Yaralı Semah: Vicdanın, bilincin ve kavganın şiiri

Katliamın üzerinden tam 27 yıl geçti. Türkiye’nin Aydınlanmacı damarına ve ilerici birikimine yönelik gerçekleştirilmiş en sistematik saldırılardan biri olarak hâlâ belleklerdeki yerini koruyor. Bunu bir yandan Türkiye solunun mücadeleci geleneğine öte yandan da tarihimizin en acılı olaylarından birini etkili ve kapsamlı bir biçimde şiirleştiren Kemal Özer gibi şair ve yazarlara borçluyuz.

Kaya Tokmakçıoğlu

On bir yıl önce Haziran'ın ortaları olması gerek. Nasılsın, diye sormak için arıyorum Kemal Özer’i. Nâzım’dan, Ahmed Arif’ten, Orhan Kemal’den konuşuyoruz “Haziran’da ölmek zor” diyerek. Sesi yorgun ama umutlu. Sivas Katliamı’nı şiirleştirmesinin üzerinden bir yıl geçmiş; 15-16 Haziran’ı şiirleştiriyorum, diyor telefonun öbür ucunda. Aklıma Şiiri Sorgulayan Yazılar’a aldığı bir metindeki pasaj geliyor:

“Toplumcu tutumda belirleyici olan öğe duyarlık değil bilinçtir. Bilinçle kurulacak bir edebiyatın öznel değil nesnel olması hem kaçınılmaz hem de zorunluluktur. Nesnelliğin gerçekleşmesi ise ayrı bir estetiği gerektiriyor. Yani soyut şiirin estetik yapısı ile nesnelliği bağdaştırmak olanaklı görünmüyor bana.”

Bu bilinç ve sorumluluk duygusuyla yaşadı Kemal Özer; her aydının içinde yaşadığı topluma karşı sorumlu olduğunun bilinciyle hareket etti. Bizzat yaşamadığı olayları dahi empatinin ötesine geçerek edebiyatının konusu yaptı. Kimi zaman İstanbul’un işçilerinin, kimi zaman oğulları öldürülen anaların ve kimi zaman da Sivas’ta yakılan canların sesi oldu, olmaya devam ediyor.

1935 doğumlu Kemal Özer. Sivaslı, Devlet Demiryolları’nda çalışan bir babayla Balkan göçmeni bir ailenin üyesi olan annenin oğlu. İlkokula Çerkezköy ve Aksaray’da devam ettikten sonra, ortaokulu Kumkapı Ortaokulu’nda, liseyi ise İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamlıyor. Edebiyata olan ilgisi içlerinde Konur Ertop, Önay Sözer, Adnan Özyalçıner, Ergin Günçe gibi lise arkadaşlarının olduğu grupta şekillenir. İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde okumayı bu yüzden tercih edecektir. 50’li yıllarda şiir yazmaya başladığı dönemde İkinci Yeni şairlerinin etkisi altında kalacak ve ardı ardına yayımladığı üç şiir kitabında -Gül Yordamı (1959), Ölü Bir Yaz (1960), Tutsak Kan (1963)- söz konusu etki yoğun bir biçimde hissedilecektir. Gül Yordamı’nın açılışındaki “elini tutmadı onların da hiç kimse, kelimelerden başka” epigrafı İkinci Yeni etkisinin imge-yoğun ve kapalı özelliklerini duyurur niteliktedir. Öte yandan, kaleme aldığı tüm yapıtlarda bir “bütün” ortaya koyma arzusu herhangi bir kitabına aldığı şiirlerin sıralanışına kadar kendini belli eder ve bu yüzden pek çok İkinci Yeni şairinden ayrı bir özelliğe sahip olduğunu da ifade eder. 1963-1973 arasında şiir yayımlamaya uzun bir ara veren Özer, aslında Tutsak Kan’daki “Yazıt” şiiriyle yeni, eşik atlamış bir bilinç durumuna hazırlık yaptığını ilan eder: “atımı / bir yerde durmamanın / güzelliğine bağladım” dizeleri devinime, tarihselliğe ve kavgaya kapı aralar. On yıllık uzun sessizlik Nâzım Hikmet’in şiirlerinin tekrar yayımlanmaya başladığı, ayrıca Marksist yayınların çevirilerinin yapıldığı bir zaman aralığına denk düşer. Nâzım Hikmet pek çok başka şair gibi Özer’i de etkiler. 1978’de yayımladığı Geceye Karşı Söylenmiştir’de Sofya ve Varna izlenimlerini şiirleştirirken de aklında Nâzım vardır:

