bulunan düşünce kuruluşlarının birinde, oldukça net ifade edilen, öneriyi burada ele alalım.

Michael E. O’Hanlon’un 18 Kasım’da yayımlanan “Suriye’yi Kurtarma ve ABD Birliklerini Koruma” başlıklı analizi esas itibarıyla bir siyasi çözüm önerisinin ana hatlarını yansıtmaktadır.

O’Hanlon “Esad’a karşı suikast veya darbe yapmanın her zaman mümkün, fakat bugün bu olasılığın uzak bir seçenek olduğunu” dile getirdikten sonra Rusya’nın 2015’ten itibaren askeri olarak Suriye’de bulunması sonrası süreçte “Esad’ın savaşta yenilerek” veya BM üzerinden seçim marifetiyle, “demokratik yollarla seçilmiş bir hükümet lehine iktidardan çekilmeye ikna edilemeyeceği” saptamasında bulunup, bunun yerine “Esad ile pazarlık yapılmasını” öneriyor. 

Daha açık bir ifade ile Esad yönetimine karşı askeri güç-zor kullanarak veya Cenevre sürecinde sözü geçen yeni anayasa ve seçim ile iktidar değişimi gerçekleştirme formülünün çalışmayacağı saptamasında bulunuyor.

O’Hanlon pazarlığın iki konuda iki aşamalı yapılabileceğini ileri sürüyor. İlki Kuzeydoğu Suriye’de Kürt özerk bölgesi oluşturulması ve ikincisi; Esad’ın iktidarı kendine yakın birine devretmesi için ikna edilmesi. 

O’Hanlon’un dile getirdiği ilk adım, ABD’nin Kuzeydoğu Suriye’de askeri birliğini korumayı önceleyen ama aynı zamanda siyasi çözüm olarak gördüğü nokta, Esad yönetimi ile Kürt gruplar arasında Kuzeydoğu Suriye’de özerk bir bölge oluşturulması pazarlığıdır.

Sözü edilen özerk bölge formülüne Esad’ın ikna edilmesi için ABD, AB, Japonya, Körfez ülkeleri, Dünya Bankası yardım fonları ve özel sermaye gruplarının yardım ve kredi imkanlarının koordine edilmesi gerektiğini, donörlük konusunda sözü edilen aktörlerin birlikte hareket etmeleri gerektiği, böyle davrandıklarında Rusya ve İran’a karşı uygulanan ambargolardan dolayı Esad’ın kendilerine mahkum olduğunu belirtmektedir. Aynı doğrultuda, Trump’ın Suriye petrollerini kontrol altında tutma söylemini 1990’lı yıllarda Irak’ta uygulanan “petrol karşılığı yiyecek” formülüyle ilişkilendirilmesini salık veriyor. 

Petrolün kontrolü, iktisadi ve mali baskılarla Esad’ın Kürtlere özerklik verilmesi hususunda pazarlığa yanaşacağını, bu konunun nispeten daha kolay halledilebilecek bir mesele olduğunu belirtiyor.

Önerinin ikinci ayağını oluşturan konu, Esad’ın yönetimden nasıl indirileceğidir. O’Hanlon’a göre Esad yönetimden demokratik yöntemlerle uzaklaştırılamaz. Darbe, suikast ve savaş yoluyla indirilmesinin de yakın zamanda mümkün olmadığı hesaba katıldığında, yapılması gereken; Esad’ın iktidarı kendine yakın teknokrat birine devretmesidir. Esad’ın sürgüne gönderilmesi ilerde planlanabilir. Bunun için Batı’nın elinde bulunan en güçlü kozunun Suriye’nin yeniden inşa edilmesi sürecinde Batı’nın elinde bulunan finansal ve iktisadi kaynaklar ve Suriye’de bulunan muhalif örgütler olduğunu, ABD’nin bunları kullanmasını ve bu doğrultuda Esad’ı pazarlığa zorlaması gerektiğini savunmaktadır. Bu öneriyi Rusya’nın da benimseyebileceğini, bunun için Rusya’nın Suriye’nin yeniden inşa sürecinde nimetleneceğinin gösterilmesiyle mümkün olabileceği belirtilmektedir. Türkiye ile dirsek temasından söz edilen bu öneride, Türkiye’ye özel bir önem atfedilmemektedir. İran’ın adından ise söz dahi edilmemektedir!

Emperyalizm kağıt üstünde mükemmel strateji çizer, uygulamaya gelince şaşırır.

Emperyalistler tuhaf varlıklar, temcit pilavı gibi aynı şeyi yeniden sofraya getirirler. Sofranın müdavimleri emperyalizmle işbirliği içinde bulunanlardır. Dün Balkanlar’da, Irak’ta yıkım üzerinden nimetlenenlerin bugün Suriye için iştah kabartmaları şaşırtıcı değildir. Ne emperyalistlerin ne de işbirlikçilerin iyi bir şey yapacağını beklemek akla ziyan bir tutum olur.

Marifet buna alternatif üretmektir. Aksi halde bu kısır döngü devam eder. Bazen liberal, bazen faşizan formda. Bunun dışına çıkmak mümkündür. Nasıl mı? Arif olan anlasın!