Eğitim Sisteminin Kısa Ömürlü Yüzakı: Köy Enstitüleri 80 yaşında

17 Nisan, Köy Enstitüleri’nin kuruluş yıldönümünü. Seksen yıl önce kurulan enstitülerin, eğitim tarihimizin gurur duyulası en önemli parçası olduğu konusunda tüm ilerici eğitimciler hemfikirdir.

Haber Merkezi

1930’lu yıllarda, Cumhuriyet’in kurulmasının üzerinden on yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen halkın eğitim seviyesi istenen düzeye ulaşmamıştı. Nüfusun önemli kesiminin yaşadığı köylerde okul yoktu. Toplam öğretmen sayısı çok yetersizdi ve öğretmenlerin çoğu kentlerde çalışıyordu. Eğitimsizlik yanında, köylerin refah düzeyinin arttırılması ve gerici toplumsal bağlardan kurtarılması da çözülmesi gereken ciddi bir sorundu. Köylerdeki kapalı ve gerici kültür, dışardan gelen öğretmenin etkisini sınırlıyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç önderliğinde bu soruna çözüm aranıyordu.

17-29 Temmuz 1939’da toplanan Birinci Maarif Şûrası’nda yapılan tartışmalar sonucunda, köy öğretmenlerinin çok yönlü bireyler olarak yetiştirilmeleri ve köylerin içinden gelmeleri gerektiği kararlaştırıldı. Köylerin ihtiyaç duyduğu bilimsel çözümlere de katkı sağlamak için ‘okul’ yetersiz kalırdı; köylerde ‘enstitüler’ açılmalıydı.

17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri Kanunu kabul edildi. O zamana kadar sayısı dört olan Köy Öğretmen Okulları, Köy Enstitüleri’ne dönüştürüldü. 1940-41 eğitim-öğretim yılında on yeni köy enstitüsü açıldı. 1949’a gelindiğinde tüm ülkeye yayılmış 21 tane köy enstitüsünde 12 binden fazla öğrenci eğitim görüyordu.

1943 yılında yürürlüğe konan Köy Enstitüleri Eğitim Programına göre, 22 saat akademik dersler;  11 saat uygulamalı iş becerisi; 11 saat güzel sanatlara ayrılmış olan, haftalık 44 saatlik bir müfredat uygulanıyordu. Her öğrencinin, yıllık ortalama yirmi tane dünya klasiğini okuması ve bir müzik aleti çalması zorunluydu. Enstitü binaları, yemekhane, spor sahası gibi alanlar genellikle öğrenciler tarafından inşa ediliyordu. Karma eğitim uygulanıyor; uygulamalı iş dersleri, bulunulan yerelliğin özelliklerine göre belirleniyordu. Hatta  bazı enstitülere, ebe ve sağlık memuru yetiştirmek üzere sağlık kolu da açılmıştı.

Her hafta, tüm öğrenci ve öğretmenler bir alanda toplanarak bir önceki hafta yapılan çalışmaları değerlendiriyordu. Öğrencilerin özgürce soru sorduğu ve eleştiriler yaptığı bir ortam yaratılmıştı.

Mücadele dolu yıllar

Yaparak, yaşayarak öğrenme modelinin uygulandığı; öğrencilerin sadece bilgi almalarını değil çok yönlü gelişimini hedef alan köy enstitülerinin ömrü sadece ondört yıl sürdü. Sadece sonunda değil; bu ondört yılın tamamı gericiliğe karşı mücadele vererek geçti. En başından itibaren, büyük kısmı aynı zamanda köy ağası olan burjuva siyasetçileri enstitülere karşı bir politika izledi. Talim Terbiye Kurulu’nun gerici üyeleri müfredat düzenlemelerini onaylamıyor, İkinci Maarif Şurası’nda köy enstitülerine karşı ideolojik argümanlar üretmeye çalışıyorlardı. Bunun üzerine müfredat programı, Talim Terbiye Kurulu üyelerine sunulmadan Hasan Ali Yücel’in insiyatifiyle yürürlüğe konuldu.

Dönemin nesnel koşulları gereği ülkenin hızlı kalkınması ve toplumun nitelikli eğitim alması hedefi öncelikliydi. Sonuçta saldırılara göğüs gerildi, kendini aydınlanmacı eğitime adamış İsmail Hakkı Tonguç ve ekibinin çabaları sonuç verdi. Birkaç yıl içinde köy enstitüsünde yetişmiş genç öğretmenler köylerde çalışmaya başladı. Aydınlanma mücadelesi de keskinleşti. Köylerde aşiret liderlerinin güçleri sarsılıyordu.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, bu defa koşullar köy enstitülerininin aleyhinde şekilleniyordu. Dış politikada Sovyetler Birliği’nden uzaklaşan Türkiye’ye ABD’den Marshall Yardımı teklifi geliyor; ancak bir takım isteklerde bulunuluyordu. Bu isteklerden bir tanesi köy enstitülerinin kapatılmasıydı. Bir kısmı “köy ağalarından” oluşan gerici bloğun da bastırmasıyla CHP hükümeti ilk etapta köy enstitülerini kapatmadı ancak çok önemli değişiklikler yaparak önemli darbeler vurdu.

1946 yılından başlayarak karma eğitim kaldırdı. Kız öğrenciler birkaç enstitüde topladı. Bunun üzerine enstitülerdeki kız öğrenci sayısı dramatik şekilde düştü. Öğrencilerin özgürce söz aldığı toplantılar kaldırıldı, öğretmenlerin kullanımına verilen iş araç, gereç ve makineleri geri alındı. Köy enstitülerine karşı yükselen sesleri bilinçli olarak bastırmayarak, enstitüleri korunmasız bırakıldı.

Süreci tamamına erdirmek ise 1954 yılında Demokrat Parti iktidarına düştü.

Köy Enstitülü öğretmenler

Köy enstitülerinde yetişen öğretmenler, ülkemizdeki devrimci birikime önemli katkılar sağlamışlardır. 1965 yılında Türkiye Öğretmen Sendikası’nı (TÖS) kuran, 1969 yılındaki Büyük Öğretmen Boykotu’nu ve Devrimci Eğitim Şurası’nı örgütleyen kadrolar köy enstitülü öğretmenlerdir. Hem işçi sınıfı örgütlülüğüne hem de ülkemizin aydınlanmacı birikimine önemli katkılarda bulundular.

Köy enstitülerinin hikayesi bize özgürlükçü, eşitlikçi ve bilimsel eğitimin, kısa zaman ve kısıtlı imkanlara rağmen, toplumu ileri taşımak için ne kadar hayati olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda, bu eğitimi kurmak için mücadele vermek gerektiğini de.

Köy Enstitüleri anılırken genellikle, enstitüler daha uzun süre ayakta kalsaydı ülkemiz şu anda hangi noktada olurdu sorusu akla gelir. Bu anlaşılır olsa da aslında ilk cevaplanması gereken "neden daha uzun süre ayakta kalamadı" sorusu olmalı.

Hatta hepsinden önce, EBA TV marifetiyle gerici eğitimin evlerimize kadar girdiği şu günlerde, köy enstitülerinde uygulanan eğitimi nasıl kuracağımız konusu en başa yazılmalı..