“Şu Varna’da unutmanın yolu yok 
Çakıl taşları gibi duracak 
belleğimin dibinde 
baktığı yerden denize bakmak Nâzım’ın 
ellerini yakan vapuru beklemek 
bir daha geçsin diye Varna önünden”

Uzun ara 1973’teki Kavganın Yüreği’yle kesilir. Yaşamının sonuna kadar özeleştiri konusunda çok cömert olan Özer, poetikasında köklü bir değişikliğe gider. Şiirinin beslendiği kaynaklar işçi sınıfının sorunları, toplumsal ve siyasal olaylar haline gelirken, topluma karşı sorumlu bir aydının gözlemlerini, duygularını ve öfkesini içerir. Dünyayı anlamak yerine onu değiştirme çabasıyla yola çıkan bu şiir anlayışının etkileri yoğun bir biçimde Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974), Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (1975), Geceye Karşı Söylenmiştir (1978) kitaplarında kendisini gösterir. Şiirini kavganın bir aracı olarak gören şair, 60’lı yıllardaki sessizliğini telafi edeceğini dile getirmektedir: “Ama övünüyorum gene de kardeşler / kavgaya girmekte geciksem bile / yanınızda olacağım yaratırken zaferi.” Kimlikleriniz Lütfen’den (1981) Oğulları Öldürülen Analar’a (1995) kadar yayımladığı kitaplarda güncel olanın tanıklığını yapan, bunu yaparken toplumsal pratikten kopmamaya özen gösteren, tarihsel olanla güncel olan arasındaki diyalektik ilişkiye işaret eden şiirler kaleme alır Kemal Özer. Anaların ağzından dökülen şiirlerde dahi karamsarlık, ümitsizlik yoktur; aksine Türkiye solunun gerilediği bir momentte okurları kavgaya çağırmaya devam etmektedir. Oğulları Öldürülen Analar’da “Oğlu Sivas’ta Yakılan Ananın Söylediği” şiiri on üç yıl sonra yayımlayacağı Temmuz İçin Yaralı Semah’ın ayak sesini duyurur okura:

“Ben anayım oysa
bilirim nereye giderse gitsin
elimin yanındadır oğlumun eli
is karartır duman boğar ateş tırmanırken
direnç nasıl ulaştı birinden ötekine
nasıl çoğaldı ufacık bir umut titreşimi
o gün ben bir daha doğdum yananların külünden
kendimi bir daha adadım doğurup yaşatmaya”

1996’da yayımlanan “Şiir ve Vicdan” başlıklı yazısı, toplumsal olayların sanata yansımalarını bir gelenek oluşturacak biçimde ele alırken, günceli dile getirmenin zorunluluğunu ve bunun tanıklığının şair açısından bir vicdan muhasebesine dönüştüğünü tartışmaktadır:

“Toplumsal duyarlığı tırmandıran, toplumsal olsun bireysel olsun muhalefet duygularını alabildiğine kışkırtan bir olay ya da dönem yaşandığında, ozanın buna ilgisiz kalmaması, şiirin de tepki vermesi tek başına bir vicdan sorunuysa, bunun öncesi ve sonrasıyla kopuk olmaması gerekirdi. Bir başka deyişle, vicdanının sesini dinleyen bir ozanın, bu sese kulağını zaman zaman değil her zaman açık tutması gerekirdi.”

