Covid-19 salgını karşısında Çin: İddialar ve başarılar

Covid-19 salgınının merkezi haline gelen ABD'de yetkililerin ve basının Çin'e yönelik suçlamaları dikkat çekiyor. Çin'in pandeminin yayılmasındaki sorumluluğu tartışılırken, ABD'nin salgına karşı önlem almakta geciktiği ve çok değerli bir zamanı propoganda savaşlarıyla harcadığı belirtiliyor.

Dış Haberler

Çin’de 4 Nisan günü yeni koronavirüs salgınında kaybedilen 3 bin 300 hayatı anmak ve salgınla mücadele ederken yaşamını yitiren 14 sağlık emekçisine duyulan minneti ifade etmek üzere üç dakikalık saygı duruşu düzenlendi. Anma kapsamında salgının başladığı yer olan Wuhan kentinde trafik ışıkları kırmızı yandı, fabrikaların sirenleri çaldı. Çin, 2019 yılının Aralık ayında başlayan salgına karşı etkili bir mücadele yürütmüş ve salgını büyük ölçüde kontrol etmeyi başarmıştı. Son olarak Pazar günü rakamlarını duyuran Çin sağlık otoriteleri, 47 yeni Covid-19 vakası tespit ettiklerini, 78 vakanın ise semptomsuz pozitif olarak belirlendiğini açıkladılar. Bu vakaların neredeyse tamamı yurtdışından gelen Çin vatandaşlarından oluşuyor.

ABD'NİN İDDİALARI

Cumartesi günkü anma töreni, Çin’in toplam Covid-19 vaka sayısını ve virüsten kaynaklı ölü sayılarını çarpıttığına ilişkin raporlara da bir yanıt niteliği teşkil ediyordu. Bu iddia, 2 Nisan tarihinde Bloomberg’e sızdırılan bir CIA raporuna dayandırılmıştı. Söz konusu CIA raporunda Çin’deki toplam vaka ve ölüm sayısının açıklanandan çok daha yüksek olduğu ileri sürülürken, bu sonuca nasıl ulaşıldığı gizlilik gerekçesiyle açıklanmıyordu. New York Times’ın haberine göre, istihbarat uzmanları haftalar öncesinden ABD yönetimini uyardı ve Çin’de yerel yetkililerin rakamlarla oynadığını, bu nedenle Pekin yönetiminin de gerçek rakamlara ulaşamadığını bildirdi. 

Raporun basına sızdırılması, ABD’deki toplam vaka ve ölüm sayılarının dünyada şu ana kadar tek ülkede görülen en yüksek seviyeye ulaşmasından hemen sonra gerçekleşti. Böylece, şu ana kadar salgın karşısında hazırlıksız görünen ABD yönetimi, kamuoyuna Çin’den sağlıklı rakamlar alınamadığı için yaklaşan felaketi öngöremedikleri mesajını vermeye çalışıyor. Nitekim, Bloomberg de haberinde ABD yönetiminin dikkatleri kendisinden uzaklaştırarak Çin’e yöneltmeye çalıştığı yorumuna yer verdi. 

Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump’ın CIA raporuyla ilgili yorum yaparken Çin’e karşı dikkatli ve yumuşak bir üslup kullanması dikkat çekiciydi. Halbuki geçtiğimiz haftalarda salgının ABD’de hızla yayılması karşısında dağınık ve etkisiz kalan Trump agresifleşmiş, Covid-19’u ırkçı bir ifadeyle “Çin virüsü” olarak niteleyerek yeni bir tartışma başlatmıştı. İki ülke arasında gerilim hızla artarken Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in Beyaz Saray’a telefon ederek Trump’la görüşmesi gerilimi bir süreliğine düşürdü. 

Trump üslubunu yumuşatmış olsa da ABD yönetimden Çin karşıtı sesler yükselmeye devam ediyor. Trump’ın koronavirüs görev gücü üyesi Deborah Birx geçtiğimiz hafta Salı günü yaptığı açıklamada ABD tıp camiasının salgını ciddiye aldığını, ancak salgının bu kadar büyük olacağını tahmin etmediğini söyledi. Birx’e göre tahminlerinde yanılmalarına kendilerinden bazı rakamların saklanmış olması neden oldu. 

