Japonya’dan izlenimler

Geçen hafta yazamadım, Japonya’da bulunduğum için. İlginç bir deneyim. Temiz, dürüst, çalışkan insanların yaşadığı bir ülke Japonya. Soya, deniz ürünlerine lezzet veriyor, sake de hoş bir tat katıyor. Nevarki, neoliberalizmin etkisi ve ABD yönetiminin aymazlığı Japonya’da da insanların tadını bozuyor.

Japonya göreceli olarak neoliberalizmden geç etkilenen bir ülke. Japonya’da halkın yaşam standardının karşılaştırmalı olarak iyi durumda olduğunu söylemek mümkün, fakat her yerde yaşanan sorunun burada hafif ama derinden hissedildiğini öğreniyorum. 10 yıl öncesinde hane başına düşen ulusal gelir 7 milyon Japon Yeni iken bugün 5 milyona düşmüş. İş yaşamında taşeronlaşmanın burada da bütün hızıyla devam ettiğini öğreniyorum. Güvencesiz iş, örgütsüzleştirme ve gelir farklılaşması burada da yaşanıyor. Bütün bunlara rağmen Japonya halkının yaşam standardı halen iyi durumda. Bu nasıl oluyor? Hane başına düşen gelir düşerken, halk ucuza satılan Çin malını tüketerek reel gelirini koruyabiliyor. Tuhaflık şurada Çin işçi sınıfı Japon işçi sınıfının reel gelirini koruması için dolaylı katkıda bulunuyor.

Japonya ile Çin arasında bulunan iktisadi ilişki büyük fakat iki ülke arasında siyasi gerginlik azalmıyor, bazen endişe verici noktaya tırmanıyor. Japonya’nın Senkaku, Çin’in Diaoyu ismiyle andıkları Doğu Çin Denizi’nde bulunan bir dizi adanın sahipliği ve bu adaların hava sahalarının kontrolü konularında iki ülke yönetimleri arasında gerginlik zaman zaman tırmanıyor. Gerginliği kışkırtan ise tahmin edileceği üzere ABD. Japonya’nın çıkarını savunmak adına ABD, tartışmalı adalar üzerinde B 52 savaş uçakları gezdirerek Çin’e gözdağı vermek istiyor. Böylece ABD, Asya Pasifik bölgesinde Japonya üzerinden Çin’i sınırlamak istiyor. Çin yönetimi sorunu ötelemeye çalışırken, ABD adeta Japonya’nın sağcı iktidarını memnun eden demeçler verdi: ABD yönetimi, Çin’e karşı gerekirse Japonya ile arasında bulunan ikili özel antlaşmaya dayanarak Japonya’yı Çin’e karşı askeri bakımdan savunacağını tekrar edip duruyor. Çin ise ABD’nin bu bölgedeki gücünü sınıyor. Böylece gerginlik inişli çıkışlı devam ediyor. Büyük bir askeri çatışmaya dönüşmesi beklenmiyor, fakat gerginliğin uzayacağı anlaşılıyor. Gerginlik sürdüğü müddetçe Güneydoğu Asya’da halklar arasında dostane ilişki kurulamıyor. Bölgede kontrollü, bilinçli üretilen ve yönetilen gerginlik ABD yönetiminin Güneydoğu Asya’da askeri bakımdan varlığını sürdürmesine hizmet ediyor.

Japonya ile Türkiye arasında ilginç bir benzerlik var: iki ülkede de dış politika yapıcıları 1990’lı yılların başında aynı hatayı yaptılar. Türkiye’de Özal, Japonya’da Liberal Demokrat Parti yönetimi uluslararası düzenin ABD hegemonyasında tek kutuplu olacağını sandılar. İkisi de uluslararası düzenin çok kutuplu olacağını öngöremedi. İkisi de ABD’ye endeksli dış politika izlediler. Son dönemde ise AKP alt bölgesel güç (alt emperyalist) olabileceğini sandı. Durum ortada, kifayetsiz muhteris durumunda. Japonya’da Liberal Demokrat Parti de benzer bir hata yaptı Çin, Güney Kore ve Rusya ile ilişkilerini 1990’lı yılların başında düzeltme imkanı varken, bunun yerine sırtını ABD’ye dayayarak üç komşusu ile de ilişkisini gergin tutmaya devam etti.

Bu açmazdan kurtulmak için Türkiye’de Erdoğan, ikinci kez “Şangay İşbirliği Teşkilatına alın”, “ne olur bizi kurtarın”, diyor. Bunu çok taraflılık adına değil, dış politikadaki sıkışmadan dolayı söylüyor. Japonya başbakanı Abe ise ABD-Japonya ikilisinin Çin ile yaşadığı gerginliği fırsat bilip, Japonya anayasasının 9. Maddesini değiştirip Japonya’nın silahlanmasını ve Japonya’nın ülke dışına asker gönderebilmesini istiyor. ABD, Japonya başbakanının bu isteğini açıktan destekliyor. Liberal Demokrat Parti’nin küçük koalisyon ortağı dinci partinin pazarlığı yüksekten açması nedeniyle Japonya başbakanı Abe şimdilik anayasa değişikliğini gerçekleştiremiyor. Japonya halkı ise temkinli, gerginliğin çatışmaya dönüşmesini istemiyor. Kontollü, bilinçli üretilip yönetilen Japonya-Çin gerginliği ABD ve Japonya yönetimlerini şimdilik tatmin ediyor.

Japonya başbakanının Türkiye’ye ilgisi giderek artıyor. Bu ilginin nedenlerinden birisinin nükleer enerji santralı inşası meselesi olduğu açık. Fukuşima kazasından sonra Japonya’da yeni bir nükleer enerji santralı inşasının yakın gelecekte mümkün olmadığını söylüyorlar. Bu durumda Japonya başbakanının bu teknolojiyi satacak yer aradığı söyleniyor. Erdoğan hükümeti de güç gösterisi olarak nükleer santral inşasını istiyor. Marmaray açılış töreninde ortak “dua” etmeleri boşuna olmasa gerek.