Temmuz İçin Yaralı Semah bizi işte bu vicdanın, bilincin ve kavganın sınırına getirir. Alt başlığını Yangın Şiirleri koymayı tercih etmişti Kemal Özer. Semahın, ortalık yangın yeriyken de dönülebileceğine işaret ediyordu. Sivas’ta katledilen canları tek tek ağırlayan şiirler, yanık fotoğrafların arasından gericiliği unutmamamız gerektiğini uyaran bir saygı duruşu olarak şiir tarihimizde yerini aldı. Öte yandan, Genco Erkal’dan Fazıl Say’a, Lütfiye Aydın’dan Hidayet Karakuş’a, Zerrin Taşpınar’dan Burhan Günel’e pek çok yazar ve sanatçı katliamı temel alan yapıtlar üretti bugüne kadar. Dile kolay, Asaf Koçak, Asım Bezirci, Behçet Aysan, Hasret Gültekin, Metin Altıok, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Uğur Kaynar’la birlikte 35 canın göz göre göre örgütlü bir gericilik tarafından yakılabilmesi infial yaratmıştı. Kemal Özer de araştırma süreci görece uzun sayılabilen dosyasına 2002’de başlamış, katliamın üzerinden 15 yıl geçtikten sonra şiirleri kitaplaştırmıştı. Yaşamı yeniden üretme gayesiyle Madımak’ı toplumsal bellekten silmeye çalışan düzenin gericiliğine karşı kaleme aldığı şiirler, “yobazların ipleri, sermayenin elinde” şiarını gözeten, onurlu ve adil bir yaşamın kapitalizmin ipoteğinden kurtulmakla mümkün olduğunu dile getirir.

Temmuz İçin Yaralı Semah bir sunuya ek olarak altı bölümden oluşuyor. “Sunu” ile birlikte “Son Söz Yerine” başlıklı şiir katliamın Kemal Özer’deki kişisel yansımalarını ifade ediyor. Altı bölümde ele alınan sanatçılar, çocuklar, haklarında pek az bilgiye sahip olduğumuz insanlar tarihsel veriler eşliğinde Özer’in ideolojik perspektifinden süzülerek okura veriliyor. Kitabın yazım sürecinin yaklaşık altı yıla yayılması, tüm kitaba sinen bütünsel kurgunun ancak bilinçli bir aydın tavrıyla altından kalkılabileceğini kanıtlıyor. Dolayısıyla kitaptaki otuz şiirin bütünlüklü kurgu içindeki etkileyicilikleri herhangi bir şiirin tek başına yarattığı etkiden daha fazla oluyor.

Kitabın ilk bölümü olan “Gülün Sınavı” Sivas Katliamı açısından bellekleri tazeleyici bir işleve sahip. Yüzlerce yıldır kullanılan bir imgeyi çok farklı bir düzleme taşır Kemal Özer. Egemenlerin yüzlerce yıl önce astığı Pir Sultan’a “Şu illerin taşı hiç bana değmez / ille dostun gülü yaralar beni” dizeleriyle gönderme yaparken, Pir Sultan Abdal Şenliği’ne gidenlerin de iktidar tarafından yakılmalarıyla koşutluk kurar. “Yol” başlıklı bölüm tarihsel bir yürüyüşü sürdürenlerin herhangi bir katliamla önlerinin kesilemeyecek olmasını anlatır. Geçmişten geleceğe uzanan eşitlik ve özgürlük mücadelesinin yolu, Aydınlanma ateşini söndürme çabalarının beyhudeliğini ortaya koyar:

“Yol durdu, ben durmadım, kendimi buldum,
ömrüm içine sığdı yürüyüp gidecek olanın
bir yürüyüş, yeniden başladı kısacık bir adımla”

