'Siyasal İslamcı hareketin olağan bir iktidar değişimine kuvvetle direneceğini öngörmek için siyaset uzmanı olmaya gerek yoktur.'

Yeni yönetim biçimi üzerine

Biraz da seçim sonrasını konuşmamız gerekiyor. Muhtemel ekonomik politikalara değiniyoruz arada bir. Bunun da çok iç açıcı olmadığına dair kaygılarımızı paylaşıyoruz. AKP’nin tahribatını sistem-içi çözümlerle gidermeye çalışmanın IMF reçeteleri çerçevesine sıkışmak anlamına geleceğini, bunun da sıkı para ve sıkı maliye politikaları üzerinden halkın üzerine yeni yükler getireceğini anlamamız gerekiyor. Başlangıçta biraz ferahlık getirmek adına geniş halk kesimlerine daha fazla destek vermenin de yolları aranacaktır mutlaka. Ama sistemin sınırlarını zorlamayı göze almadıkça, bir süre sonra yeniden “acı reçete” formülleri devreye girecektir.

Bugün değinmek istediğimiz konu, alternatif iktidar adayı olan ittifakın her iki seçimi de (Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerini) kazandığı varsayımında, seçim sonrasında yönetim sisteminin alacağı olası yeni biçimler olacak. 2017 Anayasasının ve Temmuz 2018 Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin oluşturduğu bugünkü Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’nin (CYS) seçimlerle birlikte hemen hukuki bir dönüşüme uğrayabileceği öngörülmüyor elbette. Çünkü Anayasayı değiştirmenin asgari nisabı 360 milletvekiline sahip olmaktan geçiyor. Bu nisap sağlansa bile Meclis’te 400 kabul oyunun altında kalındığı sürece Anayasa değişikliklerinin halkoylamasına sunulması zorunluluğu bulunuyor. Bu da zaman alıcı bir süreçtir. Yani en iyi durumda bile 6 aylık bir geçiş dönemi olacaktır.

Seçimlerde Cumhurbaşkanlığının kazanıldığı ve Meclis çoğunluğunun sağlandığı yani 300’ün aşıldığı ama 360’ın altında kalındığı daha olası bir senaryo üzerinden gidilirse, aşırı yetkili bir Cumhurbaşkanı (CB) etrafında şekillenen bugünkü CYS’nin fiili akıbetinin ne olacağı konusu tartışmaların merkezinde olacaktır. Nitekim şimdiden CHP ve İYİ parti arasındaki ana tartışmanın bu noktada olduğu sezilmektedir.

Anayasanın değişmesi öncesindeki olası senaryolar üzerinde duralım öncelikle. Seçimler sonrasında bir sonraki yasama dönemine bırakmaksızın yeni muhalefeti (yani esas olarak AKP ve MHP’den oluşacak muhalefeti) ikna girişimleri başlatılabilir. Karşılıklı ödünleşmelerle bir mutabakata da varılabilir. Ama bu bile en az bir yıllık süre gerektirir.

İkinci senaryo, yeni CB’nin varsa siyasi partisinden de istifa ederek tarafsız bir çizgiyi benimsemesi ve yetkilerini de budayarak kullanması üzerinde anlaşılması olacaktır. Bu formülde CB hala 2014 öncesine göre daha fazla yetki kullanan, temsili bir figürü aşan bir gücün taşıyıcısı olacaktır. CB Yardımcılarına daha fazla güç aktarılması sağlanmış olsa dahi nihai yetkiler hem hukuken hem de fiilen CB’nin elinde kalacaktır.

Üçüncü senaryoda, geçiş dönemi boyunca, iktidar koalisyonunun partileri CB’nin AKP öncesi dönemin temsili konumuna geri çekilmesi üzerinde anlaşacak, en fazla milletvekili çıkaran partinin başkanı fiili bir başbakan statüsüyle birinci CB yardımcılığını üstlenecek, bakanları kendi belirleyecek ve fiili bakanlar kurulunun fiili kararlarını CB’ye onaylatacaktır.

Dün katıldığım Fatih Ertürk’ün programında (TELE 1, “Habere Doğru” programı) birlikte yorum yaptığımız İYİ Parti Grup Başkanı Prof. İsmail Tatlıoğlu’nun söylediklerinden açık olarak çıkan sonuç, İYİ Parti’nin buradaki üçüncü senaryoyu kuvvetle benimsediği yönündedir. Gerçi İYİ Parti Genel Başkanı esasen hedefinin “başbakanlık” olduğunu açıkça söyleyerek bu konuya güçlü bir giriş yapmıştı; ama şimdi uygulama vadesinin hemen seçim sonrasına çekilmek istendiği anlaşılmaktadır. Nitekim Grup Başkanı Tatlıoğlu, İttifakın seçimden en çok oy alan partisinin başkanı bu fiili başbakanlık görevini üstlenmezse, ikinci gelen parti bu rolü üstlenir diyerek İYİ Parti Genel Başkanının iddiasına yeni bir veçhe kazandırmıştır. Bu, CHP Genel başkanının CB pozisyonuna geldiği ve en üst iki makamın paylaşıldığı bir durumu ima edebilir. Ama şu olasılığı da dışlamaz: CHP yönetimi, tarafsızlığına ve güç zehirlenmesine uğramayacağına inandığı bir CB adayını dışardan göstererek, fiili başbakanlık görevini kendi genel başkanına isteyebilir. Muhtemelen bunlar şimdilik partiler arasında tartışılmayan konulardır; partilerin kurallarında açıkça tartışılmaları da henüz erken görülebilir.

Seçim günlerine yaklaşınca bu konular kesin mutabakatlara bağlanır mı, yoksa sağlanamadığı için, “hele bir seçim sonrasını görelim” şekline mi bürünür, bunu bilemiyoruz. Gerçi her iki durumda da bazı gerilimli ilişkiler yaşanabilir, ama her şeyin oluruna bırakıldığı ikinci durumda seçim sonrasına çok fazla sorun alanı devredileceği için daha fazla yaşanır. Bir de bunun iki parti arasında kalmayıp, İttifakın açık ve örtük destekçisi olan diğer partileri de kapsayacağı hesaba katılmak durumundadır.

***

Burada bugünkü iktidar koalisyonunun seçimleri kesin kaybedeceği varsayımı üzerine bazı zihin alıştırmaları yaptık. Bu, rehavete kaptırıcı bir düşüncedir ve bugünkü muhalefet açısından çok riskli sonuçları olabilir. Özellikle de iktidarın erimesinin esas itibariyle etkin bir muhalefetin varlığına değil de iktidarın kendi hatalarına ve uzun dönem yıpranmışlığına bağlı olarak gerçekleştiğini düşünürsek.

Siyasi İslamcı hareketin iktidarı kaybederse uğrayacağı kültürel, siyasi ve ekonomik kayıpların cesametine bakıldığında, olağan bir iktidar değişimine kuvvetle direneceğini öngörmek için siyaset uzmanı olmaya gerek yoktur. Bu nedenle muhalefet, tüm örgütleriyle birlikte tam bir teyakkuz ve sürekli bir seferberlik hali içinde olmak zorundadır. Bunun yolu da “helalleşme” gibi anamuhalefeti savunma pozisyonuna itecek hamlelerden geçmemektedir.