Seçimle gelen 'hakem' siyasi kişi ve siyasi faaliyet yalnızca siyasi iktidarın tekelinde değil.

Hukuksal olanaksızlık: Cumhurbaşkanına hakaret suçu

Türk Ceza Kanunundaki “cumhurbaşkanına hakaret suçu” (CBHS) maddesinin yürürlükten kaldırılması gerektiğine ve mevcut cumhurbaşkanının üçüncü defa CB seçilememesine ilişkin haklı gerekçelere dayalı durumlar saklı kalmak üzere şu an her iki durumun da fiili olarak uygulamada olduğunu dikkate alarak konuyu açmamız gerekiyor.

CBHS “devletin başı” olan, “Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eden”, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eden” cumhurbaşkanının saygınlığının sağlanması için getirilen bir hüküm. 

Ancak, bu hükmün var olma nedenini ortadan kaldıran fiili ve hukuksal durumlar söz konusu. 

CB artık bir siyasi partiye aidiyeti ve bir ya da birkaç siyasi partinin aday göstermesiyle seçimle gelen, bu durumuyla siyasal kimliği ve tarafı olan bir kişi. Birincisi bu.   

İkincisi, aynı kişi yürütme yetkisini ve görevini de kullanıyor ve yerine getiriyor. Hükümet işi tek başına aynı kişiye ait. Bu tek başlı yürütme organı belirli politikaları uygulayan bir temsilci, diğer deyişle siyasal emanetçi. 

Üçüncüsü, CB görev ve yetkisini yürütürken aynı zamanda partisinin genel başkanı.

Anayasa değişiklikleriyle birlikte ortaya çıkan bu çok şapkalı durum Ceza Kanunundaki CBHS maddesi yönünden belirsizlik ve hukuksal olanaksızlık ortaya çıkarıyor, amaç unsurunu ortadan kaldırıyor. Yeni rejimde CB artık “hakem” değil, “taraf”.  

Şapkalar devletin başı olan CB şapkasıyla ayrılmadan uygulanıyor. Onbinlerce hakaret davası, CB görev ve yetkisini kullanma ile yürütme görev ve yetkisi ve de siyasi parti genel başkanlığı görevi ayrıma tabi tutulmaksızın, aynı sıfatları üzerinde taşıyan kişiye yöneldiği ileri sürülerek açılıyor. 

Hukuksal olanaksızlığa karşın CBHS maddesinin uygulanmasında diretiliyorsa, en azından CB’nin hakemlik görev ve yetkileri ile siyasi temsil ve siyasi parti görevleri hakaret yönünden ayrılmak zorunda.  

Bu ayrımların yapılmasında iki kurum söz konusu: İlki, bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması iznini vermesi gereken Adalet Bakanı… Hakaretleri ayırması gerekiyor. Ki Kanunda yazan Adalet Bakanı artık atama yöntemiyle geldiği ve atamayı CB yaptığı için bu hüküm yönünden de hukuksal olanaksızlık söz konusu. İkincisi de yargı… Hakaretleri ayırarak, kesin kanıyı ortaya koyarak davaya bakması gerekiyor.

Yargıç, söylemlerin gerçekten suç olup olmadığını, hangi koşullarda suç olacağını, daha da önemlisi “düşünce ve kanaat”, “düşünceyi açıklama ve yayma” özgürlükleri kapsamını, temel hak ve özgürlükler yönünden uluslararası sözleşmelerin esas alınmasını değerlendirmek zorunda.  

Seçim sürecine girilmesiyle birlikte yukarıdakilerden daha farklı bir durumla karşı karşıyayız. Madde kapsamındaki kişi CB adayı ve seçime giren diğer adaylarla birlikte aynı hukuksal durumda. CB görevi nedeniyle sahip olduğu olanakları ve korunmayı seçim sürecinde kullanarak diğer adaylara karşı avantaj sağlamaması gerekiyor. Aksi ayrımcılık, seçme ve seçilme haklarındaki eşitlik ilkesine aykırı. Bu süreçte kovuşturmaya izin verilemeyeceği gibi verilse de davanın sürdürülmemesi, düşmesi gerekiyor.

Siyasette ve iktidar paylaşımında eleştirel genişlik, bir aday için CB olduğu gerekçesiyle daraltılamaz, sınırlandırılamaz. Aksi hem diğer adayların propaganda ve seçilme hakkını sınırlandırarak bir adaya üstünlük getirir, hem de halkın seçme hakkını zedeler. Suçlama yoluyla baskı eşitsizliği körükler.

Bir yandan iktidar olmanın üstünlüğüyle, bir yandan hakaret suçu baskısıyla, bir yandan da aday olamaması gerektiği halde adaylığını kabul ettirmenin gücüyle adil olmayan bir seçim süreci yürütülüyor. Buna bir de “devletin başı” olma gücü ekleniyor.

Seçimle gelen “hakem” siyasi kişi ve siyasi faaliyet yalnızca siyasi iktidarın tekelinde değil. Siyaset faaliyet hakkı farklı siyasetlere, farklı siyasetlerin birbirlerini eleştirmesine ve denetimine açık.   

“Burası Türkiye” diyenler, AKP’nin hukuksuzluğundan söz edenler hukuksuzluğun üzerine harç döktüler. 

Aynı kişiler “hukuk devleti”ni yaşama geçireceklerini halkın gözünün içine baka baka vadedebiliyor. 

Aynı kişiler din istismarcılığının, pahalılığın, eşitsizliğin, adaletsizliğin, emperyalizmle işbirliğinin ve sömürünün düzenini devam ettirmek için halktan oy isteyebiliyor.             

Seçimlerin, “bağımsızlık, kamuculuk, laiklik” kırmızı çizgimizdir, “insanın insanı sömürmesi en büyük ahlaksızlıktır” diyen komünistlerce “ahlak adına dayatılan sözde ahlak”a meydan okuma alanı olarak ilan edilmesi boşuna değil.