Çözümün ve kurtuluşun püf noktası 'hiçbiri'nin yerine neyin konulacağı.

Hiçbiri

Bugün 8 Ekim… 1978 yılında Türkiye İşçi Partili 7 genç yoldaşımızın faşistler tarafından Ankara Bahçelievler’de hunharca katledilişinden bu yana yıllar geçti. Onlar kapitalizm içindeki seçeneklere hayır dediler, binlerce devrim kahramanı gibi sosyalizm mücadelesine ışık oldular, olmaya devam edecekler. Saygıyla anıyoruz. 

* * *

Çoktan seçmeli sorulara alıştırdılar, sonra da “hiçbiri” seçeneğini koydular. Bu tür sınav yönteminin eğitim ve öğretimle bağlantısını eğitimcilerimize bırakalım.

Bizi ilgilendiren yan devlet dediğimiz devasa yönetim biçiminin ve de toplumun içine itildiği durumun nasıl açıklanması gerektiği. Türkiye’nin durumunun ve yaşananların genel kabul görmüş analizlere uymadığını, çaresizliği söyleyenlerin çoğaldığını gördükçe geldi aklıma “hiçbiri” seçeneği.

AKP’nin uzun iktidar dönemine, içinden çıkılamayan kaotik ortama, çelişkili uygulamalara, siyasal kargaşaya, başkalaştırmalara, çürümeye, çaresizliğe yanıt bulamayanlar kolayca hiçbiri deyiveriyor. Hem kolaya kaçıp ciddi bir eleştiri getirdiklerine inanıyorlar hem de konuyu yönetim beceriksizliği basitliğine yerleştirip lideri, kimi bakanları, siyasi iktidarın kimi kanatlarını suçlama kolaylaşıyor. Hukuk ve yargıdan beklenen umutlar da kurudukça, küçük kıvılcımlar çaksa da çaresizlik ve çözümsüzlük yerleşiyor.

Merkezinde baroların ve TBB’nin, TTB’nin ve TMMOB’nin toplumsal denetim güçlerinin kırılması ve iplerin AKP elinde tutulması olan dernekler ve meslek odaları gibi demokratik kitle örgütleri üzerindeki baskı, hukuk oyunları ve yapılması zorunlu genel kurullarına engelleme en tipik örneklerden biri.

Barolarda yasa değiştirme planı ve eylemi Anayasa Mahkemesinin de desteğiyle tamamlandı ama yeni baro seçeneği çalışamadı ve süreye ihtiyaçları var. Gelinen yerde fiilen amaçlarına ulaşma zorluğu çekiyorlar. Sıkıştılar, kamu avukatlarına çağrı yapıyorlar. Bunun güvence sıkıntısı, kıyım anlamına geldiğini kamuda çalışanlar iyi bilir.

Baskıya karşı tavır alan savunmanlar yasayı engelleyemediler ama kolayca teslim alınamayacaklarını da gösteriyorlar. Yargının iddia ve karar ayakları çökmeye yüz tutmuşken savunma ayağı direniyor.

Anayasal ve yasal güvence olarak aralarında fark olmayan siyasi partilerin kongrelerine onay verilirken barolara verilmiyor. Bunu yaratan yalnızca bakanlık, İl Hıfzıssıhha Kurulları ve valilikler aracılığıyla siyasal iktidar değil, seçimlerin yönetim ve denetimini yapacak olan Yüksek Seçim Kurulu da aynı görüşte.

Bu piyasacı ve gerici düzene, hukuksuzluğa, keyfiliğe, saçmalığa, kaosa, adaletsizliğe, eşitsizliğe, hak ihlaline, çifte standarda, yobazlığa alışın diyorlar.

Evde kal diyorlar, emekçileri hem de sağlıkları uğruna ve de daha esnek ve düşük ücretle ihtiyaca göre üretimde tutuyorlar. İhtiyaç dışı saydıklarını işsizlik havuzuna atıyorlar.

Anayasa ve yasalar işlerine geldiğinde uyulması, gelmediğinde çiğnenmesi gereken hukuk kuralları. Yargı işlerine geldiğinde hukuk devletinin olmazsa olmazı, gelmediğinde Anayasa Mahkemesi dahil kapat gitsin. Tahkim, arabuluculuk yaygınlaşır, olur biter.

Dinsel özgürlük diye tanımladıkları sözde laikliğe; dinin siyasete, devlete, hukuka eğitime el atmasına, yargı kararlarına gerekçe olarak girmesine; Medeni Kanun yerine tarikatların dayattığı yaşam tarzına alışın diyorlar.

Kadın cinayetlerine, çocuk istismarlarına, işçi cinayetlerine alışın diyorlar. 

Her gün artan işsizliğe, ücretsiz izin deyip işsiz bırakmaya, vergi-zam-vergi zincirine, patronların emekçileri kapı önüne koymasına, emeğin alınıp satılan meta olmasına, emekçilerin hakkının gaspına, çocuk işçilere, göç insanlarının köle olarak alınıp satılmasına alışın diyorlar.

Devletin tüm kurum, kural ve kaynaklarıyla işlerine geldiğinde düzenleme ve uygulama aracı, gelmediğinde keyfi yönetim aracı olmasına; sermaye için teşvik ve kaynak transferinde var olmasına, emekçiler için hak gaspında ve baskıda aktif olmasına, piyasacı ve özelleştirmeci olmasına alışın diyorlar.

Emekçi halkın sermaye yanlısı partilere oy vermesine, genel oy hakkının çalınmasına, düzen partilerine, onların da büyükleriyle yaşamaya ve ittifaklara, AKP’lilerin siyasi partiler kurmasına ve düzen muhalefetinin bu partilerle ittifakına, muhalefet adı altında düzenin payandası olan siyasi partilere, aynı siyasetin farklı partilerine alışın diyorlar.

Sermayenin soygununa, zenginliğin azınlığına, yoksulluğun çoğunluğuna, aynı gemide olmaya ve düzene boyun eğmeye alışın diyorlar.

Salgının yayılmasının, nefessizliğin ve ölümlerin normal olduğuna, paranın ve dinin eğitimden sağlığa, yaşamaktan haklara her alanda saltanatına, milliyetçiliğin tehditlerine alışın diyorlar.

Emperyalist ilişkilere, savaşlara, çete savaşlarına, NATO’ya ve illa ki düzen içinde seçenek aranmasına, kapitalist düzenin seçeneksizliğine alışın diyorlar.

Sesleri çıkanların seslerini kesmeyi, gözleri açılanların gözlerini kapatmayı, direnenlere baskı ve şiddet uygulamayı da alıştırmak için alışkanlık haline getirdiler.

Sınıfsallığı unutun, sömürüye alışın diyorlar… Ve de sömürenlerle uzlaşmaya…

Sonra da halkı, “ne olacak bu memleketin hali” sorusuna, “hiçbir şey olmaz” umutsuzluğuna ve “hiçbiri” çaresizliğine tutsak etmek istiyorlar.

Çözümün ve kurtuluşun püf noktası “hiçbiri”nin yerine neyin konulacağı.

Kapitalizmin içindeki seçeneklere yanıt istiyorsa eğer insanlık için, emekçi halk için, insanın insanı sömürmediği düzen için “hiçbiri” seçeneği gerçekçidir ve yerini hemen sosyalizm seçeneğine bırakır.