Çin’in verdiği rakamların gerçeği yansıtmadığı kabul edilse bile, pek çok uzman, resmi rakamların biraz üzerinde bir vaka ve ölüm sayısı olabileceğini belirtiyor. Çin’de virüsün büyük ölçüde kontrol altına alınması dünya için sevindirici bir gelişme olarak kaydediliyor.

Daha ciddi iddialar ise Çin’in Covid-19 vakalarının ilk ortaya çıktığı aylarda durumu örtbas etmeye çalıştığı yönünde. Çin salgınla ilgili gerçeklerin ne kadarını kasti olarak dünya kamuoyundan sakladı? Bu iddiaları nasıl değerlendirmek gerekir?

ÇİN NEYİ, NE KADAR SAKLADI?

Siyasi sistemi ile Batı ülkelerinden farklılaşsa da Çin kapitalizmi acımasız bir emek sömürüsüne dayanıyor. Bu sömürü sisteminin belkemiğini, hava ve çevre kirliliğinin insan hayatını tehdit ettiği kentlere yığılmış; düşük maaşlarla, uzun saatler, sağlıksız çalışma ortamlarında çalışmaya mahkûm edilen milyonlarca insan oluşturuyor. Dolayısıyla, Çin’in insan hayatı konusunda diğer kapitalist ülkelerden farklı ilkelerle hareket ettiğini varsaymak için bir neden bulunmuyor. Ancak başından itibaren salgının başa çıkılamayacak boyutlara ulaşmasını engellemek için örgütlü ve iyi planlanmış bir şekilde hareket edildiği de ortada. WHO ile koordinasyon halinde yürütülen bu mücadele, örgüt tarafından da bütün dünyaya örnek olarak gösterilmiş, diğer ülkelerin de Çin örneğini takip etmesi gerektiği belirtilmişti.  

Ancak salgın konusunda Çin’e yapılan eleştiriler buna rağmen hız kesmedi. Ciddiye alınabilecek eleştirilere göre, Çinli yetkililer, virüsün Wuhan’da görülmesinden sonraki birkaç hafta boyunca bilgi gizleyerek salgının Wuhan dışına çıkmasına yol açtılar. 

Batılı medya kaynaklarında yer alan iddialar ve bilgiler incelendiğinde ortaya şöyle bir takvim çıkıyor: 

2019 Aralık başı: Geriye doğru izlendiğinde ilk vakanın Aralık ayının başlarında (8 Aralık, 10 Aralık gibi farklı tarihler veriliyor) ortaya çıktığı ileri sürülüyor. Ancak bu doğru olsa bile, o tarihte Covid-19 teşhisi konulabildiği anlamına gelmiyor. Çinli yetkililer de Aralık ayı sonunda yeni bir virüsle karşı karşıya olduklarını anladıklarını belirtiyorlar. 

Guardian’da yayınlanan ve Hong Kong merkezli, Çin karşıtı yayınlar yapan South China Morning Post gazetesine dayandırılan bir haberde ilk vakaların Kasım ayında görülmüş olabileceği belirtilse de, bu iddia, şimdilik somut bir kanıta dayanmıyor. İddia, Kasım ayında zatürre teşhisi konulan hasta sayısında bir yükseliş olduğu yönündeki bir başka iddia ile temellendirilmeye çalışılıyor. Ancak Guardian’ın görüşlerine başvurduğu tıp uzmanının da belirttiği gibi, böyle bir artış yaşanmış olsa bile, bunun yeni bir virüsten kaynaklandığı anlaşılamamış olabilir.  

WHO-Çin Ortak Misyonu’nun Wuhan’da yaptığı bir haftalık kapsamlı inceleme ve görüşmelerden sonra yazdığı raporda, ilk vaka tarihi olarak 30 Aralık veriliyor. Raporu kaleme alan Ortak Misyon’un üyeleri arasında ABD, Almanya, Kore, Singapur, Nijerya gibi ülkelerden uzmanlar bulunuyordu. 

