Ne de kalkınma…

Tahrip edilen yaşam alanları, endüstriyel kirlilik, barajlarla su altında kalan köyler, kitleler halinde öldürülen madenciler AKP'nin kalkınma modelinin kurbanları olarak sayılmalı...

Haber Merkezi

“Kalkınma” Türkiye’nin Cumhuriyet döneminin gözde kavramlarından biriydi. Batıyı yakalama ve modern toplumlar ailesine dahil olma önemli bir hedefti. Bu hedef sistemin partilerinin programlarını az çok şekillendiriyordu. Necmettin Erbakan 1970’li yıllarda bunu partisinin ana ekseni haline getirmişti. İktidara geldiğinde “Ağır Sanayi Hamlesi” yapacak, ülkeyi kalkındıracak, “Refah”a ulaştıracaktı.

AKP’nin “kalkınma”sı bir yanıyla Erbakan’ın o programına bir göndermeydi. Ama gerçekte ortaya çıkan politika, 12 Eylül Cuntası-Özal iş birliği ile yürürlüğe konulan neoliberal dalganın da bir devamı niteliğindeydi.

18 yıl sonra tablo ikincisinin gereklerine göre şekillendi. AKP iktidarı boyunca ülke büyük bir şantiyeye dönüştü. O şantiyelerde fabrikalar değil gökdelenler, AVM’ler, kanallar, köprüler inşa edildi. İnşaat sektörü AKP usulü kalkınmanın lokomotifi olmuştu. Tahrip edilen yaşam alanları, endüstriyel kirlilik, barajlarla su altında kalan köyler, kitleler halinde öldürülen madenciler bu kalkınma modelinin kurbanları oldu.

Çiftçinin düşkünleştirilmesi 

AKP kalkınma programından tarım kesimine düşen pay kapsamlı bir liberalizasyon oldu. Tarım piyasanın gereklerine göre yeniden şekillendirildi. Amaç tarım sektörünün “geçmiş devlet sübvansiyonlarından kaynaklanan verimsiz yapısından ve sektörde yer alan atıl nüfus fazlasından” kurtulmak olarak belirlenmişti. Sübvansiyonlar kesilince tarımda rekabet gücü artacak, ortaya çıkan fazla nüfus kent merkezlerinde istihdama eklenecekti. İddia buydu.

Gelişmeler öyle olmadı tabii. AKP döneminde devletin tarımsal destek araçlarının birçoğu ortadan kaldırıldı ve yerlerine doğrudan gelir destekleri getirildi. Çiftçi AKP’ye bağımlı şekilsiz, asalak bir kütleye dönüştürüldü. Tarımsal bölgelerin gericileşmesinin itici gücü doğrudan gelir desteğiydi. Bu destek üretmeyi değil üretmemeyi özendiriyordu. AKP’li yıllar bu yolla tarımda yıkım yıllarına dönüştü.

Buna paralel olarak büyük ölçekli, giderek tekele dönüşen üretim tesisleri aktif biçimde desteklendi. Tarımsal nüfusun mülksüzleştirilmesi programıydı yaşanan. Bu süreçlerin zemin hazırladığı kırdan kente göç ise, kırsal nüfus fazlasının kent merkezlerine, ucuz emek gücü olarak eklemledi.

İnşaat ve enerji: Yağmanın iki gerekçesi

AKP döneminin alamet-i farikası ise enerji ve inşaatın kalkınmanın lokomotif sektörleri olarak yükselişi oldu. Enerji alanında daha önce özel sermayeye kapalı olan termik ve hidroenerji gibi sahalarda yapılacak yatırımlar üzerindeki kısıtlar büyük ölçüde kaldırıldı, enerji özelleşti. Bu, kredi ve alım garantisi gibi çeşitli teşviklerin yanı sıra enerji yatırımlarına köstek olabilecek çevre mevzuatının sistematik olarak gevşetilmesi ile de desteklendi.