Bugüne kadar ağırlıklı olarak katliamlardan acılar çıkaran söylemlerin aksine, Temmuz İçin Yaralı Semah okuru hesap sormaya, kılını kıpırdatmaya sevk ediyor. “Bakılanı Görünür Kılmak” bölümü Kemal Özer’in kitabını neden yazdığının ipuçlarını en somut haliyle ifade ediyor. Madımak’ın merdivenlerinde çekilen o fotoğrafı hatırlatarak “bakmakla yetinmeyin” diyor okurlarına. Böylelikle Lorca’nın “Ölürsem / açık bırakın balkonu” dizelerini dumandan boğularak ölen genç kızın başucundaki “yaşamak istiyorum” diye başlayan yazısıyla birleştirebiliyor. Kaybettiğimiz bilim insanları, sanatçılar “Yol Erleri” başlıklı bölümde “anılıyor”. Katliama kadar yaşadıkları, yaşattıkları ve yaşatacaklarının yarım kalışına duyulan üzüntü bu bölümde veriliyor. Metin Altıok’un olmadığı bir dünyada yaşama bağlanmanın, mücadele etmenin kapılarını aralayan “Adım Metin Olsun” şiiri, katledilen şaire hitap ederek şiiri birlikte yazmaya, böylelikle Kemal Özer’in kendi metninde hem Metin Altıok’u yaşatmak istemesine hem de onunla bütünleşme isteğine tanıklık ediyor:

“Hadi gel birlikte yazalım bu şiiri
adım metin olsun bu kez benim de
hadi benim sesimle ama senin hüznünden
hadi benim acımdan ama senin sesinle
birlikte söz edilsin bu şiirde 

Birlikte yazalım hadi ölüme karşı
konuşalım bir yürekten hadi bir ağızla
kimse ayırt etmesin kimin söylediğini
nereye kadarı benim nerden sonrası senin
kıvrıla kıvrıla yanan bir kağıtta”

Pir Sultan’a benzer bir biçimde Sivas’ta katledilenleri diriltmek istiyor Kemal Özer. Bunların içinde “Ömrü Kısa Kelebekler” de var. Madımak’ta kaybettiğimiz çocukları da unutmayan Özer, Koray’dan Özlem’e tüm çocukları tarihsel yürüyüşü gerçekleştirenlere ışık tutanlar olarak resmediyor. Günlüklerindeki bir satırdan gülüşlerindeki kıvrıma yaşamaya devam edeceklerini ifade ediyor. 12 yaşında bir çocuğun yaşama bağlılığını simgeleyen kırık sazı için duyduğu üzüntüyle akıllarda yer edecek “Koray Kaya” başlıklı şiir katliamın sarsıcılığını pekiştiriyor.

“Koşan bir haber olacak her zaman sesi
taşıyacak yıllar geçse de Koray
kırılmış bir sazın telâşlı haberini

Sap nereden bağlandıysa gövdeye
kırılmıştı ikinci kez oradan

Bir babanın parmaklarındaki hüner
oğula aktarılmaz mı sazın teliyle

Ya hüneri nasıl barınacak o halde
sapla birleşmedi mi gövde bir daha

Öyle kuşkuluydu ki Koray’ın yüreği
bu olabilir sanıyordu ancak
bir babaya verilebilen en acı haber”

Katliamın üzerinden tam 27 yıl geçti. Şeriat çığlıklarıyla 35 kişinin katledilmesi Türkiye’nin Aydınlanmacı damarına ve ilerici birikimine yönelik gerçekleştirilmiş en sistematik saldırılardan biri olarak hâlâ belleklerdeki yerini koruyor. Bunu bir yandan Türkiye solunun mücadeleci geleneğine öte yandan da tarihimizin en acılı olaylarından birini etkili ve kapsamlı bir biçimde şiirleştiren Kemal Özer gibi şair ve yazarlara borçluyuz. Temmuz İçin Yaralı Semah Türkiye gericiliğinin patron sınıfıyla birlikte topyekûn bir karşı saldırıya giriştiği bu günlerde, gericiliğe karşı mücadelenin hafife alınmaması gerektiğini ve katiller ile işbirlikçilerinin ancak başka bir toplumsal düzende hesap vereceklerini hatırlatmaya devam ediyor.