30 Aralık: Wuhan’da bir hastanede çalışan doktor Ai Fen, bir hastanın laboratuvar raporunda ilk kez yeni tip koronavirüs ifadesi gördüğünü, bu raporun fotoğrafını çekerek meslektaşlarıyla paylaştığını ve bu nedenle hastane yönetimi tarafından sert bir şekilde uyarıldığını söylüyor. 

Raporu başkalarına gönderen, aralarında Li Wenliang’in de bulunduğu 8 doktor panik yaratmak suçlamasıyla Wuhan polisi tarafından uyarılıyor. Wenliang daha sonra koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetmişti. Yerel yetkililerin ve polisin doktorlara yönelik bu olumsuz tavrından Pekin yönetiminin bundan haberdar olduğuna dair bir bilgi bulunmuyor. 

Aynı gün Çinli yetkililer yeni tip bir koronavirüs vakası yaşadıklarını Dünya Sağlık Örgütü’ne bildiriyorlar. Ancak bunun insandan insana bulaşıp bulaşmadığı konusunda kesin bilgi verilemiyor. Bundan sonraki birkaç hafta virüsün insandan insana geçip geçmediğini saptamakla geçiyor. 

Ocak 2020: Ocak ayının ilk haftaları boyunca Çinli sağlık yetkilileri ve WHO arasındaki görüşmeler ve bilgi alışverişi sürüyor.

Wuhan yerel sağlık yetkilileri 3-16 Ocak tarihlerinde kesinleşmiş yeni vaka teşhis etmediklerini bildiriyorlar. 

11 Ocak’ta doktor Li’nin tomografi görüntüsünden doktora virüs bulaştığı anlaşılıyor. Ancak Wuhan yerel sağlık yetkililerinin bu bilgiyi Pekin’le paylaşmadığı ileri sürülüyor.  

12 Ocak günü Çin, virüsün genetik dizilimini WHO ile paylaşıyor.

14 Ocak günü Wuhan yerel sağlık yetkilileri kesin olmamakla birlikte, insandan insana geçiş olabileceğini belirtiyorlar. 

Ancak Batılı medya kaynaklarına göre, 11-17 Ocak tarihlerinde Wuhan’da düzenlenen bir parti konferansı nedeniyle Wuhan’ın ve bağlı olduğu Hubei eyaletinin yerel yöneticileri yeni vakaları bildirmeyerek merkezden bilgi saklıyorlar. Bu nedenle daha sonra iki yerel sağlık yetkilisi ile Wuhan kentinde ve Hubei eyaletindeki bazı parti yetkilileri görevden alınıyor. 

Ancak bu iddia da şu aşamada Çin hükümetinin WHO’dan ve dünyadan kasti olarak bilgi sakladığı anlamına gelmiyor. 

20 Ocak’ta Çinli sağlık yetkilileri yeni tip koronavirüsün insandan insana geçtiğini kesin olarak doğruluyor.

23 Ocak'ta Wuhan karantinaya alınıyor. 

Ancak Çinli yetkililerin Wuhan’ı karantina almakta geciktikleri, karantina uygulanana kadar insanların Wuhan dışına çıkarak virüsü Çin’in diğer bölgelerine ve Çin dışına taşıdıkları iddia ediliyor. 

Özellikle 24 Ocak’ta başlayan Ay Yeni Yılı tatili için çok sayıda kişinin Wuhan’dan farklı yerlere seyahat ederek virüsü taşıdıkları belirtiliyor. Öte yandan karantina kararının işgünü olan 23 Ocak Perşembe günü hayata geçirilmesinin bir nedeni, 24 Ocak Cuma gününden itibaren başlayacak tatil öncesi daha fazla çıkışı engellemek. 

Şubat 2020: 12 Şubat tarihinden sonra, yani karantina uygulamasının üzerinden yaklaşık 3 hafta geçmişken yeni vaka sayısının önceki güne göre düştüğü görülüyor. 19 Şubat tarihi itibariyle ise yeni vaka sayısı binin altına düşüyor.

WHO-Çin Ortak Misyonu’nun hazırladığı rapora göre, Çin’in farklı bölgelerinde görülmeye başlanan vakalara karşı hızlı ve kapsamlı önlemler alınarak hastalığın Çin içinde yayılması engellendi.

Çin’den salgının sıçradığı Güney Kore, Singapur gibi ülkeler de hızlı ve etkili önlemlerle salgını kısa sürede kontrol altına almayı başardılar.