İnşaat alanında ise, bir dizi yasal değişiklikle devlete arazilere el koyma yetkisi kazandırılırken, bu yolla çeşitli koruma statüleri altında bulunan topraklar yapılaşmaya açıldı. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) sektörün devlet ile özel sermaye arasında aracı işlevi gören bir aracı kurumu olarak şekillendi. Böylelikle oluşan konut balonuna bir de dev ölçekli altyapı yatırımları-Üçüncü köprü, Körfez geçiş köprüsü, geçiş garantili otobanlar gibi- eklendi.

Türkiye’nin enerji ihtiyacını gerekçe göstererek Anadolu’nun en küçük derelerine dahi el konuldu. AKP’nin kalkınmacı stratejisinin uzantısı olan yerinden edilme, mülksüzleşme ve parçalanma süreçlerinin yıkıcı etkileri toplumun en kırılgan ve dezavantajlı kesimleri tarafından omuzlandı ve böylelikle mevcut eşitsizlikler katmerlendi.

Gecekonduların devletleştirilmesi 

TOKİ eliyle gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projeleri her ne kadar kâğıt üstünde yoksullara modern konut edindirme amacı gütse de esasında amaçlanan kayıt dışı gecekondu yapımına son verip konut sektörünü kayıt altına almak, buradan servet yaratmak ve konutu finans piyasasına entegre etmekti. Konutun finansallaşmasıyla beraber gecekonduların yerini toplu konutlar aldı. Bu gelişmeler konut fiyatlarının üç kat artmasını sağladı. Gayrimenkul, ekonomik büyüme ve servet yaratımının başlıca kaynağı oldu.

AKP dönemi boyunca yaratılan inşaat odaklı büyüme modeliyle üretilen kentsel rantın paylaşımı son derece eşitsiz bir biçimde gerçekleşti. Kentsel dönüşüm projeleri küçük bir azınlık için ciddi bir sermaye birikimi anlamına gelirken, geniş yoksul halk kesimleri için borç artışına ve yoksullaşmaya yol açtı.

Yoksulları mülksüzleştirme programı 

TÜİK verilerine göre Türkiye’deki genel konut sahipliği oranı yüzde 60’lar seviyesinde seyrediyor. Ancak aynı araştırmaya göre “yoksul” olarak tanımlanan ailelerin ev sahipliği oranı 2006’da yüzde 59.3’ten yıllar içindeki düşüş trendine bağlı olarak 2018’de yüzde 52.1’e kadar gerilemiş durumda. Yani inşaata dayalı kalkınma projesi yoksulları ev sahibi yapmadığı gibi, biraz daha mülksüzleştirdi.

Buna karşın ülkedeki mevcut servetin dörtte üçü ev, arsa, konut, iş yeri gibi gayrimenkullerden oluşuyor. Yani AKP döneminde sanılanın tersine emlak sahipliği oranında zenginler ve yoksullar arasındaki uçurum büyüdü.

Verilere göre AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında toplam servetin yüzde 67.7’sine sahip olan en zengin yüzde 10’luk kesim, 2018 yılı itibariyle ülkedeki toplam servetten aldığı payı yüzde 81.2’ye çıkarmış durumda. 2002 yılında Türkiye’deki toplam servetten yüzde 32.3 oranında pay alan geriye kalan yüzde 90’lık nüfusun bu payı 2018’de yüzde 18.8’e düştü. AKP’nin inşaat sektörü odaklı ekonomik modelin sürekli ve istikrarlı bir biçimde zengini daha da zengin etmeye hizmet etti.

TOKİ: İktidarın yandaşlarını zenginleştirme kurumu 

Hükümetçe geniş yetkilerle donatılan TOKİ’nin kuruluş amacı dezavantajlı ve yoksul kesimler için konut sahipliğini artırmaktı. Ancak hükümetin inşaat odaklı büyüme modeli gayrimenkul üzerinden üretilen servetin toplumun en zengin kesimleri tarafından biriktirilmesine öte yandan yoksul sınıfların toplam servetten aldıkları payın erimesine yol açtı.

Üstelik yoksul ve orta sınıfların borçları ve borçluluk oranları da artmış durumda. Spekülasyonla yükselen emlak fiyatları özellikle İstanbul gibi kentlerde orta sınıfların bile ilk evlerini almasını neredeyse imkânsız hale getirdi.

AKP’nin kalkınması, zenginlerin kalkınması ile sonuçlandı.