Ancak 19 Şubat’ta İran’da, 21 Şubat’ta İtalya’da ilk vakalar resmi olarak bildirildikten sonra salgın kontrol edilemez bir hızla yayılmaya başladı; toplam vaka ve ölüm sayıları hızla arttı. 

ABD’de ilk vakanın görülmesi ise bu ülkelerden çok daha önce, 20 Ocak tarihinde gerçekleşti, ancak haftalarca virüsün ülke içerisinde insandan insana bulaşmasına göz yumuldu. 

NEDEN “ÇİN VİRÜSÜ” DEĞİL?

Covid-19 virüsünün ilk olarak Wuhan’daki balık pazarında satılan bir konak hayvanın etinden insana bulaşmış olabileceği tahmin ediliyor. Ancak bu tahmin kesin olarak kanıtlanabilmiş değil. Virüs ilk kez Çin’in bir bölgesinde görülmüş olsa da, WHO 11 Şubat’ta bu bilginin ırkçı yaklaşımları tetiklemesinden korkarak virüse herhangi bir coğrafyaya, hayvana, insana veya insan topluluğuna işaret etmeyen bir isim verdiklerini açıkladı. 

Dünya tarihinde virüslerden kaynaklanan epidemik ve pandemik salgınların her birinde virüsün ilk ortaya çıktığı coğrafya farklılaştığı gibi, virüsün o ana kadarki evrimini farklı coğrafyalarda tamamlamış olabileceği düşünülüyor. Örneğin, 2009 yılında salgına yol açan H1N1 virüsü, ilk vakanın Meksika’da ortaya çıkması dolayısıyla basında “Meksika gribi” olarak adlandırılmış ve bu adlandırma tartışma yaratmıştı. Virüsün genetik özelliklerini inceleyen bilim insanları ise genetik evrimin farklı coğrafyalarda gerçekleştiğini ve bu evrim süreci sonunda 2009’daki pandemiye yol açan virüsün oluştuğunu belirtmişlerdi. “İspanyol gribi” olarak bilinen ve I. Dünya Savaşı sonrasında 20 ile 50 milyon insanı öldürdüğü tahmin edilen H1N1 virüsünün ilk olarak ABD’nin Kansas bölgesinde ortaya çıktığı düşünülüyor. Şu ana kadar 30 milyondan fazla insanın ölümüne yol açan HIV’in genetik soy ağacı incelendiğinde ise, virüsün yüksek ihtimalle ilk kez Kongo’da maymundan insana geçmiş olduğu belirleniyor.

WHO’nun virüse Covid-19 adını verme kararı alması, hem virüslere ve yol açtıkları salgınlara ilişkin bu bilgi birikimine dayanıyor hem de özellikle pandemi boyutuna ulaşmış salgınlara karşı mücadele verirken ırkçı yaklaşımların bu mücadeleyi baltalamasından duydukları endişeye. Çünkü pandeminin boyutunu virüsün yayılma hızı ve öldürücülüğü kadar ülkelerin salgınla mücadele politikaları belirliyor. Dolayısıyla yetersiz ve etkisiz bir mücadele yürüten her ülke, kendi ülkesinde vaka ve ölüm sayılarının artmasına yol açtığı gibi virüsün dünyanın geri kalanına yayılmasına da yol açmış oluyor. 

ÇİN VE ABD'NİN SORUMLULUKLARI

Virüsün ortaya çıktığı ilk birkaç haftada Çin’de yapıldığı ileri sürülen hata ve yanlışlara dair kesin bir kanaat dile getirmek şu aşamada mümkün değil. Bunun bir nedeni, örtbas etme iddiaları incelendiğinde, bu iddiaların yerel yetkililerin Pekin’den bilgi sakladığına işaret etmesi. Bu nedenle Batı medyasında doğrudan Pekin yönetiminin değil, Çin’deki siyasi sistemin yapısal olarak sorumlu tutulduğu görülüyor. Buna göre, Çin’deki sistem, Pekin’e karşı hata yapmaktan korkan yerel yetkilileri bu tür hatalı davranışlara itiyor. Ancak benzer bir merkezden bilgi saklama ya da sorunları hasıraltı etme yönteminin pek çok ülkede yaşanabildiği de biliniyor. Bu açıdan bakıldığında, iddiaların daha çok Çin karşıtı propaganda savaşının ve yerleşik anti-komünist söylemin bir parçası olarak dile getirildiği görülüyor. 

Çin’le karşılaştırmak üzere ABD’de virüsün ortaya çıktığı ilk günlerde atılan adımlara bakıldığında görülen tablo da buna işaret ediyor. 

ABD’de ilk vaka, Avrupa’dan da önce 20 Ocak tarihinde bildirildi. Bu ilk vakanın Çin bağlantılı olduğu açıklandı ve uzun süre testler sadece Çin bağlantılı ya da yurtdışı bağlantılı insanlarla sınırlandırıldı. Virüsün Seattle’da görülmeye başladığı ilk günlerde enfeksiyon uzmanı Helen Y. Chu, bir grip çalışması kapsamında Seattle’da insanlardan topladığı nazal örnekleri koronavirüs tespit etmek için incelemek istediğini söyleyerek gerekli başvuruları yaptı. Ancak Chu’nun bu önerisi, hem yerel otoriteler hem de Washington’daki yetkililer tarafından reddedildi. Ancak Şubat ayının sonunda yetkililerin engellemelerine rağmen kendi laboratuvarında aldığı örnekleri inceleyen Chu, yurtdışı bağlantısı olmayan bir gençten alınan örnekte koronavirüse rastladı. Bu Seattle’de virüsün yerel olarak yayıldığı anlamına geliyordu. The Atlantic’te bu konuyu ele alan ve Çin karşıtı yazılarıyla da bilinen Anne Applebaum’a göre Chu, pandemi konusunda yeterince endişeli olmayan bürokrasi ve salgını fazla ciddiye almamaları konusunda siyasi baskı gören yetkililer tarafından bir ay boyunca susturulmuş oldu. Ancak ne yazık ki o tarihten sonra da kapsamlı bir test ve kontrol sistemi hayata geçirilmedi. 

Pek çok hükümet gibi ABD yönetimi de test sayısını haftalarca minimumda tutarak rakamları baskılamaya çalıştı. ABD’nin dünya ile bağlantısı düşünüldüğünde -örneğin New York’tan Türkiye’ye yapılan uçuşlar yakın zamana kadar durdurulmadı- ABD yönetiminin virüse karşı etkili önlem almayarak yayılımı hızlandırdığı açıkça görülüyor. Applebaum da ABD yönetimin vakaları etkili olarak kontrol altına almak yerine rakamları gizlemeye çalışmasını, “Başkanın kendisi hastalık hakkında yaygın şekilde konuşulmasını, salgın bilgisinin fazla yayılmasını ve her şeyden önce, enfekte olanların sayısının yüksek görünmesini istemedi” sözleriyle eleştirdi. 

Oysa ki, Çin’in 60 milyonluk nüfusa sahip bir bölgede uyguladığı hızlı ve etkili yöntemler, birçok ülkede olduğu gibi ABD’de de rahatlıkla uygulanabilirdi. Bunun yerine iki ülke arasındaki emperyalist rekabetin alevlendirdiği bir propaganda savaşının başlatılması tercih edildi.

Bununla da yetinilmeyerek sürdürülen propaganda savaşında anti-komünizm ve ırkçılık virüsü, liberal ya da muhafazakâr fark etmeden her yayın organına yayıldı. Çin’de Komünist Parti’nin hayata geçirdiği tedbirler bile, Batılı demokratik standartlara göre “baskıcı” ve “despotik” olarak nitelendirerek gözden düşürülmeye çalışıldı. Bu sırada vaka ve ölüm rakamları katlanarak büyümeye devam etti. Çin’de virüsün ortaya çıktığı Aralık sonundan 24 Ocak tarihindeki karantinaya kadar gün gün kimin neyi sakladığı hakkında onlarca haber yapılırken, WHO’nun bütün çağrılarına rağmen yürütülen etkili mücadelen ders alınmadı. Sonuç olarak, insanlık adına çok değerli bir süre propaganda savaşlarının gölgesinde heba edildi.